MEHMET ÇETİN
Milli ve Evrensel Vicdanın Emekle İmtihanı
Gandi’ye kulak vereceğimiz yerde, yüzyılımızın en etkin iktisatçılarından büyük Lord Keynes’in sözünü dinlemeyi yeğlemiyor muyuz? 1930 yılının dünya çapındaki ekonomik bunalımı sırasında duygulanarak “torunlarımızın ekonomik olasılıkları” üzerinde spekülasyon yapan Keynes, herkesin zengin olacağı günlerin pek o kadar uzak olmayabileceği sonucuna varmıştı. Ondan sonra artık “yine amaçları, araçların üstünde ve iyiyi de kullanılışlıya yeğ tutacağımızı” söylemişti.
“Fakat ayağınızı denk alın!” diye sürdürmüştü. “Bütün bunların gerçek olması için zaman henüz gelmedi. En azından daha bir yüzyıl boyunca kendimizi ve başkalarını iyinin kötü, kötününse iyi olduğuna inandırmalıyız; çünkü kötü işe yarar, iyi işe yaramaz. Açgözlülük, tefecilik ve ihtiyatlılık daha bir süre tanrılarımız olmaya devam etmelidirler. Çünkü ancak onlar bizi ekonomik gereksinimlerin tünelinden günışığına çıkarabilirler.”
Küçük Güzeldir, E.F.Schumacher, S.16-17
İnsanlığımız, sabrımız, tahammül gücümüz sınanıyor sanki. Bütün toplumlar ve insanlar değerleri ile kazanmak arasında bir seçime zorlanıyor sanki. Herkes her şeyin farkında. Doğruyu, güzeli, iyiyi, insanca ve insanlığa uygun olanı herkes biliyor, görüyor, anlıyor ama tercihini aksi istikamette kullanıyor.
Yoksulluk, yolsuzluk, dejenerasyon, tüketim hırsı ve arzusu evrensel bir çılgınlık olarak bütün dünyayı kuşatırken, bu çılgınlığın devamı için insanlık tarihin hiçbir döneminde görülmedik biçimde büyük maliyetler ödüyor.
Afrika açlık ve yoksullukla, Ortadoğu ve Asya petrol uğruna çıkarılan savaşlarda oluk oluk akıtılan kanla, Avrupa gelişmişliğin getirdiği sosyal ve bireysel sorunlarla baş edemiyor. Dünyanın hemen her ülkesinde adaletsiz bir bölüşüm almış başını gidiyor. ABD’de bile 20 milyona yakın insan açlık sınırında yaşıyor.
İnsanlık kazandıkça kaybediyor. Büyüdükçe küçülüyor. Güçlendikçe zayıflıyor. Çünkü her kazanç, her büyüme ve güç büyük yıkımlar, acımasız bir sömürü ile elde ediliyor. Her başarı bir haksızlıkla, her zafer bir zulümle kirleniyor.
Dünyanın kuzeyli ve batılı ülkelerinin lehine olan gelişmişlik doğulu ve güneyli ülkelerin yoksulluğu pahasına ve kaynakları yağmalanarak sağlanabiliyor.
Dünyada her yıl bir öncekine göre açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan nüfusun sayısı artıyor. Ücretli kesimlerin gelirleri gelişmiş ülkelerde de geriliyor. Son yıllarda batılı ülkelerde varlıklı kesimlerin gelirleri altı kat artarken ücretlilerin gelirleri sürekli azalıyor. Sosyal devlet olmanın getirdiği sosyal harcamalar kısılıyor. Terör bahane edilerek demokratik hak ve özgürlükler daraltılıyor. Irk, dil, din ve cinsiyet ayrımcılığı örtülü bir şekilde destekleniyor.
Ne yazık ki, bütün bu olumsuz küresel gelişmelerden ülkemiz de nasibini alıyor. İşsizlik, yüksek faiz ve enflasyon, yoksulluk ve yolsuzluk, gelir dağılımı adaletsizliği gibi kronik sorunlar yerli yerinde dururken adi ve nitelikli suçlardaki artış ve devlet içine sızmış çeteleşme, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti ve fuhuş ile kötü alışkanlıkların çocuk denecek yaşlara kadar düşmesi hemen herkesi derin endişelere sevk ediyor.
Yasaklar demokrasimizi, dış müdahaleler bağımsızlığımızı, terör milli birlik ve bütünlüğümüzü, yolsuzluk ve çeteleşme devlete olan güveni, işsizlik ve yoksulluk milli ve manevi değerlerimizi tehdit etmektedir.
Bütün bunlar kendimize olan güvenimizi aşındırırken hiçbir başarımızı göremeyecek bir karamsarlığa sürükleniyoruz. Çünkü Türkiye’deki her olumlu ve olumsuz gelişme tuhaf bir şekilde işçi, memur ve bunların emeklileri ile orta gelirli kesimlerde kötüleşmeye sebep oluyor.
Enflasyon artışı da ücretler ve maaşlarda gerilemeye yol açıyor, düşmesi de. Kriz dönemlerinin de bedelini işçi ve memurlar ödüyor, krizsiz dönemlerin de. Küçülmenin ve daralmanın da bedelini aynı kesimler ödüyor, büyüme ve kalkınmanın da. Hiçbir gelişme ve başarı toplumun geniş kesimlerin hayatında bir ferahlamaya yol açmıyor.
Kazanımlarımızı, başarılarımızı, gelişme ve kalkınmamızı toplumsallaştıramıyoruz. Bütün bunların sonucu bizi insanlığımızdan utandıran sonuçlarla karşı karşıya getiriyor. Gazeteler ve televizyonlar her gün bu olumsuzlukları en katı ve kaçınılmaz biçimde yüzümüze vuruyor. Ve biz bu olumsuzlukları küreselleşme ile, ne yapalım gelişmenin ve kalkınmanın bedeli bu mazereti ile normalleştirmeye çalışıyoruz.
Olup bitenler iç dünyamızda normalleştikçe artık her kötülüğü, olumsuzluğu, çirkinliği kanıksar hale geliyoruz, her acı, her trajedi, her çare arayışı körleşen vicdanlarımızda eriyip kayboluyor.
Bu çılgın gidiş karşısında bir an için durup düşünmeliyiz? Bu yaşananlar ne kadar yaygın olursa olsun ne kadar kaçınılmaz gibi görünürse görünsün normal kabul edilemez. Mademki insanız, madem ki olup bitenler içimize sinmiyor, o halde kabul edilemez. Son beş yılda Türkiye yüzde 35 büyürken ücret ve maaşlardaki küçülme kabul edilemez. 15 milyon insanımızın açlık sınırında yaşaması normalleştirilemez. Bu gelir dağılımı adaletsizliği, yolsuzluk, yoksulluk, suçlardaki bu patlama karşısında sesiz kalınamaz. Bir gün kazananın da kaybedeceği bu süreç devam edemez, ettirilemez. İnsanın ve emeğin bu kadar değersizleşmesi hiçbir gerekçeyle izah edilemez. Her gün biraz daha duyarsızlaşmaya, vicdanların körleşmesine, insanlıktan uzak düşülmesine göz yumulamaz.
Hepimiz bir sınavla karşı karşıyayız. Bütün insanlığın vicdanı emek karşısında bir imtihan vermektedir. Emek erdem demektir çünkü. Ve emek insandır, insanın varoluşudur, varlığını devam ettirmesinin ilk ve en önemli şartıdır. Emeği değersizleştirenler insanı, erdemi ve insanın varoluşunu değersizleştirmektedir çünkü. Bundandır ki, emeği değersizleştirenler insanlığa en büyük kötülüğü yapmaktadır.
Milli ve evrensel vicdan emeği hak ettiği değere ve yüceliğe sahip kılmadıkça ne dünyada ne de Türkiye’de bugünkünden daha güzel bir geleceği tasavvur etmek mümkün değildir.
Bu imtihanı kazanmak zorundayız. Çünkü bu imtihanı kazanmak bir çöküşü, kaosu, akan kan ve gözyaşını, yoksulluğu ve her türlü insanlık dışı tutumu önlemenin yegâne şartıdır.
_________________________________
Mehmet Çetin’i Rahmetle ve Özlemle Anıyoruz