Vefa Yokuşunda Cenazeler Ortada Kalır

MUSTAFA ORAL
Vefa Yokuşunda Cenazeler Ortada Kalır
 
571’de Kâbe’de doğan Güneş (s.a.v.) 632 yılında Ravza’da batar. Ahiret yine vefa eder. O (s.a.v.) büyük güneşten kopan Geylani, Mevlâna, Rabbani, Şeyh Vefa gibi küçük güneşler gönderir. En son ve en büyük güneş Zamanın Bediisi Barla’da doğar. İhtimal ki güneş kıyamet günü de Barla’dan doğacak, vefa kazanacak, gönüllerle birlikte Mekke de fetholunacaktır.
 
Vefa, İstanbul’un yokuşlarıyla ünlü semtidir. Şeyh Vefa hazretleri burada medfundur. Şeyhin kabri olsa da Vefalılar vefanın, Şeyh Vefa’nın ve Vafi olan Rabbimizin kadrini tam bilmiyor. Mehmed Âkif, kızının nikâhına Ali Şevki’yi de davet eder. Ali Şevki ihtiyardır. Gecikir. Vefa Yokuşunu çıkışının vakit aldığını söyler. Âkif taşı gediğine koyar: Hangi Vefa Yokuşu’ndan bahsediyorsun? Şimdiki nesil, o yokuşu çoktan düzledi.
 
Zamanın Bediisi de Mehmet Akif gibi vefalı dostlarıyla bir dönem Vefa’da sefa içinde yaşar. Vefa ile vefat kardeştir. Vefasızlığın olduğu yerde vefat vardır. “Allah’ın Sadık Kulu” Üstad da “Dostlardan ayrılık olmasaydı ölüm yol bulup gelemezdi aramıza” diyerek dostlara sarılır. Ne var ki bir dostunun vefasızlığı onu yorar, dünyaya küstürür. O günden sonra dünya ona vefa etmez. İstanbul’dan ayrılır. Ankara ve Van’dan sonra 1926’da Barla’ya gelir.  Barla Sıddıkları dediği vefalı dostlarıyla tekrar hayata bağlanır.
 
İhlaslı kul vefalıdır. Sözüne sadıktır. İhlas abidesi Zamanın Bediisi dostlarını “aziz, sıddık, vefadar, sadakatli” gibi ibarelerle selamlar. Kucakladığını bırakmaz. Bıraktığının da ruz-u mahşerde yüzüne bakmaz.
 
Barla, Medine’si olur. Çok güzel günler geçirir. Ne var ki 8 yıl sonra sürgün edilir. Serbest bırakıldığında vefasını gösterir; köyü yerine Barla’ya döner. Hz. Mustafa (s.a.v.) da Mekke’yi fethettikten sonra Medine’ye dönmemiş midir?
 
Isparta’da Risaleleri neşreder. Bunun için Isparta ve havalisini taşıyla, toprağıyla sever.  “Isparta hükümeti bana ceza verse, başka vilâyet beni beraat ettirse, yine burayı tercih ederim” der.
 
Süleyman, şiddet ve zulmün koyulaştığı bir dönemde Üstadla tanışır. Kelle koltukta, kefen boyunda, ölümle koyun koyuna hizmet eder. Barla Sıddıklarıyla sabahlara kadar kapısında nöbet tutar. Hz. Ebu Bekir (r.a). “Anam, babam sana feda olsun ya Resulallah” dediği için ‘Sıddık’ olur.  Süleyman da “evladım sana feda olsun Üstadım” diyerek ‘Sıddık’ unvanını alır, çağın Ebu Bekir’i olur. Bahçesini tahsis eder. Cennet Risalesi bu bahçede telif edilir. Ondan sonra Bahçe “Cennet Bahçesi” olarak anılmaya başlar.  Süleyman sadakat ve vefasıyla tarihe geçer. Risale cüzlerine, Üstadın dualarına girer.  Dünyadayken cennette gezer.
 
Üstad 18 yıl sonra Barla’ya geldiğinde kendisini bir daha görmeye ömrü vefa etmemiş vefalı dostu Mustafa Çavuş’un evinin önüne gelince gözyaşlarına hâkim olamaz. Mustafa’nın dallarına köşkçük yaptığı, Üstadın da sabahlara kadar dualar ettiği çınar ağacına Mustafa gibi sarılır. Ağaca kendinden ruh verir. Bir dalını on bin altına değişmem, der. Sonra Nur’un ilk dershanesine girer. Eski günleri hatırlayarak hıçkırıklarla ağlar.
 
Eşyaya ruh veren insandır
 
Barla gezgini insanlar, ağaçlar, karıncalar, kediler, tavuklar, fareler gibi eşyaları da dost edinir. Selahaddin Çelebi kaşığını eski olduğu gerekçesiyle atınca gücenir: Bunu nasıl yaptın? Beni otuz yıllık arkadaşımdan nasıl ayırdın? O benim için çok kıymetlidir, derhal bul, getir!
 
Bir başka gün Abdullah Gayretlioğlu’ndan kaşığını tamir etmesini ister.  Kaşık kaynak tutmaz. O da on kuruşa yenisini alır. Üstad sitem eder. ‘Kardaşım sen bilmiyor musun? Bu kaşık benim kırk yıllık arkadaşımdır” der. Bunun üzerine tamir edip Üstada getirir. Üstad memnun olur. On kuruşluk kaşığa yirmi beş kuruş tamir ücreti verir.
 
Dost elbisedir. Gün gelir eskir. Hakiki dostluklar ise sonsuza kadar yeni kalır. Hafız Mustafa Üstada gömlek hediye eder. Eskiyinceye kadar giyer. Giyilemeyecek hale gelince parçalarını yama yapar.  Mustafa’nın akrabası ziyaretine geldiğinde “Bu, Mustafa’nın hediye ettiği gömleğin parçasıdır!” der. Dost dediğin hatırasını sonuna kadar yaşatır.
 
Eşyaya anlam katan mekân ve insandır. Üstad “Görmediğim hiçbir şeyi yazmadım” der. Zaman ötesi alemde Emevi Camiinde Hz. İsa (a.s.) ile görüşür. Horhor Camiinde Hz. Ebu Bekir’le (r.a.) zikreder.  Muş Mescidinde Hz. Ali (r.a.) ve Geylani (r.a.) ile sohbet eder.  İhtimal ki Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) eli o kaşığa, Hz. Ali’nin (r.a.) omzu o gömleğe dokunmuştur. Onların aziz hatırasını korumak için hep yanında olmasını ister.
 
Şehitler vefat etseler de vefalıdır
 
Esaret yıllarında Rusya’da Tatar mahallesinde kalır. Tatarlar çok misafirperver davranırlar. Esaretten kurutulmasına, bir anlamda Risalelerin yazılmasına vesile olurlar. Bundan dolayı onları beş vakit duasına dâhil eder. Hatta kendini zehirleyen Afyon Savcısını Tatar olduğu için affeder. Gün gelir, bu şekilde verilen zehirlerle şehiden vefat eder. 
 
Şehidin dünyadaki tasarrufu devam eder.  Vefa asr-ı hazırın ihmal ettiği duygulardan biridir. Fakat Zamanın Bediisi ve talebeleri birbiri için seve seve canlarını feda ederler. Yeğeni Ubeyd, Üstadın yanında Üstad yerine şehit olur. Üstad üç aylık mesafede esarette bulunduğu zaman, kabrini bilmediği halde, bir rü’ya-yı sadıkada, taht-el arz bir menzil suretindeki kabrine girer. Onu şehidlerin hayat tabakasında görür. O, Üstadı ölmüş bilmektedir. Üstad için çok ağladığını söyler.
 
Binbaşı Asım dualarından istifade etmek için Üstadından önce vefat edip cennet kapısında beklemek ister. Nihayet cennetin kapıları aralanır. 1935 yılında gözaltına alınır. 
 
“Doğruyu söylesem Üstadım zarar görecek, yalan söylesem askerlik mesleğimin şerefine yakışmaz. Yâ Rab, canımı al” diyerek ruhunu teslim ederek, “İstikamet şehidi” olur.
 
Halk korkudan yaklaşamaz. Cenazeyi eşi yıkar. 5-6 kişi kabre koyar.  Geylani’nin ve Üstadın kitaplarına aldıkları Asım’a bile vefasız davranılmışken günümüz insanından vefa beklemek fazla iyimserliktir. Nitekim şimdi de cenazeler ortada kalıyor. Ortalık canlı cenazeden geçilmiyor. Varsın dostlar vefa etmesin. Biz Asım olalım. Öyle bir hayat yaşayalım ki Asım’ın, Geylani ve Zamanın Bediisinin kitabına girdiği gibi biz de onların kalplerine girelim.
 
Üstadının acılar içinde kıvranmasına dayanamayan Hafız Ali, Rabbinden onun yerine kendini huzuruna almasını ister. Duası kabul edilir. Üstadı zehirleyenler onu da zehirler. Bir-iki gün içinde Üstadı yerine şehiden vefat eder. 
 
Hasan Feyzi âşık şairdir. Üstad Denizli’den ayrılınca dayanamaz. Ona canını kurban etmek ister. Duası kabul edilir. O da şehiden vefat eder. Değil mi ki vefa eden vefat etmez, şehitler ölmez.
 
Üstad kendisi için canlarını feda eden Hafız ve Hasan’a vefasını gösterir.  Nerede olursa olsun her sabah kabirlerine gelip o gün hâsıl olan sevaplarını bağışlar.
 
Hz. Mustafa’nın (s.a.v.) Hz. Enes’i (r.a.), Üstadın Ceylan Çalışkan’ı vardır.  “Seni dünyaya vermeyeceğim Ceylan. Yoksa ömrün az olur” der. Ne var ki Ceylan hikmete binaen gerektiği şekilde vefa gösteremez. Ticarete girer. Otuzüç yaşında şehiden vefat eder.
 
Dost dünyada sahip çıkan, ardından dua edendir. Arkamızdan dua edecek Zamanın Bediisi gibi dostlar edinelim.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir