Gogol’un Paltosu

SELAHATTİN YILDIZ
Gogol’un Paltosu
 
Esinlenmek tüm sanat dalları için sahibini geliştiren ve perspektif kazandıran bir unsurdur. Sadece kendi öz dünyasından yola çıkıp kendi yolunu tek başına belirleyen hiçbir sanatçı yoktur. Gideceği yoldaki zorlukların üstesinden gelmeyi hiçbir sanatçı kendi başına gerçekleştirmemiştir. Evet hiçbir sanatçı. Biraz fazlaca iddialı bir cümle oldu ama bunu söylemem için yüzlerce neden ve örnekler var.
 
Tam cümleyi hatırlamıyorum ama sanırım ana fikir olarak şöyle diyordu Da Vinci, “iyi sanatçı iyi hırsızdır, daha iyi sanatçı daha iyi bir hırsızdır” Tabi buradaki hırsızlığı tablo çalan kişilerle karıştırmamak gerek. Buradaki hırsızlıktan kasıt tamamen esinlenmektir. Balzac “Gizli Başyapıt” kitabında ressam olmamasına rağmen resim sanatıyla ilgili öyle can alıcı yorumlar yapmıştır ki, dünyaca ünlü ressamların neredeyse başucu kitabı olmuştur.
 
Esinlenmek, izlemek ve onu kendi düşüncelerine bürüyüp ortaya harika sonuçlar koymaktır. Gözleriyle, aklıyla ve muhakemesiyle çalan bakışları fırlatıp mahir bir balıkçı gibi oltaya vuran balığı çekip çıkartmaktır.
 
Gelelim Gogol’un paltosuna. Palto, Gogol’un yetmiş sayfalık kısa bir hikâyesidir. Olay örgüsü Rusya’nın Çarlık döneminde geçer. Bir paltoya sahip olmanın o kadar da kolay olmadığı zamanlar. Akakiy Akakiyeviç ile paltosu arasında geçen bir hikâye. Tabi burada anlatmak istediğim Gogol’un paltosu değil, çünkü palto güçlü bir tanımın sadece simgesel bir yüzüdür.
 
“Ben Gogol’un paltosunun altından çıktım” demişti Tolstoy. Daha sonra bu sözü Dostoyevski ve Puşkin onayladı. Çünkü onlar da Gogol’un paltosunun altından çıkmışlardı. Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” ve diğer eserlerinde Gogol’un paltosunun sıcaklığını görmek mümkündür. Hakeza Tolstoy’un “Anna Karenina” eserinde yine o paltonun sıcaklığı var. Aslında her bir yazar ve sanatçının gözlerinde bir ustanın paltosu altından baktıkları ilhamlı nazarı görebiliriz.
 
Cemil Meriç çoğunlukla Fransız akımından etkilenmiş olsa da onda birkaç ustanın paltosunu görebiliyoruz. Homeros’tan Balzac’a kadar. Ben kendim öyküsel anlatım noktasında Balzac’ın paltosundan çıkabilmeyi çok isterdim. Deneme ve fikir olarak da Cemil Meriç’in. Bunun büyük lüks olduğunu biliyorum. Ancak böyle bir öykünme olmadan da ilerlemenin pek mümkün olamayacağını götürüyorum.
 
Şunu üzülerek söylemek istiyorum ki bizim yazarlarımızın birçoğunun kimin paltosunun altından çıktığı pek belli değil. Geniş bir genelleme ile haksızlık etmek cüretinde ve hadsizliğinde olmak istemem. Yani bizdeki birçok hikâye ve romancıya bakınca Balzac ya da Dostoyevski’ye nispetle güdük ve cılız bir anlatımda olduklarını görebiliyoruz. Bu batı ya da yabancı hayranlığı değil. Efendisinin ilaçlarını içip kendi derdine derman arayan bir hasta olmayı istemeyiz tabi ki. Kimseyi de efendi konumuna koymak gibi bir derdimiz de yok. Her şeyde olduğu gibi yazın ve sanat dünyasına sonradan dahil olmanın gecikmiş sancıları bunlar.
 
Anlatım dünyasının kendine özgü sihirli odaları vardır. Bu odalara girip aydınlatmak için usta bir mumun ışığına ihtiyaç duyulur. Yani kendi mumunu başka bir mumla yakmak ve onun ışığının gücüyle odayı aydınlatmak.
 
Ben kendimi odaya yeni girmiş ve yanan mumu gören ama kendi mumunu hazırlayan bir yazar adayı olarak görüyorum. Henüz bir mumum yok. Olduğu zaman kiminle yakacağımı biliyorum.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir