MEHMET ALİ BAL
Güzelliğin Heykeli Donarken
Kelimeler ve anlamlar da insanlar gibidirler. Önce anlamlar insanın anne rahmine düşmesi gibi aklın ve duyguların evrenine serpiştirilirler. Tıpkı incecikten yağan bir kar gibi toz toz uçuşurlar. Uçuşan soyut anlam parçacıklarının üzerlerine içine savruldukları evrenin somut varlıkları olan tozları, parçacıkları, yıldızları ve güneşlerinin her tür yansıması dökülür. Bu gizemli varoluş sürecinde bir bütün halinde kelimelerin doğuşuna tanık oluruz. Artık manası ve maddesiyle, ruhu ve bedeniyle kelimeler vardır.
Güzelliğin doğuşu da böyledir. Güzelliğin soyut kökleri, şifreleri, gizemli gen dizilimleri anlam evrenine atılırlar. Bundan sonraki iş sanatkarların ilham ağlarına takılmalarına ve dehanın ateşlerinde yanmalarına kalmıştır. Bu öyle bir cazibe odağı ortaya çıkarır ki, soyut güzelliğin kanatlarına madde evreninin parçacıkları yapışırlar. Sanatkarın dehasında pırlanta gibi bir güzellik şaheseri tasavvur edilmeye, oluşmaya başlamıştır. Artık doğum olmuş kadar yakındır.
Güzelliğin içinde doğduğu her eser bir şahesere dönüşmeye başlar. Bir çoğumuz güzelliği şaheserlerin bir sıfatı ya da özelliği gibi düşünürüz. Halbuki güzellik bizatihi eserin ruhudur, kendisidir, canıdır, özüdür. Sanatçının elinde ve ruhunda eserin kalıbında donmaya başlar. Bu donmayı bir statik bir varlık olarak algılamamak gerekir. Bu bir insanın yaratılması gibidir, bir canın üflenmesi gibidir. Eser bizatihi can ve ruh sahibidir; hissiyat ve tarz sahibidir.
Sanatçı bir kez eserini yarattı mı o eser artık canlıdır, kendi yaşamını bağımsız sürdürür. Kraliçe Nefertiti'nin Altın maskını düşünelim, yüzyıllardır kadim Mısır ihtişamı ile yaşamaktadır. Gücün, güzelliğin, dönemlere hâkim politikanın sembolüdür. Rönesans heykellerini, Yunan sanatının yarattığı heykelleri bir de bu açıdan bakarsak, adeta malzemesi mermer ya da sanatı itibariyle her an canlanacakmış ya da zaten canlıymış hissini yaşatırlar bize. Ürpermemek elde değildir. İşte Selimiye, Süleymaniye sonsuz güzellik tahtına kurulmuş Koca Sinan gibidirler. Asırların hışmına direnen su kemerleri ise sonsuzluğa uzanma çabasını sergileyen insan ruhunun adeta gerdanlığa dönüşmüş güzellik numuneleridirler.
Lüks ürünleri de zamanla bu şekilde gördüğümü ve hissettiğimi söyleyebilirim. Her eserin içindeki güzellik mayesini ve ruhunu idrak ettiğimde ürperdim, hayran kaldım. Barok ışıltıların içinde doğduğu mücevherler maddeleri kadar anlamlarıyla da etkileyici göründüler. Her bir pırlantanın sonsuz güzellik dünyasından düşen bir damla olduğunu bilmek öylesine heyecan vericiydi ki. Bu tıpkı Nisan yağmurlarıyla oluşan incinin doğum süreçleri gibi sanatçının ruhunda, marifetinde, elinde donan, yontulan, süslenen güzelliğin donma ve doğma süreçleridir kuşkusuz. Bu süreç, nice sanatçının ruhunu emerken, nice olayları ve duyguları da içerir. Eserin üzerine bazen zamanının bazen de zaman ötesinin varoluş parçacıkları yağarlar. Varoluş sürecinde bilindik ölçüler yoktur artık. Bazen değerli bir taşta ateş donar. Bazen zarif bir altın yaprakta bahar donar, sararır. Bazen şaheser bir saat zamanın en kritik, en doğurgan kesitlerini ve keyfiyetini temsil eder. Öyle ki, felsefesi estet varlığını da aşabilir. Zarif çantalar, şallar, kalemlikler, vs güzelliği ve zarafeti temsil açısından mazruf ile uyumlu hale gelirler.
Güzellik öyle bir soyut varlık ve değerdir ki, varoluşunun tüm süreçleri emsalsizdir. Heyecan ve ilham vericidir. Nihai evrensel heykelinde donduktan sonra nasıl bizi etkiliyorsa o donma süreçlerinin her birinde bizi kendi heyecanı ve ruhuyla sarar. Bir kere sardı mı, bu kez de güzelliğin şaheserleri insanlar içindeki ikizlerinin ruhlarında donmaya başlarlar. Güzelliğin içimizde donması çok ayrı bir serüvendir. Zira bazen bir güzellik için bir yaşam boyu arayışta oluruz.
Güzelliğin donduğu zamanlarda yaşamanızı diliyorum tüm kalbimle.