TEODORA DONİ
Şairin Kuşlarla İmtihanı
Yaklaşık bir yıl önce “Şairin kuşlarla imtihanı” başlıklı bir yazı yazmak istemiştim. Günlerce bu başlık ve yazmayı düşündüğüm içeriği aklımdan çıkmamıştı. Sonra da böyle bir yazının şairin özel dünyasına müdahale olarak görülebileceği ihtimali zayıf da olsa aklıma geldiğinden bu yazıyı yazmaktan vazgeçmiştim . Ta ki "twitter kuşu" muhabbetleri ortalığı sarana kadar. Elbette şairin kuşlarla imtihanı derken sözünü ettiğim kuşların twitter kuşuyla uzaktan yakından hiçbir alakası yok, çok sonraları benim keşfettiğim alaka dışında.
Evet, gerçek kuşlardan söz ediyorum ve bildiğim kadarıyla Türkiye’de onlara cennet papağanı deniliyor.
Evimizde bir çift cennet papağanı vardı, her gün kafeslerinden firar ederlerdi hatta bir gün evde tek başıma kitap okurken bir ara koridora açılan kapının açık aralığından baktığımda birden koridordan kuşlar geçti gibi geldi bana. İlk anda hayal görüyorum herhalde dedim kendi kendime ama yerimden fırlayıp koridora bakınca bizimkilerin, yani kuşların yani afacan cennet papağanlarının yan yana parkta gezintiye çıkmış gibi koridorda gezdiklerini görünce bir yandan çok şaşırmış diğer yandan da hayal olmadığına sevinmiştim.
Doğrusu dediğim gibi vazgeçmiştim şairin kuşlarla imtihanını yazmaktan ama son haftalarda bu twitter kuşu muhabbeti-meselesi- sorunsalı artık nasıl derseniz ortalığı sarınca bizim cennet papağanlarını tekrar ama bu defa twiiter kuşuyla birlikte hatırlamaya başladım. Tabiiki bir yandan da yazının başlığını “ Sayın Başbakanın kuşla imtihanı” diye değiştirsem mi dedim kendi kendime.
Kendi adıma söylüyorum, aslında hiçbir zaman twitter’ı sevmedim. Yıllarca o mecrada sayısız kişilik suikastları yapıldı ve bu ne yazık ki hala devam ediyor. İktidar sahiplerinin buna tepkisi maalesef yeni. Çünkü gerçek manada kendi canları acıyana dek onlar için bir sorun yoktu. Tepkileri sadece canları acıdığı için olunca da bu bir devlet refleksi şeklinde olmadı. Devletini, milletini değil hükümetini iktidarını umursayan bir tepki oldu.
Oysa Devlet refleksi; her türlü alandaki gelişmelerde olduğu gibi iletişim, bilişim ve medya alanındaki bu gelişmede de doğabilecek muhtemel sorunları önceden öngörebilmeyi ve en başından itibaren önlem alabilmeyi bütün vatandaşlarının hakkını hukukunu korumak için yasal düzenlemeler yapabilmeyi gerektirir.
İktidar sahipleri de böyle bir devlet refleksine sahip olsalar; kararların uygulatılamaması beceriksizliğiyle başka bir devleti/ ülkeyi aşağılamak, falanca ülke bile kararlarını uygulatıyor gibi garip savunmalara ve savurmalara gitmek zorunda kalmazlar zaten.
Neyse konu hakkında yazdıkça ve düşündükçe insan ister istemez üzülüyor. En iyisi başta söylediğim yaşanmış hikâyeyi anlatayım da az da olsa belki sinirler gevşer diye umuyorum.
Dediğim gibi bizim evde bir çift cennet papağanı vardı, Limon ve Nane. Ötüşleri şiir gibi mi geliyordu ona bilemem ama şair eşim onları çok seviyordu. Şair evde olduğunda onların olduğu odada namazını kılardı, hatta seccadesini onların yanı başına sererdi. Her seferinde onlarla biraz konuşurdu, namazdan önce ve sonra. Bazen aşırı öterlerdi ama şair böyle durumlarda biraz daha yüksek sesle tekbir getirip sureleri okuyunca susarlardı, namaz bitene kadar, sonra kaldıkları yerden devam ederleri ötmeye. Bir gün çok gergindiler ve şair yine namazdan önce onlarla biraz konuşmuş ve sonra namazını kılmaya başlamıştı ki kuşlar kendi aralarında kavga etmeye ve çok yüksek sesle ötmeye başlamışlardı. Kuşların ötüş sesleri yükseldikçe şair de aynı şekilde sesini git gide yükselterek tekbir getirmeye, sureleri okumaya başlamıştı. Biz başka bir odada o inatlaşma nasıl sonuçlanacak diye bekliyorduk ki şair namaz bitiminde selam verdikten sonra büyük bir sinirle; Yeter ulan şurada namaz kılıyoruz, bu nasıl bir terbiyesizlik tövbe tövbe, diye bağırmıştı. Ben çocuklarla birlikte bir yandan gülerken diğer yandan kızıma kuşları o odadan çıkartıp yanımıza getirmesini söylemiştim.
Kızımız kuşları bulunduğumuz odaya getirip kapıyı kapattıktan sonra kuşların kafeslerinin üstünü örtmüş ve ; babam namazını bitirdikten sonra bunları çiğ çiğ yiyecek, yerken de ben size susun demiştim ama diye tekrar edip duracak, demişti.
Kızımız bunları eğlenerek anlatırken şair büyük bir sinirle odanın kapısını açıp; nerede o kuşlar, diye sormuş cevabımızı beklemeden gözleriyle odanın her yanını büyük bir hızla aramıştı. Biz onları saklamıştık, kafeslerini örtüyle örtmüştük biraz sakinleşsinler diye. Neyse şair kuşları bulup onlarla konuşmaya başlamıştı, ne kadar ayıp ettiklerini, namazın önemini falan anlatmıştı onlara. Evet, muhtemelen "yok daha neler" diyeceksiniz ama şair aynen böyle yapmıştı, oturup ciddi ciddi onlarla konuşmuştu.
O olaydan kısa bir süre sonra kuşları arkadaşlarımıza verdik, sürekli haberlerini alıyoruz, iyiler ama kafesten firar etme alışkanlıklarından vazgeçmemişler. Hiçbir önlem onlara engel olamıyor anlaşılan; tıpkı twitter kuşu gibi.
Hani diyorum ki inatlaşmayı bırakıp sakince çözümler bulmak daha doğru galiba. Onca zaman geçmesine rağmen biz o kuşlarımızı özlüyoruz. Güzel anılarımız oldu onlarla. Kanat çırpışlarıyla, ötüşleriyle yüreğimize dokundu o kuşlar, bolca tebessüme vesile oldular.
Oysa o sanal kuş; tebessümden çok, bol bol gerginliğe ve surat asıklığına vesile oldu, twitter yüzünden herkes oldukça tuhaf bir sinir harbinin içinde buldu kendini.
Peki, bütün suç o sanal kuşun mu? Yoksa yasalardaki boşluğun ya da yokuşun mu?
11 Nisan 2014 Cuma