CANER KUT
Lüxxxxxx… |ÖYKÜ|
Gözlerini bankanın lüks koltuklarında bulduğunda, henüz ışığını kaybetmemiş bir lüks lambası gibi duruyorlardı. Genç bir çalışan olarak, ilk kez açtığı bankamatik kapağına vurmuştu; o an kafatasında sönen ışıklar yine de izlerini bırakabilmişlerdi. Gözlerinden biri bir koltuğa diğeri bir müşteri taburesine fırlamıştı. Kafatası, gözlerini kaybetmenin etkisiyle rengini değiştirip sarı ile siyah karışımı bir renge teslim olmuştu. Ses telleri makinenin çarkları arasında toz olmuştu, bir mağara çukuruna düşer gibi… Ağzından çıkacak mekanik cızırtılara alışması gerekiyordu. Makinenin içinde ise ne olup bittiği belirsizdi.
Eve dönüşte avuçlarında sakladığı gözlerini bir süre ovuşturarak canlandırmayı denedi. Sonra avuçlarını daha da sıkıp fırlamalarını sağlayarak uzaklara kadar düşlemeyi istedi. Buna gerek kalmadı. Göz ıslaklığı canlılık hissini veren bir şeydir. Kısa sürede avuçları canlanmış gibi oldu. Avuç içi çizgilerinde de uzakları görebiliyordu. Bunun için gözlerinin avuçları içindeki devinimlerini çözümlemesi yetmişti.
Yalnızdı uzak yakın fark etmeden. İçi boş bir romantizmin mekanik sesine bile muhtaçtı. Klavye sesleri, yazıcıların cızırtıları, kâğıt hışırtısı ve bankamatik makinesini her açışında kapağına çarpan kafasının küt sesi ve gözlerinin yuvalarından çıkıp tekrar girmesi… Avuçlarındaki terleme ile yeniden hayata gelen göz bebekleri… Süslü memur kızların iri bakışlarıyla beslenen göz bebekleri, avuçları terletmekle kalmıyor, parmaklarının arasından süzülüveren enerji ile bellek akışını mümkün kılıyordu.
Sonra, romanlara tutkun bir arkadaşından ödünç aldığı aşk fantezileri. Deniz kıyılarından otel odalarına taşıdığı yakılı ten renkleri. Birlikte büyüyen göz bebekleri, parmakları ses çıkaran aşırı şiirsel kuraklıklar.
Kumlarda buluşan yakılı gölgelerin oynaşmasını seyretti açık bir gecede. Yalnızdı; uzakta da yakında da olsa. Perdeler; arada, önde ve arkada, yakında ve uzaktakilerin kirli oyun alanlarıydı.
Aşktı rüzgârla birlikte arada oynaşan.
Romanlardan ödünç kahramanlar alınmıştı.
Koltuğun üzerine yığılıp kalan gözlerini çukurlarına tekrar yerleştirmeliydi. Parmaklarının arasına aldı ve hemen oracıkta gömüverdi ikisini de. Bu gömdüğü son tanrılarıydı. Yalnızlık tapınağının kutsalları olan gözleriydi. Kısa bir ses kesti ve uykuya daldı.
Sabah olunca “ne yaptım ben!” dercesine fırladı yatağından. El yordamıyla gözlerinin gömülü olduğu tapınağa girdi. Alelacele bahçesindeki toprakları savurdu ve gözlerini çıkarıp avuçlarına yerleştirdi. Bankanın yolunu tuttu.