YASEMİN BAHAR
Bahar Yorgunluğu |ÖYKÜ|
Son zamanlarda bir yorgunluk vardı üzerinde. Akşamları erkenden uyuyor, sabahları ise uyanmakta güçlük çekiyordu. Çok defa geç kalmıştı işine. Bir kez bile işine geç kalmayan İbrahim, işe geç kalmaya başlamıştı. ‘Bahar yorgunluğu’ demişti doktor. ‘Baharın da yorgunluğu mu olur?’ demişti İbrahim içinden…
Pazar günüydü. Doyasıya uyumayı düşlüyordu daha akşam olup da yatmadan önce. O hayal ile girmişti yatağına. Gerçeği hayali gibi olmadı elbette. Yüzünde gezinen minik elin sıcaklığı ile gözlerini açmıştı pazar sabahına. Kızı Hilal sessiz sessiz seviyordu babasının yanaklarını. İbrahim gözlerini açınca Hilal’in gülümseyen çekik gözleri ile karşılaştı. İçi ısınmıştı. ‘Günaydın babacım. Bugün benimle parka geliceksin değil mi?’ dedi tatlı tatlı. Nasıl ‘hayır’ diyebilirdi ki? ‘Elbette babacım, kahvaltımızı yapalım gideriz’ diyerek cevapladı Hilal’in sorusunu İbrahim. Minik kız yerinde zıpladı önce, sonrasında el çırpıp koşarak çıktı odadan. Koşarken de konuşmayı ihmal etmiyordu ‘Annneeeee babam da bizimle gelicek, yaşasıınnn.’
Güzel bir pazar kahvaltısının ardından anne-baba ve çocuk parkın yolunu tutmuşlardı. Hilal yavru ceylan gibi oradan oraya sekiyordu. İbrahim düşüncelere dalmıştı, son zamanlarda yaptığı tek şey buydu ne de olsa; düşünmek! Ne düşündüğünü bilmeden dalıp gidiyordu. Parktaki boş bankların birine oturdu ve düşünmeye devam etti…
İbrahim’in eşi Elif, Hilal’in peşinden kah kaydırağa kah tahterevalliye gidiyordu. Yüzündeki gülümseme sıcacıktı. İçini ısıtan cinsten… İbrahim o gülümsemeyi yakaladı. Kim bilir kaç zamandır bakmıyordu eşinin yüzüne. Yani elbette bakışıyor, konuşuyor zaman zaman da gülüşüyorlardı. Ama böyle içini okur gibi bakmıyordu ne zamandır. Yüreği sızladı bu gerçeğin farkına varınca. Elini yavaşça kaldırıp yüreğinin üzerine koydu. Sızısı eline geçmiş gibi biranda çekti elini yüreğinin üzerinden…
Hilal şimdi de salıncağa yönelmişti. Heyecanla salıncağa oturmuş, annesinin kendisini sallamasını bekliyordu. ‘Daha hızlı salla anneee, bulutlara değmek istiyorum!’
‘Bulutlara değmek istiyorum’ dedi sessizce İbrahim. Bu yorgunluğunun sebebi; olmayacak hayallere fazla kapılması olabilir miydi? İnsan ne yaparsa yapsın bazı şeylere erişemezdi. Yıldızlar gibi, Güneş gibi, Ay gibi… İbrahim de erişemeyeceği bazı dünyalık hayallere fazla kaptırmıştı kendisini. Ulaşmaya çalışıp da başarısız oldukça kendisini suçlamaya başlamış, yetmemiş bir de küçük görmeye başlamıştı şimdiye kadar eriştiği başarıları, mutluluğu hatta zaman zaman varlığını, benliğini…
Bu bir farkına varmanın an’ıydı. Biranda kulakları parktaki çocuk seslerine karışan kuş seslerini, çocukların şen kahkahalarını duymaya başlamıştı. Çocuklarının peşlerinden koşan annelerin şefkatini, sevgisini görmeye başlamıştı. Yüzlerdeki gülümsemelerin sıcaklığını hissedebiliyordu. En çok da Elif’in gülümsemesinin sıcaklığını…
Tam da şuan bakışlarını sahip olduğu, daha doğrusu yanında oldukları, bu hayatı birlikte yaşadıkları için şükretmesi gereken eşine ve kızına çevirdi. Hilal salıncakta sallanıyordu. Elif de boş kalan salıncağa binmiş, Hilal’e gülümseyerek sallanıyordu. İbrahim, Elif’in yüreğinde saklı duran kız çocuğunu da daha yeni fark ediyordu. Yüreği bir kez daha sızladı. Ama devamının gelmesine izin vermedi. Pişman olmak yerine umutla geleceğe bakmaya başlamalıydı. ‘Gelecek de gelecek mi belli değil!’ diyerek elindeki tek an’a yani şuana odaklandı ve doğruldu yerinden. Yüzüne gülümseme yerleştirdi en sıcağından. Kızına ve eşine doğru yürümeye başladı. Elif İbrahim’i görünce sessizce bir ‘oh’ çekti. ‘Şükür geçti yorgunluğu’ dedi içinden. Bakışlarından anlamıştı İbrahim’in hissiyatını. Kaç yıllık yol arkadaşıydı elbette anlıyordu dahası hissediyordu eşinin içinde bulunduğu ruh halini. ‘Şükür’ dedi yeniden ve gülümsemesine devam etti.
Hilal kendisini sallamakta olan babasına bakıp ‘Daha hızlı babaaa daha hızlı, bulutlara değdim şimdi sıra gökkuşağında!’ dedi. ‘Nasıl değdin bulutlara kızım?’ dedi İbrahim. ‘Benim bulutum sensin babacım! Bak işte sana değdim ve kalktın geldin yanıma.’ İbrahim olduğu yerde kalakaldı. Gözünden bir damla yaş süzülüp toprağa karıştı. Demek ki Hilal de farkındaydı yorgunluğunun. İçi yine sızlar gibi olsa da, kendisini teslim almak isteyen pişmanlığa yenilmemeye kararlıydı. Gözünün yaşını sildi ve kızını daha bir sevgiyle sallamaya devam etti. ‘Bekle beni gökkuşağı az kaldı sana da değeceğim!’ dedi Hilal babasına ve annesine gülümseyerek bakarak…