Labirent

CANER KUT
Labirent |ÖYKÜ|
 
Bir labirentin içinde yaşamak ne demektir, bilirim.
 
Evin kendine ait bir duruşu vardı. Etrafı bu halini bozmak bir yana daha da destekler, küçük kaçamaklara çok zor izin verirdi. Her sabah bilmem kaçıncı denemede ancak evden çıkabilir, akşam bilmem kaçıncı denemede evi bulabilirdim. Sabahın ve akşamın bilmem kaçıncı renk tonunda rastgele bir yol seçebilir bilmem kaçıncı olasılığın kucağına ancak atlayabilirdim.
 
Evin bütün bölümleri de kendi içinde bir labirentti. Bilmem kaçıncı keresinde odalardan birinden çıkışını bulabilir, sonra bilmem kaçıncı keresinde geri dönebilirdim. Karımı ve çocuklarımı (sayısı belli değil) kaç denemeden sonra eğer şansım yaver giderse görebilirdim. Görebildikten sonraki bilmem kaçıncı denemede herhangi birine ulaşabilirdim. Ulaşabilsem de her biriyle aynı şansı yakalamayı ya da onların aynı şansı bulabilmelerini umut ederek bunu yapabilirdim. Çocuklarım henüz küçük olduklarından sık sık ağlarlar ve ağlayışları sayısız denemelerden sonra eğer doğru şansı bulabilirse ulaşabilir ve ben de sayısız denemeleri aşarak bilmem kaçıncısında saçlarına dokunabilirdim. Sistematiğin bir parçasına hâkim olabileceğimi düşündüğüm anda avuçlarımdan kayabilirdi. Çok çok şanslı bir kurada denk gelebilirsem kokularını içime çekebilirdim. Yatağıma eğer bahtım yeteri kadar açılırsa sabaha yakın ulaşabilirdim. Yastığımı kucaklayabilmek bile bir sürü denemeyi gerektirebilirdi. Uykuya dalmak bilmem kaçıncı yap-bozu aşmama bağlıydı.
 
Ya düşe dalmak?
 
İnce bir var-yok arası dokunuş, sessiz bir bakış, bir niyetle mümkündü. Dokunmadan yanan bir marifet ateşi, bir ince bilgi, şeffaf bir kor, elastik bir duruş, ödünç alınmış olsa bile bir gerçeklik parçası, tereddütsüz bir çekiliş… Evin kendi halinde düşlerle oyalanırdım, düşlerimi oyalardım. Örneğin; koyu bir kahve telvesini alır bir sokak boyardım. Biraz sulandırıp açık kahverengi bir ağaç kurusu kenarına yapardım. Ağaç kurusunun altına, suyun deniz mavisini kullanarak bir havuz yapar ve çeperlerine sokaktan gelecek olan bal sarısından su akıtırdım. Günlerdir hayalini kurduğum iğde kokuları atmosferi kaplamıştır. Sonra, taze kahve meyvesinden kırmızı gözbebekleri, durdukça turuncuya benzemeye başlayan meyvelerin boyadığı ağaçlardan sarkan başka türlü meyveler, eflatun ve erguvan çiçekler, acı siyah veya kokulu pembe karabiberler, durdurulması mümkün olmayan bir çağrışım zinciri, çılgın bir akış…
 
Örneğin; bir keresinde, düşümde aynı havuzun başında iken daha derin bir uykunun havzasında uykuya dalmışım. Dev gibi bir gök cismi üzerime hızla geliyor. Göz kamaştırıcı bir renk cümbüşü. Yaklaştıkça renkler açılıyor, küçülüyor ve avucumda bir toz tanesi olarak hayat buluyordu. Toz tanesi, renkli kanatçıkları olan bir hayvancıktı. Kanatlarını ellerinde taşıyan iki yarı-melek vardı. Beyaz ve iki siyah çizgi bulunan elbiseler giymişlerdi. Bir ayakları dünyada, bir ayakları bilinmezde sabitlenmiş gibiydi. Benim bedenimden çıkıyor gibi hareketleri bana aitti. Omuzlarımda iki tane daha vardı. Sonra, önümü, arkamı, sağımı, solumu, her yönümü kaplamışlardı. Aslında benim bastığım yer, dünya ile sonsuz arasında bir çizgi belirliyordu. Sonsuz bir doğru üzerinde, bilmem kaçıncı olduğu hiç fark etmeksizin görünebilecek bir elbise içinde yol alıyordum.
 
Baygın gibi bir halde geri dönerdim. Düş torbasının duvarda asılı durduğunu gördüğümde anlardım; sokak rengini kaybeder, ağaç silinir, havuz kuru bir yatağa dönüşür, ayağım ellerimle kavuşmuş olarak bir süre beklerdim. Belirsiz bir koku yayılırdı. Belirsizliğin kokusu yayılırdı. Hani insan kokusu… Uyanıklığa yavaş yavaş alışırdım. Eski bilincimle çalışmaya başlardım. Sonra bilmem kaçıncı denemeler…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir