Devlet Tiyatrolarının Mutfağını Görünce

SEMRA YILMAZ
Devlet Tiyatrolarının Mutfağını Görünce
 
Büyük bir heyecanla atölyeleri dolaştık.
Zamanda yolculukta gibi hissettim kendimi…
 
Sanatçılarımız Devlet Tiyatrolarının 12 bölgesinde 36 yeni oyun ile maharetlerini ortaya koyacaklar. Bu 36 oyunun 8’i başkentte sergilenecek: ‘Küçük Burjuva Düğünü’, ‘Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını’, ‘Vatan Yahut Namık Kemal’, ‘Lüküs Hayat’, ‘Maskeliler’, ‘Leyla ile Mecnun’, ‘Gulyabani’ ve çocuk oyunu ‘Mavi Pullu Balık’
 
Herkesin sosyal medyaya ve cep telefonlarına kilitlendiği bir zaman diliminde tiyatroya kilitlenenler de var. Umarım kadim kültürlerin hatırası tiyatro eskiden olduğu gibi çokça hayatımıza girer, o pozitif sahne enerjisiyle bizi kucaklar, sımsıkı sarar.
  
Tiyatro nedir diye bir gaf yapmak istemiyorum. Ben tiyatroya göz musikisi derim. Gözden gönüle akan bir musiki, ruhumuzu incelten bir musiki… Ormanda yolculuk gibi… Kuş sesi, yaprak hışırtısı, rüzgâr vızıltısı, gözlerimizin önünde akan capcanlı bir nehir gibi… Pastoral bir tablo… Tiyatro budur işte; insanı insana “insanca” anlatabilme sanatı. Kültürel gelişmeyi sağlayan, sanatsal yaratıyı en etkin biçimde topluma aktaran bir araç. Bu yüzden olsa gerek tiyatro denince insanların yüzünde bir gülümse yer alır, insanlar mutlu olur.
           
Devlet Tiyatrolarının Mutfağını Görünce
 
Geçtiğimiz günlerde işin mutfağına konuk olduk. İşin arka cephesinde neler olup bittiğini görmek istedik. Onun için yolumuzu “Tiyatro Atölyeleri” çekimlerine düşürdük. Yanımda, -daha doğrusu ben onların yanındaydım- Devlet Tiyatroları Basın ve Halkla İlişkiler Birim Sorumlusu Yılmaz Serter Kırçıl ile TRT Haber muhabiri Ayşe Neva Akben vardı. Adım atar atmaz kendimi büyülü bir orman şatosunda buluverdim sanki! Kimler ya da neler yoktu ki orada! Tasarımcılar, heykeltıraşlar, ressamlar, kostüm kreatörleri, atölye şefleri, perukçular, marangozlar, butaforlar, demirciler, sahne kunduracıları, terziler ve daha sayamayacağım bir sürü kişi/kişiler ya da meslek grupları… Herkes sahneye konanı görse de maalesef asıl emek ve emekçiler o arkada gizli birer kahraman olarak duruyorlar ve kimse onları görmüyor! Üzerine basarak tekrarlamakta fayda var: Arka planda yer alan kahraman emekçiler olmasa sahne siyah beyaz bir hayalden başka bir anlam ifade etmez.
 
Biraz da bu gizli kahramanları görmek için oradaydık, “Tiyatro Atölyeleri” çekimlerindeydik. Her adımda gözlerimi kamaştıran sahneler vardı. Hiçbir ayrıntıyı atlamamışlar. Sanat ayrıntılarda saklı değil mi zaten? Küçük bir ayrıntıyı atlamak bazen büyük bir kombinezonu darmadağınık etmek demektir.
 
Erkek terzisinden başladık gezmeye… Erkek sanatçılar için dikilen özel tasarımların nasıl dikildiklerini gördük. Hemen arkasından şapka atölyesi vardı. Rengârenk şapkalar, kostüm kreatörleri, sahnede kullanılan eşyaların atölyeleri… Marangozundan demircisine; ahşap ustasından kartonpiyercisine kadar yok yok… Dedim ya her şey var,  bir çarşı gibi… Büyük bir heyecanla atölyeleri dolaştık. Zamanda yolculukta gibi hissettim kendimi… Çekimler tamamlandıktan sonra vedalaşarak ayrıldık Tiyatro atölyelerinden…
 
Yazımın son satırlarını Anton Çehov’un sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Halk için tiyatro sözü de, halk için edebiyat sözü gibi saçmadır. Gogol’u halkın düzeyine indirmemeli, halk Gogol’un düzeyine çıkarılmalıdır.”
 
 

Bir yorum

  1. AbdulBari Karabeyeser

    Yüreğinize, kaleminize sağlık Semra Hanım. Çok içten ve okunmaya değer bir metin. Okurken kendimizi fazlasıyla o şatonun içinde hissettik. Bence siz hep yazın, yazmaya devam edin… Yazmak yenilenmektir, yenilenmektir, diri kalmaktır boyuna..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir