SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Cesaretin Menfaate Boyun Eğişi
Maruz kalmak öylesine savunmadan uzak bir sessizliğe…
Zamanın vebası haline gelen sormadan anlamadan yargılamak, vakit gelir sizi de bu durumla baş başa bırakır. Kalbiniz kendini ispata çabalayıp ve sonrası kendini aklasa da kırıklığınız bir ömür iyileşmez. Muhakkak birilerinin zihninde de infaz sebebinizle saklı kalırsınız. Kalpleri öyle köhneleşmiştir ki, sizi algılayamaz, idrak edemez. Bir kısır döngü çerçevesinde dolanır durur bu durum.
İnanmışlığın, güvenmişliğin altında ezilir durur ruhunuz. Duyguların sömürülmesi düşüncelerinizin önüne set örmeye başlar. Artık etrafınıza bakarken güzellikleri ve iyi hali görmekten ziyade, şüphe ve güvensizlik sizi ilk yoklayan duygular olur. Kalbinizde dilinize doladığınız dostluk, kardeşlik kelimeleri yaralıdır.
En çok da kaybediş dolanır ayaklarınıza. Değerlerinizin insan ruhunda eriyişine seyirci kalırsınız.
Çağımızda her geçen gün çoğalan işe binaen, menfaate binaen dostluklar aldı başını gidiyor. ‘’Dost’’ sözcüğü, ‘’aşk’’ sözcüğü kadar ulvidir bende. O zaman sadece dostluklar değil de ‘’sözde dostluklar’’ dememiz daha doğru olur.
Dost makamına ulaşmak için önce uzun yıllar devirmek gerekiyor galiba, sonra yola çıkmak ve de zor zamanı kollamak… O vakit yolda kalanları, bir yol havası ile yollamak düşer size…
Parmaklarınızı tuşların üzerine bırakırsınız. O parmaklar ki incinmiş bir yüreğin hissettiklerine doğru kayar.
Onun incinmişliğini hissedersiniz siz de. Susan dile ses olur muyum çabası sarar sizi. Hisleriniz onun hissettiklerine yoldaş olur. Sizin de canınız yanar yanan ile…
Bir yazıya başlarken konusunu kafanızda şekillendirirsiniz ve sözcüklere bırakırsınız devamını. Sonra karşınıza öğrendiğiniz ve de üzülüp hazmedemediğiniz bir yaşanmışlık çıkar. Tasarladığınız konu kenarda kalır, parmaklarınız etkilendiğiniz konuya öncelik verir. Ve de öyle oldu. Son an’a kadar kaleminizden neler çıkacağınızı kendiniz bile kestiremiyorsunuz.
İncinmiş bir kalbi fark edip onu es geçmek olmazdı. Yalan yanlış bildiklerimizle, ya da bir paylaşımdan yola çıkarak ne çok karalıyoruz birbirimizi. Durmadan incitiyoruz dilimizle, hareketlerimizle… Muhakkak ki gerçekte düşüyor gözlerimizin önüne çünkü Allah mazlumu yalnız bırakmaz bu yolda. ‘’Mazlumun bedduasından sakınınız Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur" (Buharî, Müslim)
Gerçeği gördüğümüz zaman acaba dönüp yaptıklarımızdan hicap duyuyor muyuz, yoksa hala hatamızda ısrara devam mı ediyoruz?
Gerçeği gördüğümüz zaman acaba dönüp yaptıklarımızdan hicap duyuyor muyuz, yoksa hala hatamızda ısrara devam mı ediyoruz?
‘’Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete! ‘’
Hakka girmenin haklı taraflarını bularak kılıflar uyduruyoruz kendimize. Doğru ve gerçekler kenarda dursun uydurduğumuz yalanlarımıza kendimizi de inandırmaya çalışıyoruz. Çünkü bu şekilde içimiz rahatlayacak. Haksızlığa uğrayanları göre göre dilimize sus emri veriyoruz, gözlerimize mil çekiyoruz. Neden mi? ‘’Bana değmeyen yılan bin yaşasın.’’ Biz nefsimizin karnını doyuralım, gerisini görmesek de olur.
‘’Ey mü’minler! Allah için hakkı ayakta tutan hâkimler ve adaletle şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe götürmesin. Adalet yapın ki, o takvaya en çok yakın olandır. Allah’tan korkun. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır’’ 5/Mâide-8:
Yanaklarımızda tebessümlerimiz sahteleştikçe çehrelerimizin nuru da kayboldu. Herkes bir yandan görüneni hoş tutma çabası güderken, iyi geçinmenin kendisine getirisinin hesabını yapmaya başladı
.
En inançlı olarak gördüklerimiz bile doğrularını söylemekten korktular. Cesaret menfaate yenik düşmüştü artık. Nerede şimdi doğruları için parmaklıklar ardında ömür çürütenler!