Bizi Yüreğimizden Tutan Adam

İSMAİL OKUTAN
Bizi Yüreğimizden Tutan Adam
 
Yedi güzel adamdan biriydi O. Eserlerinden ve sevenlerinden başka bir varlığı yoktu şu dünyada. Eşine ender rastlanır, mütevazıdan da öte denecek bir hayat yaşadı. Yaşam şekline tam olarak zühd denir mi bilmem ama öyle bir şeydi aslında. Kudüs’ü tekrar etmesiyse bir vird gibiydi. Yaşayan efsanelerden biriydi O. Adeta kendini sevdasına belki de dertlerine adamıştı. Derdini seven adamdı. Bizi yüreğimizden tutan adamdı.
 
Ailesi edebiyatseverlerdi. Sevdası Kudüs’tü. Derdi Kudüs’ün özgürlüğüydü. O yüzden ben devrimci Müslümanım diyordu. Çünkü biliyordu ki şartlara ve maddeye teslim olmuş muhafazakâr kuşağın dumura uğramış zihinlerinde devrim yapmadan ne bir fert kurtulabilir ne de Kudüs ve Filistin kurtulabilirdi. O yüzden her konuşmasının başında ve sonunda şu cümleleri tekrar ederdi. ‘‘Ben, Anti Kapitalist, Anti Emperyalist, Anti Faşist, Anti Komünist Anti Nazist, Anti Siyonist, Anti Nasyonalist, Anti Soyalist ve en önemlisi de Türkiye özelinde olmak üzere Anti Firavunist bir bilince ve iradeye sahip devrimci bir yazarım” diye haykırıyordu duvarlara ve zihinlere.  
 
O Yüreğinde Kudüs sevdası ile birlikte tireye titreye ayrılıp gitti aramızdan. ‘‘Benim için yazı yazmak bir bakıma savaşmak demektir,’’ demişti bir gün. Zulme karşı savaşarak ayrıldı bu dünyadan. Hakka Yürüdü ayaklarında Kudüs gücü ile birlikte. Onun bizi yüreğimizden tutam bir sözü de şöyleydi; "Yaşasın ezeli ve ebedi ulu önderimiz Hz Muhammed’e olan sarsılmaz bağlılığımız. Hz Muhammed'den başka ulu önderimiz yoktur ve olmayacaktır. Ne Mutlu Müslüman'ım diyene'" Bu cümleyi ilk duyduğumda çok heyecanlanmış ve kendimi farklı bir düşünce akımının çekimine uğramış olarak bulmuştum. Büyük üstat bu sözleriyle düşünce hastalıklarını tedavi ediyor, bizi yüreğimizden yakalıyordu.
 
Konuşmalarında aslında bir öğretim metodunu uyguluyordu. Tekrar ede ede nihayet Kudüs’ü Müslümanların yüreğinde bir dava haline getirmeyi başardıktan sonra Hakka Yürüdü, ayaklarında Kudüs gücü ile birlikte.
 
Bizden başka bir şeydi o. Hem nesil olarak hem düşünce olarak çok farklı bir insandı. Edebiyatımızda Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’tan sonra yeni ve büyük bir halka oluşturmuştu Nuri Pakdil. Yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük devrimcisi Hz Muhammed’in ayaklarının izinden yürüyordu. Bu yüzden Hz. Muhammed'in Miraca çıkarken ayak bastığı en son toprak parçası olan Kudüs’ü çok seviyordu. Onunla özdeşleşmişti adeta. Bu yüzden Kudüs’ü sevda edinmişti kendine. Bir Kudüs aşığıydı. Kudüs’ü çok seviyordu. Sevgisinin ve aşkının temelinde de ezeli ve ebedi önderimiz diye hitap etmekten büyük zevk aldığı Hz. Muhammed vardı.
 
‘‘Kudüs'ü niçin çok seviyoruz? Ulu önder Hz. Muhammed'in Miraca çıkarken ayak bastığı en son yeryüzü parçası olduğu için seviyoruz. Kudüs'ü ilk kıblemiz olduğu için seviyoruz. İstanbul'u ise Ulu Önderimizin övdüğü ve fethini müjdelediği tek şehir olduğu için seviyoruz. Bizim sevgimizin temelinde Hz. Muhammed'in sevgisi ve bağlılığı vardır’’ diyordu. Aslında üstadın ezeli ve ebedi önderimiz Hz Muhammed tanımlamasının içinde ret ve hayır söylemini barından bir protesto vardı. Yaşayan efsanelerden biriydi Nuri Pakdil.
 
Hani sen hep bize; ‘‘kalbimin bir yarısı Mekke, diğer yarısı Medine; üzerinde bir tül gibi Kudüs vardır," diyordun ya ağabey, Rabbim senin kabrinin üzerini Kudüs’ten bir tül ile örtsün, sana rahmet eylesin.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir