Sait Köşk İle Söyleşi

Sait Köşk İle Söyleşi
SÜNDÜS ARSLAN AKÇA sordu
 
Bir küçük kutunun ötesinde hissedilen kalbi dostluklar olur. Kelamından, duruşundan hissedersiniz sahibini. 
Paylaşımlarını okuduğunuzda kendinizi farklı bir atmosferin içine çekilmiş olarak görürsünüz.
Sayfasındaki Hakk’a hizmeti gördüğüm ilk günden beri takibimde oldu. Dara düştüğüm an paylaştığı bir dua ile serinledim. Her günün sonuna doğru sayfasında paylaştığı bir çiçek olurdu. O muhteşem çiçekler, hem gözlerimize hitap eder, hem de gönlümüzü hoş ederdi. Yaradan’ın güzelliğine ve büyüklüğüne taşırdı bizi. Her çiçek tefekkür ettiriyordu. Günün yorgunluklarında unuttuğumuzu hatırlatıyordu.

Gün gün yazdığı yazılarında geçen Feride’si vardı. Öyle alışkanlık haline getirmiştik ki, sıkı bir takipçisi oldum değerli Sait KÖŞK hocamızın. Feride ile sohbet konularını merak eder oldum.
Sonrası mı? Yazarımızın Feride ile olan günlük sohbetleri, karşımıza harika bir eser olarak çıktı.
 
‘’Hemdem’’
Kelime manası tam da içeriğe uygun, “birlikte yaşayan arkadaş, canciğer’’
İşte Hemdem’i konuşmak için yola koyulduk. Çay muhabbetinde mütebessim yüzlerle bir aile sıcaklığında yüreklere dokunduk.
 
Öncelikle aileden biri gibi hissettirdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Kitaba geçmeden önce kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Eseriniz sadece ‘’Hemdem’’ değil, diğer eserlerinizden de bahseder misiniz?
 
Edebiyat öğretmeniyim. Çocukluğumdan beri kitaplarla iç içeyim. Önceleri kitapları alıp birilerine ulaştırıyordum. Sonraları hazırlayıp yaptım bu işi. Şimdi ise yazıp yapıyorum. Hazırladığım eserlerde hep farklılıkları gözetmişimdir. Yapılmayanı yapmak. Ya da yapılanı farklı bir üslupla sunmak. İşte Duvardan Duvara Yazılar, cep mesajları, hadis ve dua kartelâları bu düşünceyle ortaya çıktı. Yayınlandıkları dönemlerde de oldukça ilgi gören çalışmalar oldu. O dönemlerde hep sorulmuştur: “Hocam bunları bırak, asıl biz sizden ne zaman bir eser okuyacağız?” Zamanı var, demiştim. İşte o zaman bu zamanmış.   
 
Edebiyat ile bu kadar iç içeyken neden öğretmenlik mesleğinizi bıraktınız?
 
Bırakmadım aslında. En önemli bölümüne geçtim. Kendime anaokulu yaptım. Ve şimdi onu yönetiyorum. Bildiğiniz gibi insan eğitimi açısından en önemli çağ sıfır-altı yaş arasıdır. Benzetmek gibi olmasın, sanatın değeri kullanılan eşya küçüldükçe daha da artar biliyorsunuz. Bir çocuk sıfır-altı yaş arasında her ne alıyorsa tohum hükmündedir. Altı yaşından sonra, atılmış olan bu tohumlar yeşerecektir. Eğer siz bu yaş aralığında tohumları atmamış iseniz yeşerecek olan bir şey bulamazsınız. İşte bu tohumları hâl diliyle; sabır, şefkat ve merhametle öğretmen çocuklara atar.
 
Gelelim Hemdem’e, kitabınız hangi yayınevinden çıktı? Bu yolculuğunu ben biliyorum fakat okurlarımızın da sizden dinlemesini isterim.
 
Hemdem Timaş Yayın Gurubu içerisinde yer alan Portakal Kitap’tan çıktı. Aslında Hemdem kitap olsun diye yazılmadı. Bu sebeple okunduğunda yazılar arasında sistemli bir bağ bulamazsınız. Kitabın sonundaki yazı belki de ilk yazılan yazılardandır. Kitap sosyal medya ortamında düzenli aralıklarla yazdığım Feride yazılarından oluşuyor. Yazılar çoğalıp beğenilince takipçilerde bir merak oluştu. Acaba bu yazıları nereden alıyordum? Ya da bu yazılar neden kitaplaştırılmıyordu? Böyle böyle takipçiler zihnime kurt düşürdü. Geçmişte yaptığım yayıncılıktan dolayı birçok yayınevi sahibini yakından tanımama rağmen, dosya için bizzat başvurma yolunu seçmedim. Geçtim bilgisayarın başına. Feride yazılarından bir demet yaptım. Üç yayınevi seçtim kendimce. Onların istedikleri şekilde mail adreslerine gönderdim. Aslında tam istedikleri şekilde değildi. Kesinlikle tamamlanmış eser istiyorlardı, bu yoktu. İşte bir örnek sunuyordum yani. On beş yirmi yazı diyelim. Kabul ederseniz kitap bu minvalde devam edecek, gibi. Bir de çalışma gönderildikten sonra, cevap için en az dört ay bekleyebilirmişim. Cuma akşamı gönderdim. Onlar bana dönene kadar ben de çalışmayı epey ilerletmiş olurum, dedim. Dedim ama ertesi sabah da şu anki yayıncımdan telefonu aldım. Diğer ikisi mi? Bir tanesi iki ay sonra döndü. Üçüncüsünden hâlâ haber yok. Şu anki yayıncımın hemen dönmesi çok iyi oldu, en azından hazırlık aşamasındaki yazılarım için farklı bir pencere açılmış oldu.
 
Kitabın içeriği önceden belirlediğiniz bir kurgu muydu, yoksa yazarken mi gelişti her şey?
 
Kitap bir roman değil tabi. Önceden kurgulanmış bir düzeni yok. Bu yazılar genelde sabahları yazıldığı için, “Bugün ne yazsam?”la ortaya çıktı. Tabi ki burada yazdıklarım günü kurtarmak anlamında değildi. “Bugün ne yazarsam, aradığım o bir kişiye ulaşabilirim?”i her zaman gözetmişimdir.
 
Kitabın ismi etkileyici,  nereden aklınıza geldi?
 
Hemdem benim aklıma gelmedi. Kızımla bir sohbet esnasında çıktı. İsim ve içeriğin uyuştuğunu görünce yayıncımıza teklif ettik. Onlar da uygun buldular.
 
Kitabın önsözünde de belirtmişsiniz. ‘’Kitap bir iç konuşma tekniği’’ ile yazılmış. Acaba yazarımız kitabında bu tekniği neden kullandı? Yoksa iç konuşma tekniği yaşamında kullandığı bir teknik miydi?
 
İç konuşma bana mahsus bir özellik değil. Herkes kendisiyle bir şekilde konuşur. Bazen sesli yapar bunu, bazen sessiz. Bazen konuştuğu vicdanıdır, bazen kalbi. Ah bazen nefsiniz olur bu, bazen akıl. Bazen pişmanlıkla gözyaşlarınızla konuşursunuz. İşte ben biraz da kurguyla bunu yaptım. Ama gördüğünüz gibi her yazının kurgusu farklı oldu. 
 
Kitabınızın bölümlerinde kimi zaman Feride konuşmuş yazar dinlemiş ve Allah’ın bir esmasına değinerek sohbeti tamamlamış, ya da yazar serzenişlerde bulunmuş Feride aynı yolla sohbeti sonlandırmış. Okuyucuya vermek istediğiniz mesaj ne idi hocam?
 
Dedim ya bu kitap bir mesaj kaygısıyla yazılmadı. Bu kitap Feride için ve bilhassa da kendim için yazıldı. Üst perdeden birilerine yol göstermek gibi bir düşüncem yoktu. Ama biliyordum benim durumumda birçokları vardı. Onlar, benim bu halimde kendilerini görmüşlerse, yani bir anlamda bir ayna olmuş isem ne âlâ. Kitap görevini yerine getirmiş demektir.
 
Biz yakın takipçileriniz olarak Feride ile muhabbetleriniz şeklindeki paylaşımlarınızı biliyorduk. Ve arkası yarın gibi bir sonrasını merak ediyorduk. Kitaplaştırma fikri sizden mi çıktı?
 
Daha öncede belirttiğim gibi benden çıkmadı kitap fikri. Okuyucu yönlendirdi diyelim.
 
Kitabınız yazıların içeriğine göre bölümlere ayrılmış. Bu sizin fikriniz miydi, yoksa yayınevinin mi? Bölüm isimleri enteresan geldi, burada okura başlıklarla bir ders mi verilmek istendi acaba, ya da insan ömrünün bölümleri gibi mi düşünüldü? ‘’Dünya bir gölgelik’’ sözüne âtıfta mı bulunuyor?
 
Başlangıçta bölümler yoktu. Hatta bu kadar rahat da dizayn edilmemişti. Takipçiler bilir tek paragraflık yazılardı. Bir bütün olarak yayıncıya sunduğum zaman, yayınevi editörlerinin ve bilhassa bu kitabın editörü Tuğçe İnceoğlu’nun çok büyük katkıları oldu. Yazılar dünyadan, ibadetlerden, sonsuzluktan, sevgiden, artık unuttuğumuz değerlerden söz ediyordu. İşte kitaptaki yazıları konularına göre ayrıştırıp bölüm isimleri koyduk. Kitap sekiz bölümden oluşuyor. Gölgelik derken dünya penceresinden baktık olaylara. Batıp gidenlerle işimiz olmaz dedik.  İbretlik derken, hayatımızda olması gerekenleri yaşanmışlıklardan aldık. İnsanlık derken tebessüm, vefa, paylaşma gibi evrensel konuları ele aldık. Sonsuzluk derken işte en çok bu bölümde mutluluk hayalleri kurduk. Sonsuzun ne olduğunu kalbimize ve aklımıza sığıştırmaya çalıştık. Ölümün hiçlik olmadığını, belki bir başlangıç olduğu üzerinde hem fikir olduk. Pişmanlık dedik, hatalarımız, günahlarımız aklımıza geldi, beraber ağladık. Ömürlük dedik, sevgilerimiz kara toprakta son bulmasın istedik. Seyirlikte isimler penceresinden seyahatler yaptık. Bir çiçeğe baktık, ehadiyet mührünün yanında, Hayy ismini, Kadîr ismini, Hakîm ismini, Musavvir ismini, Cemil ismiyle beraber daha nicelerini zikredip, şükrettik. Ve kulluk dedik, kulluğumuzun şerefiyle iftihar ettik. Ona baş eğebiliyorsak eğer, bu onun bizi kulum diye sevmesindendir dedik.
 
Feride’yi sayfanızdaki günlük paylaşımlarınızdan bir ara kızınız sanmıştım. Sonra bir baktım ki Feride’nin rolleri değişiyor.
 
Tabi birileri yakınımda hep bir Feride aramadı değil. Bazen kızım sandılar. Bazen eşim. Bazen bilemediler, “Yahu bu kim?” Bazen anlamlı anlamlı baktılar: “Sen de az değilmişsin.” der gibi. Hiç unutmuyorum. Feride yazılarından birinin altında bir yorum vardı: “Yahu bu Feride bu adamın mahremi mi, namahremi mi, anlamadım ki!” Altta bir yorum daha: “Ben her gün okuyorum bu yazıları. Feride yazarın eşi.” Çok gülmüştüm.
 
Hemdem yazı dili olarak yalın ve akıcı. Kitaba başladığımda yediden yetmiş yediye herkesin okuyabileceği ve herkese hitap eden bir eser olduğunu düşündüm.
 
Sosyal medyada yazıyorsanız, yazılarınızın herkes tarafından okunup anlaşılması esastır. Ben edebiyat yapmadım. Lafı dolandırmadım. Karşımdaki kişinin kafasını fazla yormak istemedim. Böyle diyor ama şunu da diyor olabilirim, yapmadım. Kalbimden, içimden ne geliyorsa; bazen gülerek, bazen gözyaşlarıyla yazdım. Çok mutluyum, ne hissetmişsem aynısını hissettirebilmişim. Okuyucu yorumlarında bunu gördüm. Diyorlar ki, “Bir yazıda ağlıyorum, bir yazıda ‘Evet bu da vardı değil mi?’ deyip düşünüyorum, bir diğer yazıda tebessüm ediyorum.”
 
Hemdem’i ne kadar bir sürede tamamladınız, devamı gelecek mi?
 
Yazım süreci belki altı ay olsa da, hazırlık süreci sosyal medyada yazmaya başladığım zamanla eştir. Yedi sekiz yıl diyelim. Devamı okuyucuya bağlı. İstek olursa neden olmasın?
 
Hemdem okurlarından nasıl bir dönüş alıyorsunuz?
 
Dönüşlerden kitabın okunduğunu görüyorum. Evlerde kitap okuma sıralarının oluştuğunu biliyorum. Yediden başlamasa da, ondan yetmişe herkesin okuduğunu söylüyorlar. Başucu kitabı yapanlar, dönüp dönüp okuyanlar var. Halimizde halini görenler çok olmuş. “Ben bunu otuz kere okurum ki”ler hoş dönüşlerdi.
 
Bütün ailede ve özellikle sizde Hemdem’in heyecanına tanık oldum. Daha önce de yayınlanmış eserleriniz var. Hemdem sizi neden bu kadar heyecanlandırdı?
 
Hakkını yemeyeyim. Öncekilerde de çok heyecanlandım. Onlar da nev-i şahsına münhasırdı. Ama bu onlardan daha çok bendendi. Farklı heyecanım belki bu sebepledir.
 
Bu arada çok iyi bir okur olduğunuzu biliyorum. Haftada kaç kitap okuyabiliyorsunuz? En çok hangi yazarları okursunuz? Genç ve yeni yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir?
 
İyi bir okur muyum? Eh diyelim. Okuyorum. Kendimce değer verdiğim yazarların sadece bir kitabını değil, bütün halde her kitabını okuyorum. Tekrara düşmüyorsa bir yazarın bütün hallerini merak ediyorum. Günde bir kitap okuduğum da olur, haftada bir kitap okuduğum da. Doğu, Batı ve Türk Klasiklerinin yanında Mustafa Kutlu, Metin Karabaşoğlu, Sibel Eraslan, Ömer Sevinçgül, Nuriye Çeleğen, Cemal Şakar, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Nurullah Ataç en çok okuduklarım. Ve tabii ki en başta Risale-i Nur Külliyatı. Âlemimde pencerelerden pencereler açan bir külliyat. Benim ana beslenme damarım diyebilirim. Bunun dışında rutin olarak belli sayfa Kur’an okumaya gayret ederim. Ruhumu ve gönül dünyamı besliyor. Genç ve yeni yazarlara tavsiyeye gelince hadsizlik edemem. Ben de yeni yazar sayılırım. Yaptığımı söyleyeyim: Okuyorum, geziyorum, düşünüyorum ve yazıyorum.
 
Bu güzel söyleşi için şahsıma verdiğiniz fırsattan dolayı teşekkür ediyorum. Bizler geçiciyiz ama eserler kalıcıdır. Siz ve ailenizin müstesna bireyleri ile tanışmış olmak dost haneme büyük bir zenginlik kazandırdı. Hemdem ise manevi dünyama ışık tuttu. Her bölümü okurken epey düşündürdü, sorgulattı. Bazen de hüzün kokan tebessümler bıraktı gamzelerime.
 
Ben de çok teşekkür ederim. Sayenizde Hemdem seyahati yaptım. Sizinle tanışmış olmaktan gerçekten çok mutlu oldum. Kim demiş sosyal medya sanal bir âlemdir diye. Hayır, yerinde ve bilinçli kullanırsan işte böyle dostluklara ve güzelliklere de vesile olabiliyor.
 
Yolu açık, okuru bol olsun.
Son sözü size bırakıyorum,  neler söylemek istersiniz?
 
Tekrar teşekkür ediyorum. Dualarınıza sizin de kitaplarınızı kapsayacak şekilde âmin diyorum. Bizlere gönül dünyanızdan süzülen şiirler armağan ettiğiniz için, bu şiirleri okuyan herkes adına ben de size çok teşekkür ediyorum.
 
______________________
 
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir