İLKNUR İŞCAN KAYA
Umudum ve Umutsuzluğum
Bugün, iki ağır misafir ağırladım; çam kokularının arasında, kırmızı badanalı evimde…
Umudum ve umutsuzluğumdu kapımı çalan… Birbirlerini hiç sevmezken, aynı zamanda gelmeleri tesadüf müydü bilinmez, elimdeki portakalı tabağa bırakıp kapıya yöneldim.
Hangi kapıyı açmalıydım önce…
Yol tarafındaki kapıda, umudum vardı. Kapıyı açtığımda lodos esintisini hissettim yüzümde ılık ılık… Sıcak bir selamdı birbirimize verdiğimiz…
Bahçe kapısında, umutsuzluğum çıktı karşıma. Poyraz soğukluğuyla. İlk bakışta üşüttü… Ayak uçlarımda hissettiğim soğukluk… Ne zor bir seremoni…
Umutsuzluğum “portakal” dedi. Omuzları çökmüş, gözlerinin altı torba torba ağırlık taşıyorken; göz kapakları, bastonuna yaslanmış, dik durmaya çalışıyordu. “Evet, portakal…” diyebildim.
Portakal kokusunun yayıldığı bir akşam mı kaybettim çocukluğumu ve çocuk kahkahalarımı? Portakal bahçelerinde koştuğum vakitlerden hangisinde yitirdim anılarımı? Elini kolunu sallayarak altınlarımı değil, güvenimi çalan hırsız, portakal zamanında mı girdi yuvama?
Umutsuzluğum bahçede göz gezdirirken etrafa, umudum cam kenarından bize bakmakta… Gülümsüyorum ona. Güzelliği kıskandıran güller açmış yüzünde, kocaman yapraklı. İki tarafında zarafetini katmerleyen gamzeleri… Başında mutluluk tacı. Bekliyor sabırla. “Az kaldı” diyorum aklımla. Onaylıyor başı.
Umudum; kadife akşamlarda duyduğum hangi şarkıda tanıştık seninle? Hangi defterin arasında sakladım? Damla damla varlığıma akarak, kuşların etrafında cıvıldaştığı gölümde mi? Gölü besleyen şiirin mısralarında mı?
Dönüyorum usulca önüme. Umutsuzluğum karşımda. Keşke hiç konuşmasa. Kelebeğin kısacık yaşamındaki, elvan elvan kanatlarının coşkusunu acıtmasa. Ve küçümsemese… Tırtılın umuda ördüğü kozaya saygı duyabilse… Çilesini paylaşmasa da… Ezmese… mücadelesine meftun filizlerimi. Koparmasa… koruk üzüm tanelerimi. Yıkmasa… mektebimin iskelesini.
Son geldiğinde kaybettiğim imtihan günlerini, hayallerimin kilitli sandıkla deryada seyahatini, bulutların karanlıklara gebe oluşunu anlatmıştı…
Yıllar umutsuzluğun da öğretmeni belli ki… Pişmanlığın ağırlığı mı gözlerindeki?
Parmağım dudağımda. “Sus” sessizlik koridoru aramızda.
Yükseliyorum dağ olup taşlarımla… Arkama bakmadan koşuyorum umuduma.
Kapımı kapatıyorken usulca, umudum karşımda. Elindeki tepside hislerim. Kâselerde sevinç, çocukluk, vefa, sevda, umut… Bir tutam hepsinden. Yanında karanfillerin, begonyaların gülümseyerek baktığı desenli vazo. İçinde umut bahçesinin taptaze çiçekleri… Burcu burcu kokusu yayılıyor salonuma…
Umudum; hep ol hayatımda… Yanı başımda. Birlikte yürürüz sonsuzluğa. Umuda…
Pencereden baktığımda umutsuzluğum, sokağın köşe başında. Taşları itiyor bastonuyla. Yeri yok ışığını açmış dünyamda.
Portakal kokusu umudu yaymakta…