Coğrafya Tarihi Değiştiremez

SELAHATTİN YILDIZ
Coğrafya Tarihi Değiştiremez
 
Yaşadığımız iyi ya da kötü tecrübeler yaşandığı yerde silik bir hatıra olarak kalıyor. Onların canlanması ancak onları hayal edip karşısına oturup konuşur gibi yaklaştığımızda gelir yakınımıza. Cılız bir çocuğun yumruğu ya da renklerini kaybetmiş bir duvar halısının bıraktığı canlılık kadar etkilidir. Bazen de nakavt edecek bir yumruktan kaçar gibi kaçarız geçmişten.
 
Ayak izlerimizi saysak kim bilir kaç trilyon adım eder. Adımları sayarak geri gitmek mümkün değil ama onları takip ederek nereden geldiğimizi hatırlamak mümkündür. Bizi büyüten bilinçli ya da bilinçsiz adımlar şimdiki bizi tatlı ve acı yapan meyve ağaçları. Bahçemiz var, içinde kendi elimizle dikip büyüttüğümüz bir bahçelik. Çocukluktan başlayan bahçıvanlığın adım adım ilerlemesidir bu bağ bahçe işleri. Geçmiş denince aklımıza gelen, ilk gençlik yılları ve çocukluğumuz oluyor. Eminim sizin de öyle oluyordur çünkü insan hep o küçük adımları özlüyor.
 
Zamanın bir vaktinde doğduğum ev yıkılmış, yeni bir ev yapılmış. Bugünlerin iç mimarisinde pek rastlanmayan “hayat”a açılan iki oda, balkonun uç tarafında kiler ve arkada misafir odası. Hayat denen yerde geçerdi hayat. Hem oturma yeri hem mutfak. Dedemle ben misafir odasında yatardık. Ben uyuduktan sonra bazen gizlice sigarasını yakıp içerdi. Dedem hacca gittikten sonra sigarayı bırakmıştı güya ama herkes biliyordu ki dedem sigarayı az da olsa gizli içerdi. Çocuk gibi yakalanmaktan korkardı. Nedense yazıyı yazdığım sırada bu geldi aklıma ve söylemek istedim. Mesela o oda ve tüm diğer odalar hafızamın derinlerinde kaldı. Yaşadığım çoğu şeyi çağırıp karşıma oturtup o anlarla tekrar buluşmak istediğimde şımarık bir çocuk gibi kaçıyor elimden. Onu yakalamak için biraz koşmam gerekiyor arkasından. Ama o anıların çoğu hep saklanıyor. İnsan büyüdükçe ebe oluyor yaşadıkları ise sobelenmemek için uzaklara saklanıyor. Beni unut o çocuk gitti diyor kaçışları ve saklanmalarıyla. Coğrafya yerinde duruyor ama tarih ardından avcıların koştuğu bir av gibi kaçıyor. Ne zaman çocukluğumdaki eve gitsem eşya ve mekân olduğu gibi duruyor ama yaşadıklarım soluk bir resim gibi karşıma dikiliyor.
 
Uzun zaman oldu o eve gitmeyeli. Çocukluğumun geçtiği yerlerde yaşadığım her şeyin peşine düşüyorum her gidişimde. Aceleci bakıyorum çünkü fazla duramayacağım. Coğrafya bana birçok şeyi hatırlatıyor ama tarihi geri getiremiyor. Yıkılan bir devletin izlerini arayıp bulmak gibi. Bir arkeoloğun kazısında yeni bir kalıntı bulmasının heyecanının ötesine geçemiyor. Birkaç gün sonra oradan dönüp geleceğim ve daha sonra zaman biraz daha yaşadığım şeylerin üzerini kapatacak. Belki ilerde uzunca bir zaman kalma imkânım olursa derin kazılar yapma fırsatım olacak. Belki de ben kazdıkça o daha derine inecek bilmiyorum.
 
İnsanların iç dünyası farklıdır tıpkı doğdukları evin, ebeveynlerinin, kardeşlerinin ve kendi özel şartlarının farklılığı gibi. Ama duygular hep aynıdır değişmez. Acı, tatlı, iyi, kötü her ne varsa az ya da çok hepimizde mevcuttur. Herkesin kendi özel tarihi ve coğrafyası vardır. Herkes kendi coğrafyasında kendi tarihini arar. Herkes kendi kalıntılarının arkeoloğudur. Coğrafya bize sadece aynı zemini sağlar ama tarih ölü insanlar gibidir. Mezar taşında künyesi yazar hepsi o kadar. Değiştiremezsin.
 
İnsana acı veren biraz da budur işte. Coğrafyadan sürekli tarihi canlandırmasını isteriz. Bir bankta bıraktığımız hatırayı bile o bankta geri dönüp ararız. Bazen bazı hatıraları o kadar derinden yaşamak isterim ki, olmayacağını bildiğim için rüyamda görmeyi arzularım. Bu isteğim çok nadir olmuştur. Keşke istediğimiz anları rüyalarımıza taşıyabilseydik. Ne güzel olurdu değil mi, insan uyumak için can atardı yatağa.
 
Mesela çocukluğumda bağ bozumu döneminde akşama doğru köy çocuklarıyla Kelkit çayından köye doğru çıkardık. Kelkit çayının kıyısındaydı bostanlıklar. Biz oraya bostanlar derdik. İşte bostanlardan köye gelirken öyle neşeli olurduk ki, güneş kalenin arkasına geçmiş, hafif bir kızıllık düşmüş toprağa ve içimizde cennetten kopup gelmiş bir neşe. Terbiyesiz çocukların yaptığı şakalar o anın güzelliğine karışıyordu. Kikirdeşe kikirdeşe yürürdük o yolu ve ben hep uzasın da bitmesin isterdim. Hatta zaman dursa hiç itirazım olmazdı. İşte o anı rüyamda görmeyi çok isterdim.
 
Hepimizin kendine özel coğrafyası ve tarihi var demiştik değil mi. Evlerimiz, çevremiz, çevremizde gördüğümüz her ne varsa kişisel coğrafyamızdır. İster bir köy çocuğu isterse bir şehir çocuğu olsun değişmez. Ama ben dünyaya yüz defa gelsem çocukluğumun aynı yerde geçmesini isterdim. Emin olun bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Ne yani şimdiye kadar söylediklerim samimiyetsiz miydi? Hayır. Sadece bilmenizi istedim. Belki de korumacı bir tavır bu. Belki de biz izlerimizin çocukları olduğumuz için isteriz bunu. Belki de bu sadece bana özel bir durum olabilir. Kim bilir belki izlerinden rahatsız olup geri dönmek istemeyen de vardır. Bu pek tabi mümkün. Dedim ya yüz defa dünyaya gelsem doğduğum yeri seçerdim diye. Böyle bir şey mümkün değil ama insan hayal eden ve olasılık dışı şeyleri de beyninde tasarlayan bir varlıktır. Aslında dünyaya yeniden gelme diye bir şey olsaydı her gelişte farklı yerlerde yaşamak daha eğlenceli olurdu. Çünkü on defa dünyaya ayrı yerlerde gelmek daha maceralı ve önü görülemez olurdu. Sürekli coğrafya ve tarih değişirdi.
 
On defa dünyaya geleceğimizi düşünelim. Her bir gelişte altmış sene yaşasak, şöyle parmak hesabıyla bir hesaplayalım. Matematiğim hepten zayıftır. Matematiğim zayıf olduğu için de kendimi hiç eksik hissetmedim. Hatta umursamadım bile. Ama matematik önemlidir. Ölçü ve adalet için şarttır. Onu da bilen yapsın. Yapalım hesabı şimdi sevgili dostlar. Altmış seneden on defa gelsek dünyaya yani toplamda altı yüz sene yapıyor. Vay be baya fazla bir sene. Yok canım o kadar da değil Nuh peygamber dokuz yüz elli sene yaşamış.
 
On defa geleceğiz dedik ya, bazı reenkarnasyoncu arkadaşlara da bir hayal ufku açalım biraz. Gariplerim geldik gittik diye heveslenip kısır bir döngüde kalıyor. Madem öyle tarih de coğrafya da değişsin biraz. Bakalım neler çıkacak ortaya. Bunu siz düşünün sevgili okuyucu. Hatta not alarak yapın bu yolculuğu. Farklı coğrafya, farklı hayat, farklı bir insan ve tarih. Dünyanın her kıtasını gezerek istediğiniz kişi olacaksınız.
 
İstediğiniz kıtanın istediğiniz bölgesinde istediğiniz kişi olarak yaşamaya siz karar verin. Her gittiniz yerde coğrafya değişir, yeni bir tarih oluşur arkanızda. Ama ne zaman geri bakarsanız coğrafya değişir ama tarih değişmez. Bunu kaç defa denerseniz deneyin sonuç hep aynı olacaktır. Bugün olduğu gibi.
 
Tarihi değiştirmek mümkün değil ama bize yaşattıklarını önümüze ışık olarak düşürebiliriz. Geçmişi önüne ışık olmayanın bir tarihi olduğu söylenemez. Bir taşın kayadan kopup nedensiz yuvarlanmayla yere düşmesi gibi.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir