İnsan Kalabilmek ve Yaşama Sevinci

LEYLA KARATAŞ
İnsan Kalabilmek ve Yaşama Sevinci
 
Ben; ben olduğumdan beri, hiç bu yıla kadar bu kadar yılgın, öfkeli ve tahammülsüz olmamıştım. Hayatı dans eder gibi yaşamaktır hep niyetim. Koşa koşa işime gidişim, sonra akşam evime dönüşüm, bir dilim mandalinada veya bir Trabzon Hurması’nın o muhteşem besleyici tadında kaybolmak huzurdur, sonsuz huzurdur benim için.
 
Hayvanlara dokunmak ve onları beslemek, okuldaki benim olmayan çocuklarıma sarılmak hep yaptığım ve mutlu olduğum yaşamımdan yansımalardır.  Arada dostlarımla bir yudum kahvenin kara telvesinde hayatı şekillendirmek; doğa ile yarışır gibi uyumlu tonlarda giyinip, parklarda bahçelerde renklerle buluşmak, hepsi işte o kendim olduğum anlardandır. Aslında bütün bunları düşününce yolum doğru ve bana ait gibi geliyordu. Sebepli öfkelerimin dışında patlamalarım zararsızdı. Zorda kalmadıkça haksızlık yapanları affetmiyordum. Çünkü insanlar bir daha bir daha aynı hataları yapmaya o kadar yatkındılar ki, sınır koyarak kendimi koruma altına alıyordum sanki.  Bağışlıyor gibi görünüp ikinci haklarından sonra böyle bir şans vermiyordum.  Aslında ‘mış’ gibi yapılan hiçbir eylem bana göre değildi. Fakat merhaba demek zorunda kaldıklarımızda bile mecburen katlandığımız zamanlar olmaz mı? Olur elbet. İçimizdeki kaynayan kazana rağmen yaşıyorduk işte.
 
Hayata tutunuşum tatlı sert yapsa da beni, kendimle barışık yaşıyorum ve canlıları seviyorum. Bütün bunlara rağmen neden içimdeki çocuk mahzun diye soruyorum kendime. Artık yürekten gülemiyorum, kimseye kaygısızca güvenemiyorum, yoksa kendimi mi kandırıyorum. Kim bilir belki de bir uzmana görünmeliyim diye düşünüyordum. Neden, son zamanlarda hep tek başıma bir sahil kenarına yerleşip yazmak, okumak, yürümek hatta bir kedi ve köpekle yoldaş olmak istiyordum.  Bu kaçış isteği niye. Hiç kimseyi tanımadığım yerlerde soluklanmak ne büyük huzur gibi geliyor bana.  Hani palyaçonun bir hikâyesi vardır. Bilenler bilir, herkesi mutlu edip kendi içimde kan ağlıyordum. 
 
Belliydi her şey; dünyada ki salgın, işsizlik, memleketimin insanlarının ıstıraplarını seyretmek zorunda kalmak, hayvanlara yapılan zulüm, kadınlarımız, gençlerimiz, körü körüne belirsizliğe giden çürümüş insanlık. Yolunu şaşırmıştı adalet, ‘’Bana değmeyen yılan bin yaşasın” fikri ve günden güne içlerine sinen ve en azla yetinmeye itilen halk.
 
Unutmayın pusula doğru kullanıldığında ancak doğru yolu gösterir canlar. İşe güdülenmekten vazgeçip, (istisnalar hariç) hak ve adaletten yana çabalamakla başlayabiliriz. Tek sıkıntımız insan olmak değil insan kalabilmektir. Bütün derdim buydu işte, haksızlığa tahammül edememek…
 
İçimizdeki aslan kükremeden bir şeyler değişmeli. Her şey yerli yerine oturmalı, İnsanca yaşamalıydık.
 
‘’Uyuduğum zaman; toplumdaki duruşumla birlikte beynimdeki bitmek bilmeyen kilitli susuşlarla, öfkemin savaşı arasında kalırken, içimdeki çocuğun yaşama sevincinin kaybolacağını sananlardanım.’’
 
                         

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir