Zaman Yaratılışın Yurdudur

MEHMET ALİ BAL
Zaman Yaratılışın Yurdudur
 
Zaman Allah’ın en esrarlı varlıklarından biri. Madde olmayan ama maddeyi biçimlendiren, mekânı kuşatan bu esrarlı varlık bizi düşünmeye yöneltiyor. Zamana dair sorularımız çok derin olan diğer sorularla birlikte zikredilmiştir:

“Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?”
(Çile şiiri, NFK)

Bizler zamanın raksının ne olduğunu, nasıl bir yuvarlak içinde döndüğünü merak ederiz. Zamanın raksı devam ederken, esrar yapraklarının da birbiri üzerine sarıldığını görürüz. Esrar da merak da artar. Zaman ve mekâna dair düşüncelerimiz bir oluş çilesinin ve yaratılış meselesinin parçası olurlar.

Mekânlar hayatın yeşerdiği platformlar ise zaman da hayat iksirinin taşındığı latif bulutlar gibidirler. Bu nasıl bir latif elbise ise zaman biter, yaşam da biter. Çoğu insan için hangisinin ana taşıyıcı olduğu sorusu cevapsızdır. Ama hangisine yoğunlaşsak aynı esrarın kapıları açılır önümüze.

Yaratılışın ince sırlarından en küçüğüne vakıf olduğumuzda, artık bildiğimiz bütün kuralları unuturuz. Bütün kurallar, hesaplar yok olur giderler. Esrar, her şeyden daha çok Allah’a aittir. Yani esrarın şifreleri, kaynağı ilahi lütuflardandır. Bu açıdan baktığımızda, O’nun tasarrufunda güçlük yoktur. O “Ol” der ve her şey “Oluverir”.

Yaratılışın ince sırları içinde zaman mı zarftır, mekân mı zarftır bilemeyiz. Bizler genelde zamanı mekânın üzerinden geçen bir bulut gibi mekânı kaplayan bir fanus gibi düşünürüz. Nedense mekânın varlığı daha sabit ve vücudu kati gelir. Hâlbuki bir başka yönden baktığımızda mekânı şenlendiren zamandır, olayları biçimlendiren zamana ait güçlerdir. Bu yüzden “Zamanın ruhu” demez miyiz?

Mekân ve coğrafya değişmediği halde, yaşananlar değişir. Aziz olanlar zelil olurlar, zengin olanlar fakirliğe düşerler, sultanlar geda olurlar, acizler güç sahibi olurlar zamanın ruhuna göre. Buna örnek değil midir dünyanın en güzel ve en zengin coğrafyalarının kan ve gözyaşı ile boyanmış oluşu. Adeta bazı coğrafyalar ve mekânlar için zaman kasıp kavuran bir rüzgâr olmuştur, büyük medeniyetlerin üzerinden yok edip geçmiştir. Eski şiirimizde rüzgâr zamanla kardeş kelimelerdendir. Rüzgâr ki ne getireceği bilinmez. Bereket yağmurları da taşıyabilir. Kadim günah zamanlarındaki gök azaplarını da püskürtebilir. Zaman rüzgârları bazen ikbal yollarını açar bazen de taht ve taçlarını alır gider hükümdarların. O yüzden “Aziz-i vakt idik” der Zağra müftüsü, yaşadığımız yerlerin üstünleri değil zamanın üstün insanlarıydık der. Bu zaman okunmasından başka nedir?

Peki, rüzgârlar hep aynı yöne doğru mu eserler? Zaman hep ilerleyen bir yörüngede mi geçer? Sanırım tam da aksine bir güzergâh çizer zaman. Zaten bu yüzden her ne olursa olsun ümit vardır. Yaşanan acılar karşısında sitem vardır. Her zaman yaşananların bir adım ötesinin başka bir dünya zamanı olacağı düşüncesi hâkimdir. Burada zamanı en iyi ifade edebilecek sembollerden biri de perdedir.

Evet, zaman perde perdedir. Bir taraftan cesur kalplerin ve mukaddes emeklerin açtığı rızık ve baht perdesidir zaman. Birbiri içinde açılan, her biri bir başka dünyanın kapısı demek olan perdeler açıldıkça yenileri çıkar karşımıza. Etrafımızda bizi kuşatan perdeler arası bir oluş ve bir yaratılış yuvasıdır. Bilemeyiz ki mekân mı zamanın örtüsüdür yoksa zaman mı mekânın ana kucağıdır. Yaratıcının bütün tasarruflarının ve yaratmasının mecrası zaman gibi görünmektedir. Mekân adeta zamanla anlam kazanmaktadır. Mekân evrenin içinde sonsuz bir boşlukta adeta tohum gibi serpilmiş yıldızlarının, gezegenlerinin üzerinde konumlanmıştır. Zaman ise hem bu çekirdeklerin üzerinde hem de uzayın derinliklerinde vardır. Başka başka ölçüler, çeşit çeşit mecralar halinde zaman da akıp gitmektedir galaksiler içinde.

Evrendeki küçücük dünyamızda bizler mekâna yapışmış gibi görünen zaman nehirlerinde ve rüzgârlarında akıp gitmekteyiz. Atmosferimizin hemen başımızın üzerinde başlayan zaman spirallerinin içinden geçip ebedi (Sonsuz) zamanın yurduna ulaşmayı arzularız. Ebediyet, varlığı merak edilen mekânın tanımlayıcısıdır. Ebediyet yok ise mekânın güzelliğinin bir önemi kalmaz. Zaman ve zamanın nihai formu olan ebediyet (Sonsuzluk) Yüce Yaratıcının yaratma ve hayat verme tecellilerinin yurdudur. Sonsuzluk yolcularının hanı, hanümanıdır (Evidir).

“Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mâverâ dede.”
(Çile şiiri, NFK)

Diyerek çilesini dolduran şair, zaman kapılarını açmaktadır. Açılan kapıların ardında atlas sedirinde “Mavera Dede” oturmaktadır. “Mavera” yani “Bir şeyin ötesi, görülen âlemin ötesi” anlamı içimizdeki “Beka” duygusunun, açlığının sembolü olarak orada yerleşmiştir.

Bugünün dünyasında, zaman anaforlarına kapılmış olarak yaşayan bizler, küçük zaman dilimlerini sonsuzluk yoluna döşemek arzumuzu yaşatmaktayız. Zaman perdelerinden geçerken hem zamanın farkına varma hem de zamanın kıvrımlarına saklanmış kutsal hediyeleri hissetme çabası içindeyiz…

________________________________________

________________________________________

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir