HAYRETTİN TAYLAN
Yanan Türküydü Gözlerin
sessiz harflerin ve sessizliğin arasındaki m’ayına bastı elifim
paramparça bir alfabenin gözlerinde okudum son harfini
y’aramparça bir hatıranın haritasında işaretledim nemli gözlerini
beni gördüm,” beni” göremiyorum
seni görmenin keşfinde hiç bilmediğin yeni “ben” le karşılaştım
seni değil, beni sordu “ben” şehrinaz
zayi olmuş bir harfin ziyası vurdu emel telimi
kayı olmuş bir düşün yunus’u yüzdü vicdanımda
yalınayak bir enlemde unutulmuş ilk zamanın ilkinde unuttum başlangıcı
deri değiştirmiş anıların ilkbaharında aktım deli pınar gibi düşünde
eceli telaşlandıran gözyaşlarının altında taş kesiliyor taş bağrım
bütün kavuşamayanların türküsünde ağladım
bütün ağlayanların gözünde aktım
bütün hasret çekenlerin yakup atlasında, nura, beyaza büründü cemalin
anlamını bulduğun her dizede dizimin ağrısı geçer
okuduğun sözde ciğerimin pası silinir
bastığın her toprakta özlediklerimin izi silkilir
leyla’nın yaşadığı telmihlerde sevdim kendimi
mecnun’un öldüğü teşbihlerde dirildim gönül dilinle
sevmek hem gökyüzüm hem yeryüzüm, hem yâryüzüm
sevilmek, sadece nasip bulutu
çık gel…
sonrası da gelir
evvel de gelir
ezel de gelir şehrinaz
daha önce tanışıp gitmiştik başka galakside
kanayan, yakaran gönlün yeni bir coğrafik şekilde
kök salıyorsun susamış sularımın ve sırlarımın içinde
kök saldıkça duaların ve umudun beyazına karışan ben oluyorsun
buluta, aşka, toprağa, en çok anne olmaya dönüşüyorsun şehrinaz
bir bebek ağladı, ”ben” ve aşk doğmuş olmalı
bir bebek gülümsedi, on sekiz bin alem sarıldı bana
bir kelebek uçtu seni sevdiğim güneşe, aşk doğdu sana şehrinaz