Bir oturuşta anlatılacak hikâyelerim olmadı hiç. Her hikâye bir imgelem denemesiyle başladı girişine. Belki çok zaman sonra bir gelişme ve fi tarihli bir sonuç beyannamesi. Sanırım bu da öyle bir mesel işte. Yeşil gül, güllü yeşil… İlk okuyuşta anlaşılamayacak, anlaşılsa dahi mef’ûl, fâil bağımlı bir kesit sunacak sana, ona ve diğerlerine.. Bir gerçeği tanımak sessizliği tanımak gibidir. Suyun rengini ve kokusunu tanımak gibidir bir yazıyı okumak. Kaç kez toprağa uzanıp karlara bürünerek bir şiiri tanıdınız? Kaç kez duvarlara gölgenizi çize çize mısralar boyu dayandınız? Sizler yeryüzünün yarıklarından çıktığınızdan beri kaç kez öne doğru bir adım attınız?… Bizler öne doğru birer adım attık ve anladık ki hayatımızdan her bir kesit bizi dosttan öte kardeş kılacak anlamlarla vuku buldu.
Kimi saatler vardır ki, su ile gece yumuşaklıklarını birleştirirler. Şimdi bahsedeceğim şey tam da bu bapta su ile toprağın bileşimi gibi bir şey.. Nesnelerden değil nesnelerin anlamından gelen bir ışık huzmesi gibi. Hatırlanası, tebessüm edilesi bir anı gibi…
Zihnimin çeperlerinde duru bir dil konuşur gülyeşil’e dair. Çünkü dostluğun sesi, ihtirasın sesinden daha kuvvetlidir. Öyleyse hayat? Değil mi ki bir çizgiden başka nedir hayat? Yaşadıklarımızla doğa arasındaki ilişkiler kuşkusuz gözle göremediğimizden daha ötededir.
Yağmurla, rüzgârın ortak bir dili olduğundan kuşku duymuyorum. Benimle gülyeşil arasında da öyle. Kuşku duymuyorum samimiyetinizden.. Geceyle gündüz arasındaki ilişki, güneşle yıldızlar arasındaki ilişki gibi taze. İnsanın bilgeliği birdenbire oluşmaz. Dostluğu da öyle. Uzun bir çalışma gereklidir buna. Uzun ve ince. Susmaya hakkı olanların dokununca paylaşacağı duyguların soluksuz haliyle yeryüzüne ayak basması anında nabzının atışını dinleyivermek; insan bakışlarından kaçan bir uçarı kalbin her günün ve saatin kırıntısında yeni bir dünya inşa etme arzusu yatar. Kim bilir belki de bu sebeple yeni dünyalar inşa etmek hikmetidir bizi birbirimize kardeş kılan.. Bizi birbirimize ev arkadaşı kılan.
Onlar bu güzellemeyi dinleyince muhtemelen ayaklarından parmak uçlarına ah abla diyecekler… Onlar kendilerinin kim olduğunu bilecekler.. Mütemadiyen gülüp mütemadiyen ağlayacaklar.. Nedir ki bir öğrenci evinin insanda bıraktıkları diyecekler diğerleri. Mütemadiyen anlayamayacaklar. Oysa ben her birini kalbimden kavrayarak seveceğim.
Masamda henüz soğumamış bir çay, birkaç dilim limon.. Akşamdan kalma üç beş şiir, bir de önce göz kenarlarından kırışmaya başlayacak tenim, ne bileyim,
Nerde başlar nerde biterim, elim, ayağım bir parçam sanki beni hiç terk etmedi yasak düşüncelerim.
Bilirsiniz işte, bizler bir vücudun azaları gibi ya da bir gülün yaprakları gibi tamamlanabilen birer nesneyiz. Bir kapının ardından bile görürüz suretlerimizin esrarını. Bakışlarımız nereye yönelir hangi şarkıyı sever hangi drama da ağlayabiliriz biliriz. Uykularımızın ağırlığında dahi birbirimizi duyar ve seslenebiliriz. Yolcuyken gülümser meskunken hüzünleniriz.
Ta en başında biliyordum;
Yüzleri kadim haritalara benzeyen kardeşler yaşarmış bu topraklarda,
Göresiniz gelir de, kalkar gidermişsiniz;
Gider de kapalı kapılarının kilidinden öper, geri dönermişsiniz…
Aramızda ne çok değişim, aramızda ne çok kelimelere dökülmemiş veda ve aramızda ne çok yolculuk hazırlığı yığılmış kim bilir.. Dilerim mesafelere rağmen aynı mevzide ve aynı duruşla karşımda olursunuz hep. Hem biliyorum ki artık dönüp dolaşıp bir tek İstanbul’a sığacağız her birimiz..
Keşke günde beş vakit namaz yirmi beş vakit olsa ve bir günden beş gün daha doğsa da,
Her gün beş kere gitsek, kapılarının kilidinden öpsek ve geri dönsek,
Ve bilsek sımsıcak ekmekler gibi güldüklerini her keresinde…
Gülyeşil,
Öylesine sevdiğimiz.
Öylesine sevdiğimden…