Warning: Attempt to read property "post_excerpt" on null in /home/asanatlar.com/public_html/wp-content/themes/sahifa/framework/parts/post-head.php on line 73

Yazar Filiz Bingölçe Vefat Etti

Filiz-Bingölçe“Kadın Argosu Sözlüğü”
ile tanınan yazar  
Filiz Bingölçe
hayatını kaybetti
 
Kadın Argosu da dâhil olmak üzere birçok önemli ‘argo sözlüğü’nün yazarı Filiz Bingölçe hayatını kaybetti.
 
1965 yılında doğan Filiz Bingölçe, A.Ü. İletişim Fakültesi'ni bitirdi.
Hürriyet, Milliyet, Aktüel gibi basın kuruluşlarında çalışan yazar, Alt-Üst Yayınları’nın da kurucularındandı.
 
Filiz-Bingölçe-ve-1--kitapAsker Argosu Sözlüğü, Futbol Argosu Sözlüğü gibi kitapları bulunan Bingölçe’nin “Kadın Argosu Sözlüğü” Hulki Aktunç’un sunuş yazısıyla 2001’de Metis Yayınları tarafından yayınlanmıştı. 
 
Büyük Argo Sözlüğü’nün yazarı Hulki Aktunç  kitap için yazdığı sunuşta şöyle diyor:
 
“Kişinin tek başına sözlük yazması, sözlük üretmesi desem daha doğru, tatlı bir tür çılgınlıktır. Dilsel çıldırı da, başta o dili konuşanlar ile yazanlar, daha başka bütün diller için çok önemli katkılar sağlayabilir. Daima.
 
Filiz-Bingölçe-4-kitap
 
Sözlük yazma, bir merak ile başlar, bir sonuca varamama umutsuzluğuyla sürer, direnme, güçlüklerle savaşma duygusunu yaşatır ve bu sürece yenilmezseniz, bir gün bakarsınız, işte sözlük karşınızda. İyi de, şimdilik, sizin sözlüğünüzdür o…
 
Sözlük, sözcükler ve sözler, aslında bitmediğini, bitmeyeceğini duyumsatsa da, size bir süre için teslim olmuştur artık. Şimdilik.
Pirimiz Kâşgarlı Mahmud neden sözlük yazmıştı? Peki, Bedros Keresteciyan (hariciyeci) niçin sözlük yazdı? Ya Şemseddin Sami, Muallim Naci, Tahir Olgun? Ya Behçet Necatigil? Şükran Kurdakul? Ali Püsküllüoğlu? Hayli uzundur bu liste. Soruların yanıtı ise çok kısa: Söz ve bilgi kaynaklarında gördükleri eksikliği kendilerince gidermek, somutlamak ve artık yitmeyecek biçimde ortaya koymak istediler.
Kendileri özel'dir, özel idiler; özel olan, hep önemlidir…
 
Söz ve bilgi kaynaklarına kişisel yaklaşımları da değişiktir ve bu değişikliği dışa vurmadan edememişlerdir. İyi ki, o belalı uğraşa verecek zamanları olmuştur. Böylece dilde, kültürde onların renklerini görebildik.
Bundan daha sekiz-on yıl önce, bilgisayar da yaygın ve pratik değildi ki; o sözlükçüler adeta ilkel diyebileceğimiz dönemlerde, iğneyle kuyu kazar gibi, küçük küçük kartlarla çalışarak, babadan kalma yöntemlerle ter döktüler. Bize sözlükler (hazneler, dağarlar) verdiler.
 
“Biliriz” dediğimiz sözcüklerin süreçler içinde aldığı (“kazandığı,” demiyorum) yeni, değişik anlamları ilettiler.
 
Ah, o eski kartlar! Her biri, bir sözcük ya da deyimin öykülerini aktarmaya çabalayan karton parçaları. Siz de güzeldiniz, ama vaktiniz geçip gitti. Hoş, bilgisayarda da büyük güçlükler, hatta ihanetler yaşanabiliyor… Bir virüs bütün çabanızı yok ettiği gibi, güvendiğiniz bir disket “bozuldum, benden paso,” diyebiliyor. Kahr-ü gazap!!!
 
Haydi kayayı gene o tepeye çıkar.
Ey sözlükçü, sabret! Kadın isen Sâbire olmalıydı senin adın zaten, erkek isen Sâbir.
 
Bize bir “ilk iş” armağan ediyor. Bir “ilk”, çünkü büyük dillerin bellibaşlı sözlüklerinde yer alan “kadın dili” kategorisi bizde hemen hemen hiç işlenmemiştir, incelenmemiştir. (Benim Son İki Eylül romanımda “Türk kadınlarının fal dili” diye bir kavramdan söz edilir, biraz da işlenir ama, o, yazılamamış defterlerin, yazılmaya başlanıp da bitirilememiş yaşam destançelerinin bir simgesidir.)
 
“İlkel” diye adlandırılan bazı toplumlarda “kadın dili” kendisini çok sertçe ortaya koyar. O dil, erkeğe yasaktır. İşin ilginç yönü, geçen yıl Çin'de yeni keşfedilen bir olgudur: Çin'in kimi bölgelerinde neredeyse 1000 yıldır konuşulduğu sanılan, erkeklerin hemen hiç anlamadığı bir “kadın Çincesi” saptanmıştır.
 
“Sen böyle konuşuyorsan, benim de bir öç dilim var.”
 
Kadın dili edilgindir bazen: Erkeğin küfründen esinlenir. Ona özenir. Burada bir “penis kıskançlığı” (Helene Deutsch) var gibidir. “Ben de çömelmeden, ayakta işeyebilirim, ben de ananızı öpebilirim.” Helene Deutsch da Türkçe'nin “eksik etek” (kasığında erkeklik organı olmayan) deyimini bilseydi keşke.
 
Kadın dili saldırgandır da… Verili dile, anne/baba/ (aile), öğretmen diline (okul), hatta verili dilin dışındaki “erkek-egemen argo”ya karşı çıkar.
Muhsin Ertuğrul kuşağı erkeklerinin rahatça, bir Vasfi Rıza'nın örneğin, yadırganmadan kullandığı ve “ay oğul”dan bozma ayol sözcüğü, giderek kadın dilinin bir öğesine dönüşmüştür. Aynı sözcüğü edilgin hemcinsellerin de kullanması, hatta sözcüğün “edilgin hemcinsel” anlamına da gelir oluşu, erkek egemen dil politikasının kılgısal bir görüngüsüdür. (“Hemcinsel”, homoseksüel –eşcinsel?– kavramının doğru karşılığıdır.)
 
Argo sözlüğü yazanların (sözlük kotaranların) kavramlarla ilgili sorunu, hep kategoriktir…
Argo olan nedir?
Küfür nedir?
Kaba dil nedir?
Teklifsiz dil nedir?
Hele hele, kimi sözlük ve ansiklopedilerde rastlanan kategori, “halk dili” nedir?
“Kadın dili” nedir?
Yerel söz hazneleri ile bu kategorilerin ilişkileri nasıldır?
Ege'nin kimi yörelerinde “kadın” anlamında kullanılan cıvır sözcüğü, İstanbul odaklı hemcinsel argosuna nasıl sızmıştır?
 
Argonun genellikle bir şifreleme olduğunu biliriz.
“Argo, dilin gizli örgütüdür,” demiştim.
Peki, yukarıda sıraladığım dil (dilce) kategorilerinin ilişkileri ve tabii ilişkisizlikleri, salt şifreleme ölçütünden mi geçer? Bence şifreleme, bu anlamda en yanılmaz ölçüttür, ama tek ölçüt değildir. Şifreleme, kolaylıkla yıpranabilen bir dil eylemidir.

Onu zaman yıpratır, onu sözcükler yıpratır. Hatta yok eder…
Daha dün, dilin en uzak kıyılarında gezinen bir sözcük ya da deyim, bakarsınız bugün dilin tam da merkezine ulaşmıştır. Örneğin, gaco ya da gacı'nın (kadın, kız), bugün argo olup olmadığı tartışmalıdır. Bir iki TV dizisi gelmiş, sözcüğün şifresini izleyici nezdinde yok edivermiştir. Ama aynı sözcüğün bir argo sözlüğünde bulunması da zorunludur. (Çingenecede gace'nin aynı zamanda “yabancı” anlamına da gelmesi, biraz önce belirttiğim kadın dili / erkek dili kopuşmasına da işaret etmez mi?)
 
Şifreleme ölçütünden daha önemlisi, yaygın, verili, dayatılan dile karşı çıkıştır. “Benim dilim başka,” demektir. Bunu Can Yücel küfürde buldu, Ece Ayhan sözcük arkeolojisinde buldu. Daha genel açıdan bakarsak, edebiyatın bütünü “kalbin ve zihnin gizli dili”dir. Böyle bir dil, böyle bir söz, yaşamda göveren ikiziyle bağ kurmalıdır, kurar da.
 
Yine Bingölçe'nin çalışmasına dönelim…
Yaşamın ve dilin içinde gizlenen büyük bir ada keşfediliyor. Çılgın, alaycı, dramatik, şen şakrak, melul mahzun bir ada. Bir sürü aptal herifin ve kızın ve kadının derinliğine duyumsayamadığı ama yaşamakta olduğu bir ada.
Madagaskar'ı uzaktan uzaktan çok seviyorum; o, anakara (kıta) özelliğinde bir ada.
Son derece önemli bir dilsel kategori, yazı'nın kalıcı alanına taşınıyor ilk kez. Bir erkek (hele bir “herif”), böyle bir keşfi asla başaramazdı. Olsa olsa, o adaya kazara düşebilirdi, Robinson Crusoe gibi. Bir Cuma bulabileceği de kuşkuludur.
Elinize dilinize sağlık Filiz Bingölçe.
 
Adınız sözlüklere de yazılacaktır. 
 
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir