Mevlana’nın Aşk ve Hakikat Çağrısı

HANİFE DÖNER
Mevlana’nın Aşk ve Hakikat Çağrısı
 
Aşksız olma ki ölü olmayasın, aşkta öl ki diri kalasın” diyen Mevlana ölümün “ayrılık” değil “kavuşma” olduğunu söylemiştir. Tam da bu yüzden Mevlana’nın vefat yıldönümü yüzyıllardır vuslat (kavuşma) yıldönümü olarak kutlanır.
 
Mevlana’nın aşk ve hakikat çağrısı bugüne kadar hep yanıt buldu bundan sonra da yanıt bulacağı muhakkak. Onun çağrısında öze dönmek vardır.
 
Mevlana, çağının çok ötesinde bir düşünceyle, çağlar üstü islam düşüncesiyle gönüllere ve akıllara seslenmiş, yaşadığı yüzyılda ve gelecekte insanlığın yaşadığı, yaşayacağı olumsuzlukları çok iyi tahlil etmiştir. “Dünle beraber gitti cancağızım/ Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diyerek aslında yüzyıllar ötesinden, yüzyıllar sonrasının sözünü söyleyerek, öğütleriyle hazreti insan olmanın ve bu dünyada hep beraber dostluk, barış ve sevgi içerisinde yaşamanın tarifini vermiştir. Bu anlamda her bir sözü, şiiri ya da öyküsü üzerine cilt cilt kitap yazılabilir. Türk tasavvuf kültürünün en önemli kişiliklerinden biri olan Mevlana,  insanoğlunun yüzyıllardır üzerinde tartıştığı konulara çözümler sunan ve hiçbir insan arasında ayrım gözetmeyen manevi bir öğretici ve aydındır çünkü.
 
Yüzyıllar ötesinden bugüne ışık tutabilmiş olması odak noktasının tamamıyla insan olmasından kaynaklanmaktadır.
 
Çünkü o karşılıklı sevgiyi, saygıyı, barışı, dostluğu hoşgörüyü, herkesi eşit sayan birleştirici gücü dünyaya tanıtmıştır. İnsan olmanın gerekliliklerini kısacası özlemi duyulan kavramları hayatımıza sokarak,  uyuyan gönüllerimizi uyandırmış, ufkumuzu genişletmiş, gönüllerimize böylelikle ışık tutmuştur. Mevlana’nın fikri hayatını, insanlara verdiği mesajları layıkıyla anlayabilmek için en önemli vesikaları olan eserlerine, özellikle muazzam, her zekâyı ve her devri tatmin etmiş en ünlü ve en hacimli olan eseri Mesnevi’ ye;  dolayısıyla Mesnevi ‘de yer alan hikâyelere bakmak lazım. Bu hikâyelerde insanlığa iletmek istediği o kadar çok mesajlar vardır ki yalnız idrak edebilenler için eşi bulunmaz bir ilim, idrak edemeyenler için de basit birer hikâye olmaktan asla öteye gidemezler.
 
İnsanı çok iyi tanıyan Mevlana insan olmanın gerekliliğini her daim ön plana çıkarmıştır.
 
Burada Mevlana’nın birçok insan görüşünden birkaçının üzerinde durmak istiyorum. İnsanlar farklı din dil mezhepten olabilirler fakat ona göre her insan eşittir. Gökkubbenin altındaki tüm insanlar yaratılış olarak kardeştir. Her dilden, milletten, mezhepten, ırktan insanı, en başta Allah’ın yarattığı ve yaratıcının nurunu taşıdığı için sevmek panteizmini onun eserlerinde ve düşüncelerinde buluruz. İnsanları birlik hamuruyla yoğurup, Ferhat misali kalplerdeki ayrılık dağlarını delmiştir. İnsanlara bağlayıcı ve müşterek bir dil tavsiye eder ki bu da en güzel anlaşma vesilesi olan Gönül Dili’dir. Her dilden, milletten insan onun nazarında idrak etmeye en elverişli bir duyuş ve düşünüşe sahip olan yeryüzündeki tek varlıktır.  O zaman insan düşünme ve anlama melekesine sahipse, duyuyorsa, sezinliyorsa tek ve gerçek hakikati bulmalıdır.
 
Ey kardeş, sen sadece duyuş ve düşünüşten ibaretsin. Geri kalanın ise yalnızca et ve kemiktir.”  deyişi bunun içindir. Ruhların mimarı Mevlana, özellikle ruha edep ve tevazu tavsiye edip çalışmayı da öğütler.
 
Ey Gönül / Sen, sen ol kimsenin gönlünü yıkma / Dikenin ucuna çık da edep çizgisinden çıkma!” deyişi boşuna değildir. Çünkü edep,  beşeri diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. Aynı zamanda edep, kişinin gönül aynasıdır. İyiliği, cömertliği, terbiyeyi ve özellikle de aşkı çok vurgular. Aşkın kibri, benliği,  nefreti yok ettiğine ve nefsin bütün ümidini kestiğine inanır. En ayıpladığı kötülük hasettir. Yeryüzünde barış ve dostluk içinde yaşamanın önemini vurgular. “İnsanların savaşı çocukların kavgasına benzer, hepsi de saçmadır “ der. “Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır” gibi dostluğun altın kuralını bizlere hatırlatır. Kişinin davranışlarına ve dini inançlarına karışılmasını asla doğru bulmaz. Küsmek için bahaneler aramak yerine sevmek ve sevilmek için bahaneler bulmamız gerektiğini bize öğütler. “Kalbin edebi sükûttur. Susan kurtulur. Güzellik dilin altında gizlidir. Sükût, incelik, edep ve zarafet insanı her gittiği yerde sultan yapar” der.  “Aşksız olma ki ölü olmayasın, aşkta öl ki diri kalasın” diyerek gerçek aşkın insanı ölümsüz yapacağını anlatır.
 
İnsandaki kötü huyların üzerinde de eserlerinde genişçe durur. Bunların insanları ne gibi durumlara sürükleyeceğini, ne gibi kötü durumlara düşüreceği uzun uzun misallerle anlatır. Hem de öyle bir anlatır ki sanki bütün ömrünü bunları müşahede etmekle geçirdiğini sanırsınız. Söz sultanı Mevlana,  işte bu düşünceler doğrultusunda, insanlara sevgi yolunu göstermiş, dostluk bağının en tatlı kardeşlik çiçeklerini dermiştir. 13.  asrı aşarak, vermek istediği mesajı bugünlere ulaştırabilmiş, yalnız bilim ve edebiyat çevrelerini değil tüm fikir ve sanat dünyasını etkilemiş, eserleri dünya çapında büyük ilgi görmüştür.
 
Kâmil insan bir damlada gizlenmiş deniz, bir zerreye sığınmış güneş gibidir. Ve bizim bugün onun verdiği mesajlara hala ihtiyacımızın olduğu muhakkaktır.
 
Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’e yaptığı  ‘’mutlu yaşam ‘’ öğüdünü burada hatırlatmak istiyorum. Bize de yapılmış olan bu nasihat,  umarım hayat yolumuzu her dem aydınlatır:
 
‘’Ey oğul!
Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol,
hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç̧ kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol; iğne gibi olma!
Eğer hiç̧ kimseden sana kötülük gelmesini istemiyorsan; kötü söyleyici ,
kötü öğretici,
kötü düşünceli olma!
Bir adamı dostlukla anarsan,
daima sevinç içinde olursun.
İşte o sevinç cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi de düşmanlıkla anarsan,
daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu dert de cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit gönül bahçen çiçek açar,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit,
gönül bahçen dikenler ve yılanlarla dolar;
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve veliler böyle yaptılar; içlerindeki temiz karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu; hepsi gönül hoşluğu ile
onların ümmeti ve müridi oldular.’’

(Ahmed Eflakî’den naklen, Ariflerin Menkıbeleri, II, 213, 214)
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir