FİLİZ SOYDAŞ
İnayet Hanım |ÖYKÜ|
Kapının eşiğine, mevtanın ayakkabılarını yavaşça bırakıp doğruldu. Tahta çitlerin diğer yanında, omuzlar üzerinde sessizce ilerleyen tabuta bakıp, gözlerini sildi. Gözyaşı akmaya devam ediyordu. Yanındaki de ağlıyordu onun gibi. Ona dönüp, “bir seferinde İnayet Hanım’ın, arkandan ağlayacak insanlar olsun, dediğini duydum. Hatta o an içimden dedim ki demek insan öldüğünde bile sevgi istiyor,” dedi. Sessizce giden tabutun içindeki mevta, arkasından ağlayanların dualarıyla toprağın yumuşak koynuna yavaşça bırakıldı. Sonra herkes dağıldı.
İnayet Hanım, otuz yaşındayken, iki yıl nişanlı kaldığı adamdan ayrılınca, kendini mesleğine vermişti. Bir seferinde en yakın arkadaşı ona nişanlısından neden ayrıldığını sorunca:
“Önceliklerim var benim; biraz daha beklemen lazım, dedi. O bana böyle dediği sırada baktım ki her bir önceliği omzuma çarpa çarpa önüme geçiyor. Öncelikleri omzuma vurup önüme geçtikçe, ben bir adım daha arkada kalıyordum. Sonra önümde koca bir dağ gibi biriktiler. Öyle geride kaldım ki yavaş yavaş görüş alanımdan çıktı. Sonra onu görmez oldum. Bir de baktım ki benden kopup gitmiş.”
Bu sözleri, onun nişanlısı ile ilgili biri ile son dertleşmesi oldu; bunun dışında hiçbir zaman konuşmadı bu konuda.
Yüzüğü parmağından çıkardığı günden sonra, ayrılığın vurduğu görünmez pranga ile yürümesi imkansızlaştı, hatta mutlu olması da… O da evlilik defterini kapatıp, işine adadı kendisini. Ara ara aklına geldiğinde içini sızlatan adamı bir daha görmedi, unutamadı da. Yıllar böylece geçip gitti. Zamanla yalnızlığa alıştı ama ayrılığa alışamadı. Hemşirelikten emekli olunca büyük şehirde kalmak için bir sebep bulamamış ve kendini doğduğu topraklara atmıştı. Evlenip çoluk çocuğa karışmadığından yalnızdı, bu yüzden kardeşleri ve yeğenleri onu sık sık ziyaret ederdi. Buraya yerleştikten bu yana, hasta olduklarında elinden geldiğince konu komşuya yardımcı oluyordu. Komşuları da bağdan bahçeden ona erzak getirir bu şekilde teşekkür ederdi. Arada bir de komşusundan güğümlerle ayran taşır ve ayrandan tereyağı çıkartırdı. Yıllar geçmiş ve şimdi yetmiş yaşında, yakasına yapışan hastalıkla boğuşan yaşlı bir kadın olmuştu.
Son nefesine sayılı saatler kala…
“İnayet Abla, dur bırak ben taşırım!”
Elindeki ağır güğümleri karların üzerine bırakıp, karşısındaki delikanlıya baktı. “Sana zahmet olmasın Sadık.”
Sadık gülümseyip hemen güğümleri aldı. “Ooo!” dedi. “Ayran dolu güğümler taşındığına göre mis gibi tereyağı yapılacak.”
“Evet,” dedi. “Yeğenlerime gidecek bu sefer ki. Sobanın üzerinde sıcak çay var. Gel içelim.”
Sadık, seve seve kabul etti bu teklifi. Çay içerken sohbet ettiler. İnayet Hanım’ın engin bilgisine çok güvenir ve akıl danışırdı. Sadık eve dönünce annesine, İnayet Hanım’ı çok halsiz gördüğünden bahsetti. Annesine, bu ara sık sık gidip, onu yoklamasını söyledi.
Ertesi gün, o yıl ki kışın en sert günüydü. Kar ve ayaz öyle bir bastırdı ki bu havada dışarı çıkmanın sebebi, kendi canından daha kıymetli olmalıydı. İnayet Hanım, sobaya kalınca birkaç odun attı. O dışarıdan gelene kadar ev sıcacık olacaktı.
Karlar, göz alıcı ışıltısı karşılığında, insanın görme yetisine göz dikmişti sanki. İnayet Hanım, elindeki kâseyi sımsıkı tutup bahçede yürürken, gözlerini zor açıyordu. Oradan geçen, komşusu, “İnayet Hanım cennetliksin vallahi,” diye takıldı. İnayet Hanım, elindeki kâseye elini daldırıp, bir avuç buğday aldı. “Cennetlik miyim, değil miyim onu Allah bilir ve O, hayvanlar ve çiçekleri yaratmasaydı bu dünyadan mutsuz bir insan olarak göçeceğim kesindi,” diye karşılık verip gülümsedi.
Kuşların karınlarını doyuruşunu huşu içinde izledi. Üşüyüp eve girmek üzereyken arkasından biri seslendi. Ne kadar tanıdık ve sıcak bir sesti bu. Arkasını döndü. En sevdiği, en çok istediği, hayalini kurduğu ve hasret kaldığı tek adam karşısındaydı. Halen çok gençti hatta onu en son gördüğü hali ve kıyafetiyle birkaç metre ilerisinde duruyordu. O aynı şekliyle dururken, kendisinin böyle yaşlı ve hasta olmasından utandı.
Dili tutulmuş gibi kalakaldı bir süre. Ona duyduğu aşk halen taptazeydi. Adam da ona hayranlıkla bakıyordu. Halbuki kendisi öyle gençti ki sanki yıllar onun üzerinden geçmemiş gibi…
Ölümcül sessizliği adam bozdu. “Beni hep sevdin. Oysa ben kendimi önceliklerime ve dertlerime verip seni ihmal ettim, bu yüzden de kaybettim.”
“Evet dertli olandan kaçılır ama ben seni derdinle sevdim hatta derdinle daha çok sevdim. Yanında olmama izin verseydin seni hiç yalnız bırakmazdım ama sen aramıza yıkılmaz duvarlar inşa ettin. Beni duymamaya ve görmemeye başladın.”
Adam bu sefer mahcup bakmaya başladı. “Çok pişman oldum sonradan.”
Kapının eşiğine oturdu ikisi de. Genç adam, “benim yükümü zamanında çok taşıdın. Omzuma dayan, şimdi sen yükünü bana ver,” dedi.
İnayet Hanım dediğini yaptı. Uzun yıllardır özlemini çektiği mutluluğu yeniden yaşadı bu sayede. İkisi de konuşmuyordu şimdi. İnayet Hanım’ın eli, birden acıyla kalbine gitti. Nefes alışı hızlanınca, ağzından çıkıp havaya karışan buhar sıklaştı. Birkaç dakika sonra ise aldığı nefes hızla azalmaya başladı ve az sonra kalbini tuttuğu elini boşluğa bırakmasıyla birlikte kesildi. Son nefesini, hayatının tek aşkı olan adamın hayalinin yanında vermiş oldu. Onu ilk bulan komşusu, daha sonra diğerlerine şunu söyledi, “onun yüzünü bu kadar gülerken hiç görmedim.”