Sündüs Arslan Akça’nın “Hangi Eylül Öpecek Hüzünlü Gözlerimden” Şiirini Tahlil Denemesi

AHMET URFALI
Sündüs Arslan Akça’nın
“Hangi Eylül Öpecek Hüzünlü Gözlerimden”
Şiirini Tahlil Denemesi
 
…Ay tutuldu göklerde güneşi sitem vurdu
…Ya yanık doğdu gönlüm ya aşk böyle kavurdu!
 
Taşır geceden kalma dilim simsiyah bin ah!
Yolu geçmişe çıkar sancı çektikçe seyyah
Ritim tutar ateşle hafiften esen rüzgâr
Alnımda yâr busesi, dilimde tüten efkâr…
 
Pervaneyim gözlerin; düştüğüm dipsiz kuyu
Gözlerinin renginde kırka böldüm uykuyu
Öper alnımdan hüzün, öper yanaktan terim
Bin atlıyı öldürür, başkaldırsa kederim!..
 
Hangi anahtar açar, siteme tutsak dili
Hangi hicran ateşi yakar, susan kandili
Haydi, masalla avun, güne düşmeden ağıt
Haydi, davran bir daha puslu havayı dağıt
Dilimde bir hüzzamdır gerçeğin saklı adı
Düşlerimi taşımaz oldu Kaknüs kanadı
 
Kulağımda kimsesiz ezgilerden fal tuttum
Bir hayal dehlizinde beni bende unuttum
İsyana kalkan başım yüreğimle vuruştu
Gönlündeki değerim bilmem ki kaç kuruştu?
 
Minyatür umutların kaldığı şu zamanda
Uykudaki sancıyı bitir bir gün uyan da
Ölüm kapı ardında, basıp kaçıyor zile
Yetişmek mümkün müdür, nihayetsiz menzile
 
Saf bir çocuk gülüşü, gamzelerimde süstü
O gülüşü kaybettim yine bir akşamüstü
Hangi eylül öpecek hüzünlü gözlerimden
Kaç şiir dirilecek yeniden közlerimden
Nice yorgun bakışım asılı kaldı sende
Gözlerim hep sendeydi bilsen de bilmesen de!..
 
Bulutlar benden önce menziline varmadan
Kanlı gözyaşlarımla daha çok yalvarmadan
Hazan düştü mevsime başım belada yine
Ellerim, o ellerim arş-ı âlâ da yine!..
 
Gün yanığı sesimden hicaz şarkılar dinle
Bir eylül akşamında yüzleş kendi kendinle
Ya bu sevdayı taşı bir edeple, bir arla
Ya uzaklaş yanımdan kırılmış adımlarla
 
…Uzatma ellerini güneşi tutmak için
…Gözlerini kapama ayı unutmak için
 
1-Şiirin Yüzeysel Yapısı
 
Şiir, klasik edebiyatımızda sıkça rastladığımız gül-bülbül mazmunu üzerine kurulmuş bir aşk üzerinden ifade edilmektedir. Ancak Şair, bu aşk mazmununu imge, edebi sanatlar ve farklı göstergelerle zenginleştirip kendi üslup özellikleriyle harmanlayarak güçlü bir şiir ortaya koymuştur.
    
Şiirde7+7=14’lü hece ölçüsü kullanılmış olup uyak ve redifleriyle dize ve beyitlerde ses ahengine derinlik kazandırılmıştır. Altı dörtlük, iki altılık ile başa ve sona konumlandırılan iki beyitten teşkil edilmiştir. İki dörtlük, bir altılık iki defa kullanılarak şekil disiplini oluşturulmuştur. Şiirin disiplinli şekil yapısında da mükemmeliyetçi bir anlayışın hâkim olduğu görülmektedir.
  
Şiirin kafiyelenişi beyitler hâlinde düzenlenmiştir. Çeşit olarak zengin ve tunç kafiyenin kullanılması şiirin ahengini kuvvetlendirmiştir. Keza iç kafiyeler, aliterasyon ve assonanslar da bu ahengi bir üst seviyeye taşımaktadır.
       
İbni Sina, şiirde tahyil terimi üzerinde durur. Tahyil, şiir okuyucusunun zihninde güzel duygular uyandırarak yeni hayal ve imge oluşturmasına vesile olmaktır. Şiirde; söz, melodi ve veznin önemli olduğunu belirtir. Bu şiirde belirtilen özelliklerin uygulandığını görmek mümkündür.
 
 
2-Şiirin Adı Hakkında
 
“Hangi Eylül Öpecek Hüzünlü Gözlerimden’’ başlığında üç önemli gösterge bulunmaktadır. Eylül, hüzün ve öpülecek göz, kendi sözlük anlamları dışında Şair’in iç dünyasının dışa vurumu olarak belirtilmiştir. Bilinçaltındaki duygular, hayal gücüyle birleşerek bilgi, sezgi, ilham, duyuş ve işrakla hemhâl edilip yazıya dökülmüştür.
     
Hasat anlamına gelen eylül, tek başına bir mevsimin adıdır. Güz mevsimi, içlere düşen hüzün ve biraz da maziye kaçıştır. Göç, gurbet ve biraz da camlara vuran yağmurdur. Eylül. “güneş rengi bir yoğun yaprak’’ ve biraz da onları önüne katıp götüren rüzgârdır. Sonbahar hüzün mevsimidir. Yeşilden sarıya, hayattan ölüme geçişin iklimidir sonbahar. Yazla kışın savaştığı zamanın adıdır sonbahar. İnsan hayatının son evresi anımsatır sararan yapraklar. Soğuk sonbahar rüzgârlarının önünde savrulup oradan oraya sürüklenmektir.
     
Bu mevsimde güneş solar, tabiat sararır, insan ruhu gizli bir anlatımın tesiri altında düşüncelere kapılır. Sonbahar, insanı derin düşüncelere sevk eder, hep ölüm hatırlanır. Ölüm korkusu sarar yürekleri. Sonbahar; yalnızlığın, hüznün, bencilliğin, ölümün ve çaresizliğin adıdır. Bu mevsime eskiler güz derlerdi, hazan derlerdi. Hazan; hazin hüznün kardeşleridir. İşte bu yüzden eylül, hüzünlerin vaktidir.
    
Hüzün; gönülde hissedilen gariplik ve burukluk, arzulanan bir şeyin elden kaçması veya istenmeyen bir şeyin başa gelmesi yüzünden duyulan tasa, üzüntü, gam, kederdir. Maddi ve manevi kayıp ve eksiklerden duyulan üzüntüdür. Hüzün, bir amaca ulaşamamanın verdiği kederle ortaya çıkan bir psikolojik bir hastalık olarak kabul edilir. Hüzün aşırı kaygı içinde yaşamaktır. Şairlerin ilham tarlası hüzün, şiirin temelidir.
  
Gözlerden öpmek, ayrılık anlamına gelen bir davranıştır. Görme organı olan göz, öpülürken kapatılır. Bu kapanma bazen veda ediştir. Üstelik şiirin başlığında belirtilen  “hüzünlü gözlerden öpmek’’ ayrılığı daha dramatik bir hâle getirmektedir.
   
Başlık, şiirin adı ve künyesidir. Muhtevanın açıklayıcı, tanımlayıcı sözleridir.
“Hangi Eylül Öpecek Hüzünlü Gözlerimden’’ başlığı okuyucusunu hazin bir eylül vaktinde hüzünlü gözlerden öperek sonu ayrılıkla biten kederli bir aşkın sergüzeştini anlamaya çağırıyor.
 
3-Yanık ve Kavruk Bir Gönül Etrafında
 
Sündüs Hanım’ın “Güvercin Çığlığı’’ adlı şiir kitabını genel değerlendirme yazımın bir paragrafında; “ “Üslubu beyan ayniyle insandır’’ varsayımından hareketle Güvercin Çığlığı, Akça’nın iç depremlerinden sonra gelen artçı sarsıntılar olarak bizde maverai duygular uyandırıyor. Şairi; bazen başını kalbine yatıran bir derviş bazen de ötelerden hikemi sözler söyleyen bir bilge olarak görüyoruz. Bizi alıp götürüyor dağların ardına, orada üzerine gün ışığı düşmemiş acıların feryadıyla tanıştırıyor. Bazen kanatlarının rüzgârında mutluluk estiren bir kuşla dostluk kurduruyor. Ama her halükârda neticesi çığlıklarla yükselen hüzün oluyor.’’ Demiştik.
  
Bu defa adı geçen kitabın; “Hangi Eylül Öpecek Hüzünlü Gözlerimden’’ şiirini üzerinde bir tahlil denemesi yapmaya çalışacağız.
  
Şiir, Divan Edebiyatı nazım şekillerinden gazellerde gördüğümüz ve “Şah Beyit’’ adıyla anılan iki dizeyle başlıyor. Günümüz şiirlerinde de sıkça rastladığımız öncül dize veya öncül beyit diyebileceğimiz bu usul, şiirin en güzel söyleyişi olarak başa tutturulmaktadır. Bu bazen bir atasözü, özdeyiş bazen de şiirin içinde geçen dize/dizeler olabilmektedir. Şiirde tema diyebileceğimiz bu yöntem, okuyucuya bir uyarı olarak da değerlendirilebilir.
 
“Hangi Eylül Öpecek Hüzünlü Gözlerimden’’ şiirinin genel muhtevasına bakıldığında öncül dizelerin konu bütünlüğünü yansıtan “Şah Beyit’’ olduğu düşünülmektedir.
“…Ay tutuldu göklerde güneşi sitem vurdu
…Ya yanık doğdu gönlüm ya aşk böyle kavurdu!’’
Güneş ve ay iki kozmik unsur olarak insan hayalinin en çok anlam ürettikleri cisimlerdendir. Bu yorumlama, toplumsal inanç ve düşüncelerin ortak algıları üzerinden yapılmaktadır. Güneşin ısı ve ışık kaynağı olması onun kutsallığını göstermektedir. Güneş, Gök Tanrı inancında koruyucu ve hayat verici bir özelliğe sahiptir. Güneş gerçek anlamda hep yerindedir. Türk şiirinde güneş, âşık tiplemesiyle şairin yerine kullanılır. Ay, güneşten aldığı ışıkla kendini sürekli yeniler. Fâni olan insan, sonsuzluk içerisinde kendini yenileyen ay’la kavramsal bir bağ kurmuştur. Doğum ve diriliş ay’la anlamlandırılmıştır. Ay’ın hâlleri; yeni ay, hilal, ilk dördün, şişkin ay, dolunay, şişkin ay, son dördün ve hilaldir. Bu döngüsel ritm, hayatı çağrıştırmıştır. Türk edebiyatında ay, bütün hâlleri ile maşukun özellikleriyle özdeşleştirilmiştir.
 
Güneş âşık, ay ise maşuktur. Sevilen, değerini sevenden alır; tıpkı ay’ın ışığını güneşten alması gibi. Âşık Veysel’in; “Güzelliğin on par' etmez, Bu bendeki âşk olmasa.’’ Dizeleri bir bakıma bunun açıklaması mahiyetindedir.
 
Ayın tutulması, güneşi ise sitemin vurması âşıkla maşuk arasındaki ilişkinin olumsuzluğunu belirtmektedir. Tutulmak kelimesi, Kubbealtı Lugatı’nda 28 anlamıyla örnekli olarak açıklanmıştır. Bunlardan dizeyle ilgili olanları; yakalanmak, bağlanmak, kapılmak, tutkun hâle gelmek, âşık olmak, bir olay karşısında konuşamamak şeklinde sıralanabilir. Ayrıca ay’ın tutulması, doğa olayı ile de ilgilidir. Şair burada “ay tutuldu’’ sözü ile tevriye sanatı yapmıştır. Ay’ın tutulmasını söyleyerek aşkının durumunu ifade etmiştir. Tutulmak edilgen, vurmak ise etken fiildir. Ay (sevgili) edilgen olup fiili yapan özneden etkilenmiştir. Güneş (seven) ise etken olup fiili yapan özne kendisidir. Şair, ilk dizedeki olumsuzlukları iki sebebe bağlamaktadır.  Bunlar; Şair’in yanık doğması veya aşkın kendisini kavurmasıyla ilgilidir. Burada leff ü neşir (toplama ve yayma) edebi sanatı yapılmıştır. Şair, ilk dizedeki sözlerini, ikinci dizede yakın anlam ilişkileriyle belirtmektedir.
 
Tabiat kendiliğinden anlamlı değildir. İnsan, tabiatı içinde bulunduğu ruh hâline göre yorumlar, anlam verir. İlk dizede ay ve güneş, Şair tarafından anlamlandırırken ikinci dizede bizzat kendisi devreye girmektedir. Onun gönlü ya yanık doğmuş veya aşk, o gönlü kavurmuştur. Yanık ve kavrulmuş bir gönülde aşkın yer edinmesine imkân bulunmamaktadır. Çünkü orada aşkın bulunma ortamı kalmamıştır. Yanık ve kavruk bir nesnede canlılık belirtisi yoktur.
 
Gönül kavramı üzerinde durmak gerekirse; bir kısım görüşlere göre kalp kelimesinin Türkçe karşılığının gönül olduğu belirtilmiştir. Bazıları ise gönlün kalpte bulunduğunu, kalple bağlantılı ancak kalbin tam karşılığı olmadığını ifade ederler. Gönül, duyguların kaynağıdır. Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır gibi duygular gönülde oluşur. Gönül, insanın iç dünyasında yeşeren bir baharın adıdır. İnsan, Allah’a gönül yoluyla ulaşır. Bu yüzden gönül, arı ve durudur, hiçbir olumsuzluğu içinde barındırmaz. Kin, nefret, hasetlik gibi kötü duygular gönülde yer edinemez. Kalpte bulunan “Nokta-i Süveyda’’, siyah nokta bir nokta olup varlığın özü ve hakikatidir. Süveyda (sevda), gönül noktasıdır.
 
Şair, gönlü litaretürde de belirtildiği üzere aşkın merkezi kabul ederek oradaki sevdanın yanık doğduğunu veya kavrulduğunu söylüyor. Bu öncül beyitte; sevenden kaynaklanan hüzün, onun “kaderci’’ bir bakışıyla hüsrana dönmüştür. Boyun eğiş, kabul ediş bir çaresizlik içinde yapılmaktadır. Artık aşk konusunda ümitler tükenmiş, yenilgiye razı olunmuştur. Her şey bitmiştir artık.
 
Şiirin devam eden bentlerinde Şair, bazen kendi iç dünyası bazen de maşukla bir hesaplaşmaya girmektedir. Şiirin sonunda okuyucu olarak bir sürprizle karşılaşılıyor. Şah veya öncül beyit dediğimiz deyişe bir beyitlik ekleme yapılıyor. Eklenen beyit adeta yeniden başlama ümidi vermektedir. Bunu daha iyi anlamak için şimdi her iki beyiti alt alta alalım:
 
…Ay tutuldu göklerde güneşi sitem vurdu
…Ya yanık doğdu gönlüm ya aşk böyle kavurdu! 
 
…Uzatma ellerini güneşi tutmak için
…Gözlerini kapama ayı unutmak için
 
Birbiriyle anlam beraberliği taşıyan bu iki beyitin birincisinde bir olgu, bir durum ifade edilirken ikincisinde bir istek, bir arzu dile getirilmektedir. Bu arzu ve istek her şey bitti dediğimiz maşuka yapılmaktadır. Ay ve güneş metaforları, göz ve el organlarıyla kavurmak ve vurmak fiillerine yönlendirilmektedir. Burada bir rücu sanatı yapılmıştır.
 
4- Şiirin Semiyotik Anlamına Bakış
 
Şiirin özel bir dille yapılandırıldığı ve yine kendine has bir söz diziniyle ifade edildiği bilinmektedir. Duygu ve düşünceler, estetik/bedii unsurlarla dilin söz yetkinliği üzerinden sunulduğu zaman edebi bir metin ortaya çıkar. Özellikle şiirde; şairin karmaşık duyguları, iç dünyası,’’ an’’lık ortamı, bilgi kaynakları ve bunları söze dönüştürmesi yapılacak tahlili zorlaştırmaktadır. Üstelik tahlillerde işin içene giren; imgeler, mazmunlar, edebi sanatlar, metaforlar, kültürel değer aktarımlar bu girift bilmeceyi daha da derinleştirmektedir.     Gösterge esaslı tahliller günümüz şiir çözümlemelerinde sık kullanılmaktadır. Göstergebilim (semiyotik)’in bir inceleme yöntemi olan bu şiir çözümlemesi göstergelerin üzerinden yürütülmektedir. Semiyotik/ semiyoloji; göstergelerin yorumlanmasını, üretilmesini veya işaretleri anlama süreçlerini içeren bütün etmenlerin dizgesel bir biçimde incelenmesine dayanan bir bilim dalıdır. Gösterge; bir şeyin varlığını gösteren işaret, belirti, başka bir şeyi temsil etme veya imleme anlamındadır. Bir kavram: gösterge, gösteren ve gösterilen olarak üç yönden incelenir.
 
İlk dörtlüğün semiyotik incelemesi şiirin bütünü hakkında önemli ipuçları vermektedir
 
“Taşır geceden kalma dilim simsiyah bin ah!
Yolu geçmişe çıkar sancı çektikçe seyyah
Ritim tutar ateşle hafiften esen rüzgâr
Alnımda yâr busesi, dilimde tüten efkâr…’’
 
Gösterge   : Seyyah
Gösteren   : Yol
Gösterilen: Dilin ah taşıması
Ayrılık————- Alnımda yâr busesi, dilimde tüten efkâr…
 
Ana figür olan seyyah göstergeyi, “yol’’ göstereni ve “taşımak’’ eylemi de gösterileni belirtmektedir. Zira yol, yolcusunu üzerinde taşır. Geceden kalma dil, taşımak üzere simsiyah bir ah yüklenmiştir. Şairin alnına veda busesi konduran seyyah, onun diline de tüten bir efkâr bırakmıştır. Seyyahın yolu, sancı çektikçe geçmişe çıkmaktadır.
 
“simsiyah bin ah- ritim tutan ateş ve dildeki efkâr”, “sancı çektikçe yolu geçmişe çıkan seyyahın geride bıraktığı kişiye bıraktığı hüzünlerden örülmüş bir demet veda çığlıdır. Mevcut hâlin keder ve hüznü, geçmişin hatıralarında bir sancıdır.  Seyyahın vefasızlığı, terk edilende sevgilide ruhi bir bunalıma sebep olmaktadır. “dilim-alnım’’ kelimelerinde kullanılan 1.tekil şahsı şairi mi yoksa başka birini mi işaret etmektedir? Bunun doğru cevabını sonraki dizelerde bulmak mümkün olacaktır.
 
Şairlikte en büyük ustalık kelimeleri yerli yerinde kullanmaktır. Sündüs Hanım, bu konuda yetkin bir şair olarak, semiyotik metotla analiz etmeye çalıştığımız bu dörtlükte, kelimelerin sözlük ve mecazi anlamlarıyla imgesel ve metaforik göstergelerini tam bir uygunluk içerisinde vermiştir.
 
5-Şiirdeki Aşk; Ütopya mı Yoksa Distopya mı?
 
Yazımızın başında şiirin “aşk’’tema’sı üzerine kurulduğunu belirtmiştik.  Şiirde işlenen aşk, ütopik ve distopik anlayışlar arasında gidip gelmektedir.  Şair;
“Saf bir çocuk gülüşü, gamzelerimde süstü
O gülüşü kaybettim yine bir akşamüstü
Hangi eylül öpecek hüzünlü gözlerimden
Kaç şiir dirilecek yeniden közlerimden
Nice yorgun bakışım asılı kaldı sende
Gözlerim hep sendeydi bilsen de bilmesen de!..” dizelerinde ütopik bir dünyaya kapı aralarken,
“Pervaneyim gözlerin; düştüğüm dipsiz kuyu
Gözlerinin renginde kırka böldüm uykuyu
Öper alnımdan hüzün, öper yanaktan terim
Bin atlıyı öldürür, başkaldırsa kederim!..” dizelerinde ise distopik bir olgu içerisinde kıvranmaktadır.  Aşk macerasını hayal ettiği tasarım ve duygunun gerçekleşmesinin imkânsız oluşunu bilerek kendine fildişi kuleden bir mutluluk sığınağı kurmaktadır. Ancak bunun olumsuzluğunu bildiği için geçici saadetinden “karanlık gerçek’’e dönmektedir. Peyami Safa, Yalnızız romanının Prolog kısmında tasarlanan aşk ülkesi Simeranya için şöyle der:
“Yaratıyorum seni ben, kendi arzuma göre.” (s.9)
 
Şairi “alnından öpen hüzün’’ kendisini somut dünyanın sıkıntılarından kaçıp sığındığı soyut âlemin gerçeğine döndürür. Anlık ve geçici ütopya yerini sonsuz hüzne bırakır.
 
Şiirdeki aşk tema’sına bir başka açıdan bakarsak, “platonik aşk’’ olgusuyla karşılaşırız. Platonik aşk; Eski Yunan filozofu Platon’un adından dolaylanmış olup maddeyle ilgisi olmayan, maddî tatmin aramayan, hayalde yaşatılan (aşk, sevgi), eflâtûnî (aşk) anlamındadır. Fuzuli’de platonik aşk; “Aşk derdiyle hoşum el çek ilâcımdan tabîb / Kılma derman kim helâkım zehri dermanındadır’’ anlamını bulmaktadır. Bu aşk, sevgiliyle kavuşmayı değil aşırı özlemi arzu etmektedir. Aşk derdiyle çekilen çileler kutsal bir mahiyet taşımaktadır. Âşık gerçek hayatın değil, iç dünyasında yaşadıklarıyla vardır. Şiirin tamamında hüzünlü, çileli ve zorlu bir aşkın yaşanmışlığı kendini göstermektedir. Bazen çelişki gibi görünün ifadeler aşkın bizatihi kendisidir.
 
6-Şiirin Hasbahçesi: İmgesel Göstergeler
 
Şiirde imgesel gösterge, şairin kendisine mahsus olduğu için alışılmamış, daha önce duyulmamış bir bağlaştırma biçimde kendini gösterir.
“Hangi Eylül Öpecek Hüzünlü Gözlerimden’’ şiiri imgesel anlatım açısından çiçekleri ıtırlı bir has bahçedir. Şiirin pek çok dizesi imgesel bir ifade taşımaktadır.
 
*Güneşi sitemin vurması
*simsiyah bin ah!
*sancı çeken seyyah
*dilimde tüten efkâr 
*kırka bölünen uyku
*Bin atlıyı öldüren keder 
*siteme tutsak dili
*susan kandil
*güne düşmeyen ağıt
*ezgilerden fal tutmak
*beni bende unutmak 
*Minyatür umutlar
*Ölümün zile basıp kaçması
*nihayetsiz menzile 
*yorgun bakışın asılı sende kalması 
*Gün yanığı ses
 
7-Ötelere Taşınan Anlamlar: Metaforlar
 
Edebiyat dilinde metafor, çok yönlü, çok anlamlı unsurları belirtir. Şiirde geleneksel edebi sanatların dışında estetik/bedii ve retorik katkıları ile duygu, düşünce, hayal ve tasarımları daha da zenginleştirirler.
*’’Ya yanık doğdu gönlüm ya aşk böyle kavurdu’’ yanık ve kavurmak kelimelerinin anlam ve oluş yakınlığı, gönül öznesinin hâlini doğmaya ve aşka bağlamaktadır. Doğmak ve aşk kavramları etken olarak gönlü edilgen bir duruma düşürmektedir.
*’’ Öper alnımdan hüzün, öper yanaktan terim’’ Öpme eylemi dudak organıyla yapılırken hüznün alından, terin de yanaktan öpmesi bir anlam aktarmasıdır.
* “Hangi hicran ateşi yakar, susan kandili’’ kandilin yanmaması susma eylemiyle, yakıtı da hicran ateşiyle izah edilmiştir.
*’’ Düşlerimi taşımaz oldu Kaknüs kanadı’’ Mitolojik musiki kuşu olan Kaknüs, öleceği zaman son nefesiyle etrafındaki çalı-çırpıyı tutuşturarak kendini yakar. Onun küllerinden yeni bir Kaknüs doğar. Güçlü kanatları da olan Kaknüs, Şair’in düşlerini taşıyamaz. Çünkü düşler çokluğu ve yoğunluğuyla çok ağırdır.
 *’’ İsyana kalkan başım yüreğimle vuruştu’’ buradaki “baş’’ı  akıl-mantık gerçekliğini, yürek ise duygusallığı belirtir. Bu çekişmenin tezatlığı aklın isyanına, yüreğin romantizmine vuruşmak şeklinde yansımaktadır.
*’’ Gün yanığı sesimden hicaz şarkılar dinle’’ Hicaz makamı alçakgönüllülüğü ifade eder. Gün yanığı ses, içindeki yanık kelimesinden dolayı bir üzüntü belirtir. Şair’in alçakgönüllü oluşu sıkıntı çekmesine sebep olmaktadır. Gün yanığı tende var olurken bunun sese yönlendirilmesi güzel bir metafor ortaya çıkarmıştır.
*’’Bir eylül akşamında yüzleş kendi kendinle’’Şair, kendi kendisiyle yüzleşme vakti olarak niçin eylülü seçmiştir? Zira eylül, bolluk ve bereket mevsimi olan yaz’ın sonbahara geçiş zamanıdır. Eylül, insan ömrünün yaşlılık dönemini de gösterir.
 
8-Şiirin Dil ve Üslup Özellikleri
 
234 kelimeden oluşan şiir, yaşayan Türkçe’yi esas alarak yazılmıştır.
Divan şiirimizde sık kullanılan “pervane’’ mazmunu bir kez kullanılmış, ancak farklı bir anlam yüklenmiştir. Yanan mumun etrafında dönen pervane sonunda mumun ateşinde yanar. Bu ilişki, âşıkla maşuk alakasına aktarılır. Âşık, sevgilinin etrafında pervane olup döner. Aşkın ateşi, sonunda seveni yakar. Âşık, sevgili için yanıp tutuşur. Oysa “Pervaneyim gözlerin; düştüğüm dipsiz kuyu’’ dizesinde kullanılan anlamda pervane olan âşık sevgilinin gözlerindeki dipsiz kuyuya düşmüştür.
 
’Düşlerimi taşımaz oldu Kaknüs kanadı’’ dizesindeki Kaknüs mitolojik bir kuş adıdır.
“Ellerim, o ellerim arş-ı âlâ da yine!..’’ dizesinde geçen arş-ı âlâ, diziliş bakımından yabancı olan tek tamlamadır. Gökyüzünün en yüksek katı olan bu yer, aynı zamanda Tanrı katıdır. Dua edip dilekte bulunmak ellerin arş-ı âlâ’ya açık olmasıdır.
 
“Ya yanık doğdu gönlüm ya aşk böyle kavurdu! Hangi hicran ateşi yakar, susan kandili, Kaç şiir dirilecek yeniden közlerimden, Gün yanığı sesimden hicaz şarkılar dinle’’ dizelerinde geçen; yanık, kavurdu, hicran ateşi, yakar, kandil, közlerimden, gün yanığı, pervane kelimeleri şiirdeki aşk konusuna, ateş ve yanmak çerçevesinde derin anlamlar çağrıştırmaktadır.
 
Sündüs Arslan Akça, Fırat’ın Kızı, Aşkın Mahrem Elleri, Güvercin Çığlığı ve Can Islığı adlarıyla yayınlanan şiir kitaplarıyla şiir dünyasının zirvesinde yer edinmiş bir şairimizdir. Şiir tekniği bakımından mükemmeliyet menziline ulaşmıştır. Kendisi şiir olan her yerdedir. Şiirin poetikasından retoriğine, estetiğinden lirizmine kadar bütün literatürüne vakıf olan Akça, yetkin ve üretken bir özelliğin de sahibidir.
 
9-Sonuç
 
Sündüs Arslan Akça şiirlerinde sevda duygularının yanı sıra hikmetli söyleyişleriyle de farklı duyumlar, esinlenmeler sunmaktadır. Şiirin bir izah ediş olmadığını onun şiirlerinde bir kez daha görmekteyiz.  Akça’nın şiirlerinde, derinlikli bir duygu akışının kalpten kalbe nasıl yol bulduğunu görmek mümkündür. Saf, temiz ve duru hisler, Türkçe’nin yüksek şiir dili yeteneğiyle birleştirilerek nağme nağme ruhlara dolmaktadır.
    
Sündüs Hanım; ilham ve hayalini, sanat anlayışıyla bütünleştirerek şiir alanına yeni mevziler kazandırmakta, yeni renkler katmakta ve yeni sesler duyurmakta, zihinlerde hoş bir seda bırakmaktadır. Onun şiirlerinde; kelime-kavram seçimi, söz dizimi, yeni metaforlar ve imgelerle oluşturduğu bu anlayış takdire şayan bir özelliktir.
Türk şiirine açtığınız bereketli yol kutlu olsun.
 
“Haydi, masalla avun, güne düşmeden ağıt
Haydi, davran bir daha puslu havayı dağıt”
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir