Ağır çekim çaresizliğin, yakın plan kimsesizliğin ve tutunamamışlığın filmi: Llewyn Davis’in İç Dünyası
Senaryosu ünlü folk sanatçısı Dave Van Ronk'ın Greenwich Village'daki yaşamından esinlenilerek yazılan dolayısıyla Folk müziği, caz ve blues yeniden canlandıran Beat kuşağına ve Beat kuşağının müzikteki temsilcilerinden Bob Dylan, Joan Baez ve Joni Mitchell'e göndermeler yapan filmin hikayesi Bob Dylan'ın henüz Robert Allen Zimmerman olduğu bir zaman diliminde ve zamanın takvim yaprakları veya saatlerle ölçülmediği paralel bir evrende geçiyor. Modern dünyadan çok ama çok uzaklarda olan, metropol yalnızlığı ve taşra sıkıntısının her türlü şiddetinin hissedildiği bir evren.
Hikâyenin kahramanı olan Llewyn Davis kendini ait hissetmediği bir zaman ve sıkıştırılmış dar bir alanda gündelik hayatın tüm ihtiyaçlarından soyut bir şekilde yaşayan garip bir münzevi… Yeri ve yurdu olmayan bir misafir, ne geleni ne de gideni olan bir kimsesiz, bazen de Newyork'un sosyete dışı bir semtinin izbe bir barında sahneye çıkan makineleşmiş sistemin işlevsiz parçalarından biri olarak ıskartaya çıkarılmış bir folk müzisyeni. Sahnesine çıkma vaktinin geldiği aynı izbe barda, en köhne sokak ve varoşlarda, arka mahallelerde ve misafiri olduğu evlerde yalnızlığın ve yaşamamışlığın en ağır melodramını yaşayan bir loser ve kelimeleriyle kendi iç dünyasından diğer tüm dünyalardaki çirkinlere, kötülere, evsizlere, kaybedenlere, başarısızlara ve tutunamayanlara ağıt yakan bir dengbejdir aynı zamanda. Sırtında ağır bir yaşamın yükü, yüreğinde bir şehrin tüm soğukluğu ve ruhunda da dünyanın tüm karanlığı… Bir insanın kendi aurasında eridiği bir hayat.
Bir insan bu dünyadaki ruh ikizini, en sevdiğini veya öz yansımasını kaybedince ruhsuz bir eşyaya dönüşürmüş. Llewyn'in hikâyesi biraz böyle. Sahneye beraber çıktığı ve plağı beraber çıkardığı arkadaşı artık yok. Burası dünya ve arkadaşı çok sıkılmış. Sonuç hazin bir intihar… Üstelik çok gösterişsiz bir intihar… Yaşamak ve eğlenmek için diğer insanlarla aynı mekânları tercih etmeyen birisi ölmek için de farklı bir mekânı tercih etmeliydi ve öyle yapmış zaten kimsenin intihar etmediği bir yerde son vermiş bu dünyanın dönmesine. Geride sadece llewyn kalmıştır. Onun payına da çok az satılan bir kaç taş plak ve torbalar dolusu hüzün kalmıştır…
Artık ağıt yakmaya gücü, nefesi ve enerjisi kalmamıştır Llewyn’in. Artık bu hayatı daha fazla eksik yaşamaktadır. Müzik tröstleri her yerde aynıdırlar. Emeğinizin, yüreğinizin, sesinizin ve ruhunuzun onların piyasasındaki karşılığı sadece eşyadır. Bazen ucuz bazense pahalı. Llweyn’in arkadaşıyla beraber çıkardığı plağın tüm karşılığı da sadece kullanılmış bir paltodur. Bir palto ruhu üşüyen bir adamın Newyork’un soğuk sokaklarında bedenini ne kadar ısıtabilir ki!
Bir insan neyi kaybetmişse en çok onun türküsünü söylermiş. Llweyn Davis hep onu söylüyor, en güzel onu söylüyor zaten, şöyle: “İnsanlarının bu kadar acımasız ve kirli olduğu bu karanlık dünyada bir kedinin varlığı mum ışığı olabilir mi yaşam kaynağımıza?”
Kereuac'ın bu zalim dünyada yapılacak en zarif hareketin yola çıkmak olduğunu söylemesinin üzerinden altmış yıl geçti ve biz hala yoldayız. Neyi kaybettiğimizi de neyi unuttuğumuzu da bilmeyecek kadar viraneyiz üstelik. llewyn de tıpkı tüm diğer biz kaderdaşları gibi çıktığı yolda umduğunu bulamayınca sıradan bir yaşama yelken açmaya karar verir ve babası gibi denizci olmak için başvuru yapar rıhtımlar dairesine. Ama sistemin ağları o kadar vahşi ki sahip olduğu bir kaç kuruşu da onlara kaptırır. Çünkü Llewyn Davis’in hayatı baştan sona ısmarlama. Her şey borç…
Ve sonunda şımarık ve asi kahramanımız Llewyn Davis yine ait olduğu izbe bara geri döner. Geri dönebileceği tek yer de aslında burası. Kendi payına düşen playbackı seslendirip sahneden çekildiğinde geride alay ettiği yaşlı kadın ve bir sonraki gecenin aynı nüshasında alay ettiği yaşlı kadının kocasından dayak yerken arka fonda puslu sahnenin ortasında bir ses belirir. Bob Dylan’dır o ve Bob'ça haykırmaktadır…