İbrahim Balaban Vefat Etti

Sanat Dünyasının
Başı Sağolsun
 
Usta Ressam
İbrahim Balaban
Vefat Etti
 
Çoklu organ yetmezliği teşhisiyle bir süredir tedavi gören usta ressam İbrahim Balaban vefat etti.
 
Abidin Dino'nun "elleriyle görmesini bilen bir ressam" olarak nitelediği, Nazım Hikmet'in "Köylü ressam" dediği İbrahim Balaban 11 Haziran Salı günü son yolculuğuna uğurlandı.

98 yaşında vefat eden Balaban için 11 Haziran Salı günü Nazım Hikmet Kültürevi'nde saat 11.00'de tören düzenlendi. Balaban'ın cenazesi Şişli Camisi'nde öğle vakti kılınan namazın ardından, vasiyeti üzerine Bursa'nın Osmangazi ilçesine bağlı Seçköy'de toprağa verildi.
 
İbrahim Balaban; Seçköy'de 1921'de dünyaya geldi. Usta ressam, aynı köyde ilkokulu bitirdi. Çobanlık ve tarım işçiliğinin yanı sıra taş kırma işinde çalışan sanatçı, Hint keneviri yetiştirme suçundan 1937'de 16 yaşındayken hapse girdi.
 
Cezaevinden çıktıktan sonra evlendiği gün düğün evini basan hasmını öldürme suçuyla 1942'de bir kez daha tutuklanarak hapse giren Balaban, Bursa Cezaevi'nde şair Nazım Hikmet Ran ile tanıştı.
 
Nazım Hikmet'e çırak oldu
 
Cezaevinde Ran'dan resim yapmayı öğrenmek isteyen Balaban, Nazım Hikmet'e yönelttiği "Sen beni çıraklığa kabul ediyor musun?" sorusuna aldığı "Sen beni ustalığa kabul ediyor musun?" karşılığıyla, ünlü şaire çırak oldu. Balaban, hissiyatını bir açıklamasında şu ifadelerle aktarmıştı:
 
"Çıraklığa kabul edildiğim gün, o saat ve o anda utanmasam; 'Yaşasın tutsaklık!' diye bağıracaktım. Dünyada benden başka hiçbir öğrenci, cezaevini mekân tutup da dünyanın en büyük şairi Nazım Hikmet'i hoca olarak bulmamıştır."
 
İbrahim Balaban'ın yıllarca durup dinlenmeden çizip boyadığı tablolarının hiçbiri istediği gibi olmadı ve yaptığı resimlerde hep bir eksik buldu.
 
Bu tedirginliğini fark eden Ran'ın bir gün çağırıp "Ders yapacağız." demesi üzerine Balaban, "diyalektik felsefe", "sosyoloji", "ekonomi po­litik" alanlarında dersler almaya başladı.
 
Ran'ın Malta'da volta atarken anlattığı dersleri hiçbir yere not almayan Balaban, her şeyi hafızasında tutup bir sonraki gün Hikmet'e anlatarak çalıştı.

Başarılı ressam, dersleri sona erdikten sonra Ran'ın "Ben büyük şairim. Sen de büyük ressamsın. Tekrarla bu sözü̈." demesi üzerine her gün bu sözü tekrarladı.
 
Bir dönem İmralı'ya yarı açık cezaevine yollanması üzerine ustasından ayrılan Balaban, Savcı İzzet Akçal'ın desteğiyle burada da resim yapmaya devam etti. İki yıl boyunca doğa resimleri çizen Balaban'ın ilk tablosunu cezaevinin doktoru satın aldı.
 
Balaban, İmralı'ya gelen yeni savcı tarafından önce Edirne'ye Yanık Kışla'yı boyamaya gönderilirken, cezasının bitmesine az bir süre kala ise 8 yıl daha yatmak üzere Bursa Cezaevi'ne geri yollandı. Böylelikle bir kez daha Nazım Hikmet'le bir araya gelen Balaban, 1950'de çıkan af yasasından yararlanarak cezaevinden çıktı.
 
İlk sergisini Fransız Kültür Merkezi'nde açtı
 
İbrahim Balaban, askerliğinin ardından ilk sergisini Fransız Kültür Merkezi'nde açtı.
 
Ünlü ressam, 1959'da ikinci sergisini açmadan önce bir süre köyünde yaşadı. O dönem Anadolu'yu dolaşarak Hitit kabartmalarını ve heykelleri inceleyen Balaban bu eserlerden yararlandı.
 
Yurt içi ve yurt dışında birçok sergiye katılan ve kişisel sergiler düzenleyen İbrahim Balaban, "Yeni Dal Grubu" sergisindeki bir tablosundan ve Gazi Dergisi'nde çıkan bir resminden dolayı yargılandı. Balaban bu iki davadan da aklandı.
 
"Ne mutlu bana ki Türkiye'de doğdum"
 
Sanat dünyasında, "Anadolu insanının yaşamından ve halk efsanelerinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi yapıtlar üreten ressam" olarak değerlendirilen Balaban, 1979- 1980 arası Almanya ve Hollanda'da yaşadı.
 
Sanatını "Birinci Dönem", "İkinci Dönem", "Nakışsı Dönem" ve "Oyuncaksı Dönem" gibi dönemlere ayıran Balaban, son yıllarda belirli temalar üzerine çalışmaya başladı.
 
Ünlü ressam, açtığı "Erenler- Evliyalar", "Bereket Anaları" konulu sergilerinin yanı sıra "Geçmişimizin Masala Duruşu", "Yaşama Kavgası", "İnsanların Yarışı" ve "Hayvanların Tokuşu" konu başlıklarında çalışmalar üretti.
 
Sanat anlayışını "Sanat yaşantının izdüşümüdür. Konu bir özdür. Her öz kendi kabuğunu yapar. Ben insanı santimetrik ölçülerle değil, diyalektik yöntemlerle resmediyorum. İnsan-doğa ilişkisinde üretim araçlarının insana bir kimlik kazandırdığını ve bu nedenle benim resimlerimi de biçimlendirdiğini söyleyebilirim. Ben boyaları açık-koyu leke endişesiyle değil, figürlerin özünde çakmaklanan ışığı yakmak için kullanıyorum. Ata göre insan değil, insana göre at çiziyorum." sözleriyle dile getirdi.
 
Resimlerinde Anadolu köylüsünün yaşam ve uğraş biçimlerini işleyen sanatçı, eserlerinde köyden kente göç sorunlarını, kendine özgü resim diliyle yansıttı.
 
İbrahim Balaban, 1990'da İnsan Hakları Onur Ödülü'nü, 1998'de Truva Sanat Ödülü'nü, 1999'da ise Türkiye Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (GESAM) Ödülü'nü aldı.
 
Nazım Hikmet'in hayatına ışık tuttu
 
Nazım Hikmet Ran’ın "Ben burada bir ressam Yunus Emre keşfettim. Köylü, orta köylü, köy mektebinde okumuş, berberlik ediyor içerde. Ben resim yaparken başımdan ayrılmaz. Nihayet bir gün boya istedi, verdim ve ilk iş olarak aynada kendi resmini yaptı. İkinci portre bir şaheserdi ve şimdi üç aydır şaheser portreler yapmakla meşgul. Bütün boyalarımı ona verdim.” diye yazdığı Balaban, onunla beraber geçirdiği günleri de kitaplaştırdı.
 
Nazım Hikmet Ran’ın hayatının bir dönemine ışık tutacak bazı gerçekleri, birlikte ve ayrı ayrı anılarını anlatan Balaban, "Nazım Hikmet'le Yedi Yıl" ve "Nazım Hikmet ve Biz" kitaplarını yazdı.
 
İki bine yakın yağlı boya tabloya imza atan sanatçı, 50’nin üzerinde sergi açtı, 12 kitap kaleme aldı.
 
Nazım Hikmet Ran’ın “Köylü ressam” adını verdiği Balaban, Türkiye’de doğmanın verdiği mutluluğu şu sözlerle aktarmıştı:
 
"Mapuslarda sürünmüş olsam da ne mutlu bana ki Türkiye'de doğdum, bu ülkede yaşadım ve bu ülkede öleceğim. Şimdi oğlum Nazım, Bursa Seçköy'de doğduğum harap evi 'Balaban Müzesi' adıyla açmak istiyor. Bu gerçekleşirse mutlu olacağım."
 
"Balaban’ın atı, elleri ile görmesini bilen bir ressamı haber veriyor"
 
Abidin Dino'nun “Balaban'ın resmi neden bu kadar yer etti bende? Balaban'ın yağız bir atı var ki aklımdan çıkmıyor. Arkadan çizilmiş, boynunu yere eğmiş bir at. Balaban’ın atı, elleri ile görmesini bilen bir ressamı haber veriyor. Belli ki Balaban, o atın bakımı ile uğraşmış, onu eyerlemiş, sulamış tımar etmiş, otlatmış. Böylesine bir ilgi ile çizilen at, Balaban’ın atı olur. İşin içinde sevgi ile bilgi bir arada. Balaban, kendine özgü üslubuyla uzun bir dönem kırsal kesim yaşamını aktardı tablolarına… Balaban çizdiğini yaşıyor, biz sadece seyrediyoruz." sözleriyle övdüğü Balaban hakkında, Yaşar Kemal ise şu değerlendirmeyi yapmıştı:
 
“Bir umut ışığıdır sarıyor insanın içini. Yuyor, temizliyor cümle karanlığı. İşte bu, Balaban'ın kuvvetidir. Balaban söylemek istediğini kestirmeden söylemesini biliyor. Ben Balaban'ın her tablosunu bir türküye benzetiyorum. Şöyle ki, her türkü bir hikâyedir. Bir olaydan çıkmıştır. Olaydan çıkmayan hiçbir türkü yoktur. Olayı anlatınca da hayatı en kestirmeden anlatıyor türküler. İşte Bursa'nın Seçköy'ünden Balaban'ın her tablosunun bir hikâyesi var. Ve hayatından bir parça her tablosu… Rengi ve ışığı ile bir parça…”
 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir