Savaşı Durduran Kuşlar 

İSMAİL OKUTAN
Savaşı Durduran Kuşlar | ÖYKÜ |
 
Oturduğu yerde iyice sıkılan Berat, ayağa kalktı, pencerenin kenarına geldi. Evleri uzak bir tepenin başında bulunuyordu. Camdan dışarıyı, beyaz şapkalı dağları, geceleri uğultusu duyulan derin vadiyi, yeşil ovaları, yeşil sırtları, yeşil tepeleri seyretmeye başladı. En yakın komşuları kaç kilometre uzaktaydı, bilmiyordu? Hiç arkadaşı olmamıştı bu yüzden. Dışarıya çıkınca hep yalnız oynuyordu. Geceleri dolunayı, gündüzleri kuşları arkadaş edinmişti kendine. Akşamları ise kanaryası ile konuşuyordu. Yeryüzünde büyük bir savaş çıkmıştı. Artık üzülmekten, ağlamaktan, bir şey yapamamaktan, çaresiz kalmaktan utanıyordu Berat.
 
Ne zaman böyle pencerenin kenarına gelse hüzünle bakıyordu, kuşlar da onu görüp cıvıldaşıyor, onun gelişine ve gülüşüne seviniyorlardı. Sonra gelip onun pencerenin kenarına koyduğu ekmek parçalarını yiyorlardı.
 
İşte o an Berat'ın beklediği andı. Hemen başladı onlarla konuşmaya.
 
“Nerede kaldınız, ben sizi bekliyorum burada kaç saatten beri?”
 
“Ne yapacaksınız, bir şey mi diyeceksiniz bize?”
 
“Savaş çıktı, haberiniz var mı, savaş. Yüzyılın savaşı. Duyarsız, sorumsuz insanlar gibi bu savaşa seyirci kalamayız biz. Yüzyılın savaşı nedir siz bilir misiniz?”
 
“Hayır, biz bilmiyoruz, senden öğreneceğiz şimdi. Biz ne yapabiliriz ki bu küçücük halimizle.”
 
“Hayır, öyle değil, küçük bir gayret bile bazen dünyayı kurtarmaya yeter. Bu İyilerle kötülerin, mazlumlarla vicdansızların arasında çıkan acımasız bir savaştır, yüzyılın savaşı.”
 
“Biz ne yapacağız o savaşta?”
 
“En büyük görevi siz yapacaksınız o savaşta, siz.”
 
“Nasıl yani anlayamadık?”
 
“Sizin göreviniz, savaşta o kötü ruhlu adamları vicdana getirecek, savaşmaktan vazgeçirecek olan çiçekler bulup çoğaltmak, bütün kuşları çağırıp kötülerin üzerine salmak, kötülük ordusunun kalbine korku salmak için o gün gökleri doldurmaktır.”
 
“Bu çok zor bir görev değil mi? Bunu nasıl yapacağız, sen biliyor musun?”
 
“Biliyorum tabi. Önce yeni bir çiçek türü geliştirip yetiştireceksiniz. Öyle bir çiçek olmalıdır ki savaş günü kötülük ordusunun etrafını sarıp başka hiçbir şey görmeden dönüp gitmelerini sağlamalıdır. Onların üzerine öyle bir koku salmalı ki o yeni çiçekler, gaz bombası gibi kalplerini vicdan ve merhamet ile doldurup öldürmekten ve savaşmaktan vazgeçmelerini sağlamalıdır. Acılar coğrafyasının gözyaşlarını dindirmelidir.”
 
Peki, o zaman. Öyle bir çiçek türü yetiştirip çoğaltabilir miyiz, bilemiyorum? Savaşta zulüm ve kötülük dolu her askerin niyetini değiştirecek kadar dinler mi bizi, o kadar koku salar mı? O kadar sever mi, o kadar dinler mi, çiçekler bizi?”
 
“Evet, evet ben bundan eminim. Sizden şüphem yok, siz bu işi başaracaksınız, çok iyi biliyorum.”
 
“Ben biliyorum nasıl yapacağımızı,” dedi hüthüt kuşu. “Papağanları ve kargaları çağıralım, onlarla konuşalım onlardan bu işi bilen bir kuş çıkar mutlaka.”
 
“Biz artık gidelim,” dedi Berat'a kuşların reisi gökkuşağı kuşu. “Biz artık gidelim, bir an önce çalışmaya başlayalım. Kiminle nasıl ne yapacağız, hazırlık yapalım.”
 
“Olur, tabii gidin, önce yeni çiçek türü bulma işinden başlayın bence.”
 
“Balon uçuran, uçurtma uçuran, top oynayan çocuklar yaşasın yeryüzünde sonsuza dek ve doyasıya” dedi kuşların reisi.
 
“O kadar sever mi, çiçekler bizi,” dedikten sonra düşündü içinden. “Sever ya, sever tabi, neden sevmesin ki, çiçeklerle kuşlar birbirinin dostudur her zaman. Çiçeklerle birlikte hareket edip savaşı durdurmak için birlikte mücadele etmeliyiz o zaman.”
 
Bir gülümseme kapladı yüzünü böyle düşününce. O sevinçle uçup gitti diğer kuşların yanına. Hemen bir toplantı yaptı. Kargaları ve papağanları çağırmak için güvercinleri gönderdi. Çağrılan tüm kuşlar geldiler toplantıya.
 
Kuşların reisi gökkuşağı kuşu, yüksekte bulunan bir ağacın tepesine konup sevinçle konuştu; “Kötüler kalabalık ve savunmasız bir şehre saldırmak için hazırlanıyorlar, kara harekâtı için üç gün süre vermişler. Savaşı durdurmak için insanlardan ne bir ses var, ne bir seda. Ne bir çalışma var, ne de bir gayret. Bu süre dolmadan önce, bizim çiçeklerle birlikte mutlaka bir şeyler yapmamız lazım. Savaşı durdurmak için sadece üç günümüz var, bir gün geçti bile.”
 
“Yer gök, dağ taş, dere tepe, her yer reislerinin çağrısına uyup gelen kuşlarla doluydu. Hepsi bir anda cik cik diye öterek evet, evet diye karşılık veriyordu. “Bu hain savaşı, bu canileri durdurmalıyız, çocukları, kadınları, ihtiyarları, insanları ve kuşları kurtaracak güç var bizde. Hep birlikte hareket edersek savaşı durdurabiliriz.”
 
Kuşların reisi tüylerini kabartıp sevinçle uçmaya hazırlandı, “teşekkür ederim hepinize, herkes tam kıta hazır olup benden haber beklesin, ben emir verdiğim anda hep birlikte harekete geçeceğiz ve bu savaş durduracağız,” dedi.
 
“Direne direne kazanacağız,” diye göklere yükselen kuş ordularının haykırışları arasından uçup gitti Berat'a doğru.
 
Berat merak ve endişe içinde yine pencerenin önüne gelip camın kenarına ekmek kırıntıları koyup gözlerini bulutlara dikip bekliyordu. Kuş gelip camın kenarına kondu, ekmek kırıntılarını yedi, sonra kafasını kaldırıp baktı.
 
“Ne yaptın güzel kuşum, akıllı arkadaşım, sevindirici bir haber getirdin mi bana, diye sordu?”
 
“Evet dedi cik cik diye öterek. Çiçekler ve kuşlar olarak biz hazırız. Ne zaman dersen biz harekete geçeceğiz, senden emir bekliyoruz.”
 
“Çok güzel,” dedi Berat. “Az zamanımız kaldı, herkes teyakkuzda olsun. Ben emir verdiğim anda bütün kıtalar harekete geçsin. Kimin ne yapacağını sen önceden herkese öğret, herkes görevini çok iyi öğrenmiş olmalıdır.”
 
“Evet, evet öyle yaptım ben de. Tam kıta hazırız biz, her yer, çiçek orduları ile, gök, kuş orduları ile tam teyakkuzda bekliyor. Onlara göz açtırmayacağız, silahlarını bombalarını patlatmaya bile zaman bulamayacak savaş düşkünü merhametsiz askerler.”
 
“İyi o zaman, sen kuşlar ordusunun başına geç ilk ateş ile birlikte benden gelecek emri bekleyin.”
 
Gökkuşağı kuşu uçup geri geldi, guk guk sesleri ile ekibini çağırdı yanına, on kıta kuş on kıta çiçek ordusunun başına en akıllı kuşlarını komutan tayin etti.
 
Ertesi gün kara hareketi için ilk silah patlamadan önce kuşlar ve çiçekler ordusu ayaktaydı. Berat emir gönderdi, gökkuşağı kuşu da o emri komutanlarına iletti. İlk silah patladığında bütün çiçekler kocaman goncalar açarak tankların üstünü kapattılar, silahların tetiklerini sardılar, silahların namusunda açtı bazı çiçekler. Füzelerin namlusuna doldurdular, hiçbir silahın tetiğine basamadı, hiçbir füzeyi ateşleyemedi ve hiçbir tankı çalıştıramadı askerler.
 
Uçaklar ilk bombayı attığında bütün kuşlar gökleri doldurdular, kara bulutlar gibi çöktü kuşlar uçuş pistine, pilotlar istikametini şaşırıp dağlara çarptılar, paramparça oldular. Havalanmak isteyen uçaklar uçamadı. Bazı kuş orduları hava alanlarına koştular, hava sahasını tamamen uçuşa kapattılar, sisten daha kötü bir hava oluşturdular. Hiçbir savaş uçağı uçamıyordu. Pilotlar: “Ne oldu böyle, nereden geldi bu kadar kuş, tam da gelecek zamanı buldular,” diyorlardı, sağa sola koştururken sinirlenip bağırıyorlardı.
 
Bir komutan: “Bombalayın bu kuşları, öldürün hepsini,” diyordu. Panik içinde peş peşe bombaladılar gökyüzünü. Ölen kuşlar peş peşe düşüyordu yere. Şimdi daha kötü olmuştu, hava alanın her tarafı kuş ölüleri ile dolmuştu. Bu sefer uçaklar kalkış yapmak için bir metre bile gidemiyordu yerinden.
 
Şimdi komutan daha da sinirlenmişti, burnundan soluyor, önüne çıkan her şeyi tekmeliyor, yumrukları sıkıp gözlerini göklere dikiyordu; “Ah kuşlar ah, siz nereden çıktınız ha nereden, neden başka zamanda değil de bu vakitte, sizi kim gönderdi, kim tembihledi sizi,” söyleyin diye bağırıyordu.
 
Hepinizi öldüreceğiz, zehirli sis bombası atacağım size, hiçbiriniz kurtulamayacak elimizden, bir kuş kadar canınız var,” diyordu kuşlara fakat bir şey de yapamıyordu işte.
 
Hayır yenilmedik demeyeceksiniz, biz sizi yeneceğiz, bütün gökleri dolduran Milyarlarca kuş, sizin sonunuz olacak. Güneş karanlığa yenilmiş vakitlere doğar, adalet zulme boğulmuş toplumlara doğar. Sen bilmiyor musun ki savaşın nizamından doğar barış, mazlumlardan yükselen feryatlar kurtuluş çağrısı olur vicdanlı yüreklerde. Ne kutsaldır ki mazlumların ufkuna açılan pencereler bir gül mevsimine açılır her zaman, zulmün en koyu olduğu anda bir kurtuluş çıkar ortaya,” diye karşılık verdi, kuşların bilge reisi.
 
Arada bir kalkabilen uçaklar da uçuş menzil kapalı olduğu için yolunu şaşırıp nereye gideceklerini bilmiyorlar, gidip gidip bir yere çakılıp infilak ediyorlardı.
 
Sinirleri iyice allak bullak olan komutan: “Çabuk kalkın, çabuk kalkın, şu kuşların hepsini öldürün, temizleyin gökyüzünü,” diyordu çıldırmışçasına.
 
“Kuş kadar canınız var, şimdi bir bomba ile öldüreceğiz hepinizi.”
 
“Siz yenilmez, canı yanmaz ve kanatılamaz mı zannediyorsunuz kendinizi, öyle mi, şimdi küçük gördüğünüz o kuşlar esaminizi okuyacak, efsanenizi yerle bir edecek. Kış uykusundan uyandıracak dünyayı kuşlar. Mazlumların kanında boğulacaksınız hepiniz.”
 
Kalkan her uçak kendini infaz edercesine gidip bir yere çakılıp infilak ediyordu. Sonunda ne kalkacak uçak kaldı ne de kaldıracak pilot.
 
Yeryüzünün en lanetli, en kuduz kavmine karşı büyük bir zafer elde etmişti kuşların dayanışması. Kirli ve acımasız savaşı engelleyip çocukları, kadınları ve tüm insanlar ölümden, savunmasız kalmış tüm şehirleri talandan, kıyımdan ve yıkımdan kurtardılar.
 
Ne zaman zuhur ederse çocukların yüzünde hüzün, dünyanın sonu gelir o zaman. Acımasız savaşı bitirdiler bunun için.
 
Artık üzülmekten, ağlamaktan, bir şey yapmamaktan kurtulmuştu Berat.
 
Artık kış uykusundan uyandırmıştı dünyayı kuşlar. Artık aşk ve sevgi kazanmış, nefret ve öfke kaybetmişti yeryüzünde.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir