Devlet Çelik Çekirdeğinin Yeni Ortaklarına Dair

MEHMET ALİ BAL
Devlet Çelik Çekirdeğinin Yeni Ortaklarına Dair
 
Tarihteki devingenliği idrak edebiliriz ama içinde yaşadığımız devingenliği fark etmek hiç kolay değildir. Özellikle güç değişimlerinde, devletlerin genetik yapılarının dönüşümlerinde eğer dönemin bir öznesi iseniz büyük farklılıkları bile sezemeyebilirsiniz. Devletlerin zirve dönemlerinde hüküm sürenlerin ellerindeki gücü bizatihi kendilerinden vehmetmeleri bir yana ebedi zannetmeleri bu nedenledir. Keza illa ki büyük güç olmaya da gerek yok, küçük güçler içinde olup da uzun süre saltanat ve kudret sahibi olanlarda da ebedi güç vehmi vardır. Adeta verili güç düzenini mutlak kabul eden, hiç değişmeyecekmiş gibi davranan, sosyal yasaların hesap sormasını düşünmeyen nice küçük insanları tarihin sayfalarında buluruz. Bunun yanında dar görüşlülük ile sebepleri sonuç olarak görme, zahirin hakikatini bilememe ayrı bir idrak kusurudur. Ki geleceği inşa edecek olaylar adeta sel gibi volkan gibi devasa dalgalarla önümüzden geçerler de biz bunları göremeyiz.
 
Otrar şehrinin Harzemşahlar valisi İnalcık Cengizin tüccarlarını idam ettirdiğinde bunun neye mal olacağını elbette bilmiyordu. Alaattin Keykubad’ı zehirleyenler İslam coğrafyasının Cengiz İstilasına karşı yegâne ümidini de zehirlemişlerdi. İnebahtı Savaşında donanmaya iki karacı paşa atayan Sokullu için bu iç politikadaki taşları kullanmasından başka birşey değildi. Ama bunun gelecekteki hayati sonuçlarını kavraması mümkün değildi.
 
Bu yazıda, bu güç değişimlerinin başka bir şekilde gerçekleşmesini anlatmaya çalışacağım. Liderler ve tasarrufları, büyük komutanlar ve stratejileri değil sosyal ve kurumsal devingenliği ön planda tutarak bir projeksiyon yaratmayı düşünüyorum. Sanırım 1. Dünya Savaşından sonra gözle görülür maksimalist diş siyaset 1990’larda belirmeye başlamıştı. Türkiye’nin Cumhuriyet ve Batılı Kurumlarının getirdiği şekillenme, AB üyelik sürecinin pozitif katkıları, milli düzeyde oluşan dini / milli enerji, ekonomik anlamda kısmi iyileşme, vb. olgular dikkatimizi maksimalist projelere çekmişti. Mesela Milletimiz bir anda Sovyet coğrafyasında Türk Cumhuriyetleri, eski Osmanlı bakiyesi coğrafyalarda Türkiye’ye yakın toplulukları fark etmeye başlamıştı. Küresel güç mücadelesinde büyük güçlerin politikaları ile de bazı ihtiraslarımız örtüşünce başka bir dünyada yaşamaya başlamıştık. Mesela 2000’li yılların başında Türkiye’nin büyüyeceği, Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin, Gürcistan’ın, Azerbaycan’ın, yeni Türkiye’nin bağlı bölgelerinden olacağı; Ortadoğu coğrafyasında dominant rol oynayacağımız, Balkanlar’da oyun kurucu olacağımız, Kuzeyi başta olmak üzere Afrika’da etkin olacağımız konuşulur olmuştu.
 
Ancak, gelişen olaylar neticesinde, Balkanlar’dan uzaklaştık. Bazı Balkan devletleri NATO ve AB üyesi olunca bizim etkimiz oldukça azaldı. Asli ve tali Türk unsurunun yaşadığı bölgelerde bile etkimiz azalmaya başladı. Ortadoğu ile hatta sadece Suriye ve Irak ile kuracağımız pazar entegrasyonu bile mümkün olmadı, parçalandı. Bölgedeki güçlerden kopuş yaşandı. Gürcistan’da Rusya tekrar gücünü takviye etti. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de bütün küresel güçlerin askeri varlıkları, siyasi hedefleri güçlendi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki devletler ile ilişkilerimiz ciddi zedelendi. Özellikle Kafkasya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da varlık gösterebilmek amacıyla hard power’a başvurduk. Bazılarında büyük güçlerin taşeronu olarak daha azında da kendimiz olarak askeri cepheler oluşturduk. Ancak bu savaşların çok azı hariç hiçbiri sonuçlanmadı. Kan kaybetmeye devam ettik, kayıp süreci devam ediyor. Claudewitch'in hasmın iradesini topyekûn imha, mutlak zafer nosyonundan uzaktayız. Savaşı süreç haline getiren modern zamanların ülkelerinin tutumundan da…
 
Diğer yandan, ekonomik ve ticari bağlamda yaşadığımız nispi iyileşme yerini krizlere bıraktı. Artık, uluslararası platformlarda para dilenen bir siyasi yönetim var. Üstelik milli yapımız çok parçalı hale geldi. Elitlerimiz de kendi aralarında bölündüler.
 
Ayrıca savaş ve kriz bölgelerinden aşiret aşiret veya tabur düzeninde gelen göç dalgalarının sorunlu kısımları Türkiye'de yoğunlaştılar. Bazı kentsel bölgelerde yabancı nüfus oranı yüzde yirmiyi aşmış durumda. Mukayesesi nüfus artış hızı endişe verici boyutta. Bu göç katmanları maalesef dil, kültür, kabul eden millete saygı ve bütünleşme bakımından entegre edilememiştir. Devlet ilgili kurumlarının böyle bir görev ve hizmet için yeterli kapasiteleri yoktur. Yönetici kadrolarda nadir ehil ve donanımlı insan bulunmaktadır. Bu konuda yapılan daha vahim hata ise bu farklı göçmen gruplarının, milis örgütlerinin lider ve askerlerinin hızla vatandaş yapılarak Türkiye'de iç politikada taraf olmalarına yol açılmasıdır. Yani oy kullanmaları, sahada ve internet mecralarında iç politik yaklaşımları yaymalarıdır. Ülkemizin gelecekte büyük kader anlarında kritik kararlar alınırken (Ülkenin bağımsızlığı, savunulması, toplumun ve milli değerlerimizin korunması, bekası, vb.) bu kesimlerin de karar ve hak sahibi yapılması vahim bir gaflettir…
 
Asıl can alıcı kısma dönersek, ülkemize Azerbaycan, Barzani gibi doğrudan yatırım yapanlar, Gürcü etnisitesi üzerinden içeriden grupların sermaye ve siyasi güç temsili dikkat çekicidir. Şimdilerde de Katar, BAE ve S. Arabistan'ın sermayesiyle devlete hulul ettiklerini, artık salt borç verme değil, kritik ve karlı satın almaya yoğunlaştıklarını gözlemekteyiz. Para verirken şartlarını belirleyen bir verdiği oranda ortağınız olmuş demektir. Kritik ve milli kalmasında yarar görülen sektörlerde satın alma opsiyonunu empoze eden güç devlet ile ortaklığını mülkiyetine dönüştürmek stratejisini izlemektedir.
 
Bu gittikçe hızlanan süreci tam hakikatiyle anlamalıyız. Görülen gerçek şudur ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çelik çekirdeği artık tam milli değildir. Bazı kozmopolit yapı ve güçlerden oluşmaktadır. İngilizler (Ağırlıklı olarak Katar üzerinden), Amerikalılar (Savunma sanayii ve askeri ittifak açısından İngiliz, Alman, İrlandalı ve Küresel güç temsilcileri devlette iradelerini dayatma gücüne sahiptirler. Şimdi de BAE ve S. Arabistan Türk Devletinin çelik çekirdeğinin ortakları haline gelmişlerdir.
 
Gittikçe zayıflayan bir konfederasyona dönüşen devletteki birliği, bağımsızlığı, milliliği koruyacak, çalıştıracak devlet kurumları ise hızla bozulmuş ve ciddi güç kaybına maruz bırakılmışlardır. TSK, Yüksek Yargı kurumları, EGM, Diyanet, milli ve bağımsız finans kurumları, Milli Eğitim ve üniversiteler, vb. nicelik değil nitelik kaybına maruz bırakılmışlardır. Dolayısıyla çelik çekirdeği bizim egemenliğinizde olmayan gevşek konfederasyonun önündeki engeller kaldırılmıştır. (Halbuki bir tür konfederasyon olan Osmanlı İmparatorluğunun hem başkentte hem de eyaletlerde birliği, adaleti, savunmayı sağlayacak merci keza yeniçeri ordusu, bir tür farklı etnisiteleri koruyacak adli sistem, imparatorluk ahalisini birleştiren saltanat makamı vardı.) Bu konuya ilaveten medyayı, teknolojik keşifleri ve bilgiyi küresel düzeyde merkezileştiren, tekelleştiren ABD Sistemine ilişkin çözümlemeyi tekrar okumanızı öneririm. Her sistemin buna benzer koruma sigortaları mevcuttur.
 
Son olarak, egemenlik ve bağımsızlık konusunun önemini bu bağlamda tekrar vurgulamak istiyorum. Cumhuriyetin selefi olan Osmanlı İmparatorluğu döneminde siyasi bağımsızlık, egemenlik değerine ayrı önem verilmiştir. Mesela bugünkü Azerbaycan gücünün bir kısmı ile örtüşen Uzun Hasan ve Şah İsmail ile yani özbeöz Türk unsuruyla savaş yapılmıştır. Bunun tersi de Timur'a kaybedilen savaşın gerekçesidir. Bunun nedeni şu olsa gerektir: Aynı kan, kültür, din ortaklığı olan milletlerde egemenlik geçişi çok kolaydır. Bu husus ciddiye alınmalıdır.
 
Devlet yapısının hükümranlık özelliği ve genetik özelliklerinin devamlılığı, millet bünyesinin sağlıklı gelişimi açısından son dönemdeki yaşananları tekrar gözden geçirelim…
 
__________
23 Temmuz 2023

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir