MAHMUT GÜRBÜZ
“Aşk’ın Piri” Melayê Cıziri ve Aşk'ın Şairi
Kürt Şiirinin; Ahmed-e Xani ve Feqiyê Teyran ile birlikte üç büyük isminden biri Melayê Cıziri.
Kürt şiirinin pirlerinden olduğu kadar ona “Aşk’ın Piri” de diyorlar.
Her ne kadar Kürt şair ve mutasavvıf Melayê Cıziri’nin ne zaman yaşadığına dair araştırmacılar tarafından şiirlerinden yola çıkarak birtakım belirlemelerde bulunulmuş ise de bunun ne önemi var ki.
Asıl önemli olan, asıl üzerinde düşünülmesi gereken şiirlerinin günümüze kadar yaşayarak gelmesi hatta gelecek zamanlarda da yaşayacak bir güçte görünmesi…
Melayê Cıziri ile “Ey Aw u Aw” şiirinin de şairi olan ünlü Kürt şair Feqiyê Teyran'ın meşhur bir atışmaları vardır ki o atışmalarından anlıyoruz ki her iki şair de yaklaşık olarak aynı dönemde, aynı zamanlarda yaşamışlar. Yine Feqiye Teyran’ın, Melayê Cıziri’in vefatının ardından onun içi yazdığı “Îro girya me tê” isimli şiirinden anlıyoruz ki Melayê Cıziri Feqiye Teyran’dan önce vefat etmiş., Hicri 1050 Miladi 1640 yıllarında… Mezarı Cizre’de, Kürtçe "Medresa Sor" olarak anılan Kırmızı Medrese’dedir.
Melayê Cıziri’nin Kürtçede tasavvuf edebiyatının bir şaheseri sayılan Divan’ındaki şiirlerinde tarih, felsefe, estetik, tasavvuf, belagat, astronomi gibi fizik ve metafizik konuların iç içe geçtiğini görüyoruz.
Önemli fıkıh kaynaklarına gönderme yapmasından; Maruf-u Kerhî, Şiblî, Mansur ve Alaî gibi tasavvuf büyüklerini zikretmesinden ve Şeyh San’an gibi bir seyri süluk serüvenini şiirine konu edinmesinden onun fıkıh, kelam ve tasavvuf vadisinde ne kadar zengin bir birikime sahip olduğunu da anlıyoruz.
Elbette Melayê Cıziri’nin asıl tek derdi/coşkusu eksiksiz Güzel’e olan aşkıdır; her şey bu yolda ancak bir araçtır onun için.Çıktığı ontolojik imajinasyon yolculuğunu kemale erdirecek; sorusuz ve sorgusuz ; çatışmanın değil uyumun ve akışın olduğu bir iklimde raks etmeyi, sakinin ona sunduğu aşk şarabının lezzetinde tecrübeliyecektir.
Ulaşmaz akıl tek başına yıldızların ve feleklerin remizlerine
Vahdet ilminin nuru olmazsa kalır daim şek ve şüphe içinde
Pek zahir olsa da felsefe ilminin feyzi örtülerle gizlidir aslında
Kafkaf bardakta gördüm onu, o fincandan aldım bir yudum
İçirince bana saki, o gül renkli saf şaraptan, onun feyzi,
Giderdi kalbimdeki tüm şüpheleri, doldurdu dosdoğru ilimleri
Said Nursî’nin, öğrencilerine onun Divan'ını ders olarak okuttuğu ve onun aşktaki makamını şöyle ifade ettiği söylenir: "Mevlana Celaleddin-i Rumî, Melayê Cıziri ve Mevlana Cami’nin aşk meşrebindeki makamları birdir" Aslında bu halkayı daha da genişletebiliriz. Mevlana’nın, Hayyam’ın, Mısri’nin, Hafız’ın, Sadi’nin, İbn-İ Arabi’nin, Goethe’nin, Shakespeare’in, Cibran’ın ve daha nicelerinin kadehlerini, onunla aynı pınardan doldurduklarını söyleyebiliriz; öyle bir pınar ki, içinde “dolaysızlığa inebilmeyi” mümkün kılan bir iksir barındırmaktadır:
Taze bir kadeh sundu bize aşktan o Hekim ezelde
Durmadan içmekteyiz ondan, doludur hala bardağımız lebeleb
Elest seherinde gördüm sevgilinin elinde kevser bardağı
Bir yudum verip mest etti mela’yı, ondandır sarhoş olduğumuz ömür boyu
Ta ki görünsün yıldızlar semada, binlerce Maruf çıksın Kerh’ten
Şibli, Sa’di ve Ferruhi gibilerde keşfetsin kendini aşk
Onlarla görünsün güzellik ve aşk her bir yerde
Aşıklar okusun diye sevgili; aşk defterini sundu onlara
Melayê Cıziri’nin şiirlerinden, diğer şairleri de yakından takip ettiğini anlıyoruz. O özellikle Şiraz’ın iki kutbuna, Hafız ve Sadi’ye hayrandır; ama kendi şiirine de güvenmektedir; şiirini onlarla yarıştırmaktan da geri durmaz:
Nazımın etrafa saçılmış incilerini görmek dilersen eğer,
Gel Mela’nın şiirinde gör onları, Şiraz’a gitmene ne hacet
Diğer mistikleri olduğu gibi, Melayê Cıziri’ yi de sağlıklı anlayabilmemiz için, kullanılan kavramların ve imgelerin bağlamına da aşina olmamız gerekmektedir. Her şeyden önce onun bakış açısına göre, çokluklar Bir olanın nurunun birer yansıması ve birer tecellisidir; ve dolayısıyla Bir’e götürür. Mistisizm şaha kalkmış dünyeviliktir derim ben; Melayê Cıziri içinde öyle… O, Sevgilı'yle Mahşerde buluşmayı beklemez; O'nunla şimdi ve burada, hemhal halindedir. Kendini bir gönül ehli olarak görür. Şiirlerinde, gönül ehlinin sözlerinin doğru anlaşılamıyabileceği kaygısını da dile getirir:
Gönül ehlinin sözlerini işitince bu yanlıştır deme asla
Sen sözden ve edebi mazmunları anlamıyorsan asıl hata burada
Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra, sözü fazla uzatmadan yazımızı “Aşk’ın Piri”nin, “Aşk’ın Şairi”nin şiirlerinden bir kaç örnekle sonlandıralım:
Aydınlattı o nur her tarafı, göründü alem onunla
Rengarenk parıltılar içinde attı şimşekleri dört bir yana
Ayrı bir isimden feyz alıp tılsım şeklinde görünür bize her biri
O nurdan çıkan parıltılar aydınlatır her bir cismin manasını
Çoğalma hakkında söylediklerim dayanmaz vehm ve taklide
Tevhid konusundaki sözlerime kalb şehadet etmede kesinlikle
Aşık ile maşuk bir olunca müncezip olur sıfatlar birbirine
İltifat edince biri diğerine birleşmek ister sıfatlar tümüyle
…
Varlık sayfamızda yazılanları iyice oku
Görürsün o zaman nasıl bir imlayım ben
…
Ne vakte kadar böyle gizli içeceksin badeyi
Ney ve tefle gel meclise mirim, bekçisi sensin bu gecenin
Dedim: Aşkın şarabından içmekteyim eskiden beri
Dedi: içip sarhoş olan sen değilsin sadece.
…
Bil ki, sevgilinin zülüflerinden daha siyahtır bahtın Mela!
Gelip gitmede sevgili her seher vakti, değilsin bunun farkında.
Notlar:
1)Şiirler Osman Tunç’un Türkçeleştirdiği, Kent Yayınları, Molla Ahmed-İ Ceziri, Divan, adlı eserden alınmıştır.
2)Melaye Cıziri’nin Divan’ı, S.Calvary tarafından 1904 yılında Almanca’ya çevrilip yayınlanmıştır. Rivayetler bir Hafız hayranı olan Goethe’de, bu tarihten çok önce birkaç şiirinin bulunduğu yönündedir.
3) Çok sayıda şiiri bestelenmiştir.