Ömer Erdoğan ve “Ayane Söyleşileri”

Konferans
 
Ömer Erdoğan ve
“Ayane Söyleşileri”
 
Ömer Edooğan’ın
Cümle Yayınları’ndan çıkan
''Dünü ve Bugünüyle
Ayane Söyleşileri''
kitabı üzerinden,
Türk Edebiyatının
Son Çeyrek Yüzyılı
ve Türkiye'de Değişim
konulu konferansı
24 Mayıs Salı günü saat 18:30’da
 
GMK (Gazi Mustafa Kemal) Bulvarı No: 27 Kızılay adresindeki 
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nde…
 
Ömer Erdoğan İle Söyleşi
 
Bu yılın, 2016’nın Şubat ayında Ömer Erdoğan’ın hazırladığı Dünü ve Bugünüyle Ayane Söyleşileri / Türk Edebiyatına Çeyrek Yüzyıllık Bir Bakış adlı Cümle Yayınlarından çkan kitap üzerinden Ömer Erdoğan’la bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bilemeyenler olabilir diye hemen belirtelim ki “Ayane”  bir edebiyat dergisi ve bu kitapta yer alan söyleşiler “Ayane” dergisi için yapılmış ve “Ayane” dergisinde yayınlanmıştı.

-Önce bu kitabın oluşum serüvenini sorsak. Söyleşilerin  Ayane dergisi için yapıldığını ve  Ayane dergisinde yayınlandığını biliyoruz. Bu söyleşileri bir kitapta bir araya getirmek ve yayınlamak fikri nasıl ortaya çıktı.

-Elbette Ayane yazarlarıyla, Ayane dergisi için söyleşiler yapıldığı zaman,  bu yönde gelişebilecek bir fikir yoktu. Zaman içinde, özellikle son yıllarda kendini hissettirmeye başladı. Dergiyi çıkaran ekibin veya o kuşağın bir araya geldiğinde düne ve bugüne dair çok ciddî eleştiriler yaptığına şahit oldum. O kuşak bugün memleketi yöneten, bürokraside, yönetimin mutfağında olan kişilerin kuşağı, geniş bir arkadaş çevresi. O kuşağı bir kültür taşıyıcısı, bir dava kuşağı, bir idealist nesil olarak görüyorum ve hepsine minnettarım. Dergiyi çıkaran ekip öz eleştiri babından kendi arkadaşlarını, yamulmaları, değişmeleri, dik duruşları vs. konuşurken gelişti bu fikir; bu ekibi yeniden konuşturabilir miyim, diye. Konuşuldu, tartışıldı, olabilir denildi. Böylece oldu.
 
-Kitabın sunuş bölümünde de dendiği gibi, söyleşilerin kitaplaşmasıyla “Edebiyat Sosyolojisi” açısından verimli bir malzeme ortaya çıkmış.  Şairlerin cevaplarını Ali K. Metin, öykücülerin cevaplarını da Necip Tosun yorumlamış. Değişen yazarlar, değişen bakış açıları ve değişen olgular… Bu değişimler üzerinden gözlemlerinizi sorsak?
 
Bir insan olarak sanatçı da elbette zaman içinde değişecek ve kendini geliştirecektir. Bu, olması gereken bir zorunluluktur. Fıtrat bunu gerektirir. Sorun değişim ve gelişmenin bir sapma olup olmamasındadır. Belki sapmalar da bir noktaya kadar makul karşılanabilir, asıl derinlerdeki sorun samimiyet meselesidir. Söyleşiler üzerinden bir kuşağın inanç ve değerler dünyasına karşı samimiyeti deşifre edilmiş oldu. Bu kuşak samimî bir kuşak.
 
Malûmunuz üzere ülkemizin belli dönemlerde yaşamış olduğu büyük kırılmalar, sonraki nesillerde ciddî sapmalara ve kişilik bozukluklarına sebep oluyor. 12 Eylül 1980 askerî darbe dönemi ve ardından merhum Turgut Özal’ın iktidar dönemi ülkemiz tarihi açısından çokça konuşulan ve hâlâ da konuşulması gereken bir dönemdir. Solcular / sosyalistler bu dönemde omurgasızlaştı. Ülkücü gençliğin içi boşaltıldı. Müslüman camia birliğini / dirliğini yitirdi. Turgut Özal’ın iktidar döneminde hepsi bir kazanın içine atıldı. Şimdi özü sağlam olanlar bu kazandan çıkmayı, yeniden hayat bulmayı başardı. Özüyle sorunu olanlar ise başka bir şeye dönüştü. Böylece derin Türkiye kendini güvende hissetti. Bütün bunların neticesinde Türkiye, büyük bir dinamik gücünü; gençliğini kullanamadı, zamanın akışına, haricî müdahalelere yenik düşmüş oldu. Bütün kesimlerin gençliği 80 kuşağı öncesiyle sonrası arasında büyük bir uçurum yaşadı. Sanki kuşaklar arasında 40-50 yıl fark olan iki nesil gibi.
 
12 Eylül 1980 askerî darbe dönemi ile Turgut Özal’ın iktidar dönemlerinden büyük ölçüde sadece Müslüman camianın kendini yenileyerek çıktığını düşünüyorum. Verilen kayıplar, yakalanan yeni imkânlar, şartların değişmesi, dünyadaki yeni gelişmeler Müslüman camiayı yeni yüzyılın gerçeklerine uzak düşürmedi. Kırılıp dökülmelerle birlikte Müslüman camia, yeni yüzyıla kendi ayakları üzerinde girmeyi başardı. Tabiî bütün bunları Türkiye gerçekliği üzerinden söylüyoruz. İslâm dünyası böyle olmadı. O, farklı bedeller ödemeye devam ediyor.
 
Solcu / sosyalist çevreler; Kemalizm, Alevîlik ve Kürt milliyetçiliği üçgeninde savrulup durdu. Sanki onların geçmişinde Kemal Tahir, Mehmet Ali Aybar ve İdris Küçükömer yoktu.
 
Ülkücü gençlik başbuğunu erken kaybetti. Osman Turan, Erol Güngör ve Seyyid Ahmet Arvasî çabuk unutuldu. Bu da mefkûreyi yavanlaştırdı.
Ayane’de söyleşisi yayımlanan ve 25 yıl sonra aynı sorulara cevap veren sanatçılar, yazarlar, söyledikleriyle ve duruşlarıyla sözünü ettiklerimi doğruluyor. Yine o kuşaktan olan üstat Necip Tosun ve Ali K. Metin de yorumlarıyla bunu tespit ediyor. Öze ilişkin bir sapma söz konusu değil. Öz eleştiriye açık bir kuşak. Yeniliklere açık. Zamanını yakalamış. Daha ne olsun.
 
Biraz da Ayane’yi, dergiyi anlatsanız bize; nasıl bir işlevi vardı, edebiyat dünyasındaki gücü neydi?
 
Ayane, gerçekten çok fonksiyonlu bir dergiydi. Bir dayanışma ruhu, bir ekip ruhu vardı. Güzellikler, bilgiler paylaşılıyordu. Kompleks minimum seviyedeydi. İleriye doğru bir yarış vardı. Birbirini teşvik vardı. Herkes birbirine karşı bir öğretmen, bir ağabey, bir dosttu. O yıllarda taşrada benzeri birçok güzellik merkezleri vardı. Andırın’da İkindiyazıları çıkıyordu. Ankara’da yine Albatros vardı. Erzurum’da, Bursa’da, Kayseri’de, Konya’da, Eskişehir’de benzer misyona sahip dergiler çıkıyordu. Gençler, kabiliyetli gençler, bu dergilerin etrafında toplanıyordu. Büyük şehirlerdeki üstatlar da bunlarla sıcak ilişkiler içindeydi. Sahip çıkıyordu, teşvik ediyordu. Ben Ayane’den biliyorum, derginin borcunu veren ağabeyler vardı, arayıp soran; takip eden ağabeyler vardı. Cemal Süreya gibi tanıtan, teşvik eden üstatlar vardı. Bütün bunlar bir neslin yetişmesinde emeği geçen kişilerdir.
 
Türkiye, birlikte hareket ettiğinde büyüktür. Bu, en çok kırılma dönemlerinde böyle olmuştur. Belki normal zamanlarda biraz gevşeme, biraz avlanmaya müsait bir durum vardır, ama genel karakter millet olarak bir dayanışma ruhuna sahip olduğumuz ve belâları dayanışarak defettiğimiz gerçeğidir. Suriyeli mülteci kardeşlerimize millet olarak gösterdiğimiz sahip çıkış bu tarihî karakterin bir yansımasıdır. Yine teröre karşı milletçe büyük bir sağduyu ve ferasetin sahibi olduğumuzu gösterdik. Şükretmek yaraşır.
 
Ömer Erdoğan’ın “Ayane Söyleşileri” kitabındaki “Önsöz” yazısı:
 
ÖMER ERDOĞAN
Önsöz
 
Ayane kültür edebiyat dergisi, 1980’lerin sonu itibarıyla yayın hayatına başlayan ve üç yıl boyunca (Ocak 1988-Aralık 1990; 36 sayı) genç kuşağın ürünlerine yer veren bir yayın organıdır. 1980’lerin dönemsel özelliklerini genel hatlarıyla yansıtan bu yayın organı, her ne kadar Rize’nin envanterine kayıtlı olsa da Ankara merkezli çıkmış bir dergidir.
 
İdeolojik kamplaşmanın dışında kalmak isteyen; geleneğe yaklaşımı önemseyen, sanatı anlama ve anlamlandırma bilinci gelişmiş, edebiyatımızın gelişim seyrini yakından izleyen bir grup genç isim Ayane etrafında toplanmış ve kısa zamanda kendi çizgisini oluşturmuştur. Hiçbir düşünce ve sanatsal etki altında kalmadan bir noktada; sanatın bağımsızlığı noktasında bir araya gelmiş bu gençlerden bazılarının adı Ayane’den önce duyulmuş olsa da çoğunluğu Ayane’yle gün ışığına çıkmıştır. Ayane, kuşağının gençliğine kendini gösterebileceği ve sesini duyurabileceği özgür bir zemin olmuştur.
 
Bu girişten sonra Ayane’nin 21. sayısıyla başlayan (Eylül 1989) “Sanatçılarımızla Konuşmalar” başlığı altında derginin yazarlarını ve onların edebiyat görüşlerini tanıtmayı amaçlayan bir söyleşi dizisi yayımlanmıştır. 12 sayı süren (21-32) bu dizide sırasıyla Arif Dülger, Hicabi Kırlangıç, Mehmet Erdoğan, İbrahim Eryiğit, İsmail Hocaoğlu, Recep Seyhan, Kâmil Yeşil, Ali İhsan Kolcu, Nazlı Nihal Özer, Süleyman Çelik, Mehmet Ay ve Ömer Erdoğan’la birer söyleşi yapılmıştır. O günün edebiyatında genç kuşağın bakışını yansıtan bu söyleşileri derleyip, aynı sorulara aynı kişilerin yeni cevaplarıyla kitap bütünlüğü içinde yayımlamayı plânladık. Ortaya ilginç bir panorama çıktı. Şairlerin cevaplarını Ali K. Metin’e, öykücülerin cevaplarını da Necip Tosun’a yorumlattık. Edebiyat sosyolojisi açısından verimli bir malzeme ortaya çıkmış oldu. Değişen yazarlar, değişen bakış açıları ve değişen olgular… Değişim üzerinden bir edebiyat sosyolojisi…
 
Esasen bu söyleşiler, Ayane yazarlarını tanımayı/tanıtmayı amaçlıyordu. Çeyrek yüzyıl sonra yeniden ve aynı kişilerin yeni cevaplarıyla yayımlandığında, Türk edebiyatının ve edebiyatçısının son çeyrek yüzyılına ışık tutan bir misyon kazanmış oldu. Bu yüzden söyleşiler, bir bütün olarak okunduğunda (eski-yeni) Türkiye’de bugün üretilen sanatın arka plânına ve gelişim seyrine dair bir fikir sunmuş olacak.
 
Rize İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu, edebiyat dünyasını yakından takip etmeyi sürdüremediği gerekçesiyle sorulara yeniden cevap vermek istemedi. Ancak Hocaoğlu, kültür ve sanat hayatında kurumsal olarak bir makama sahip. Bir ilin kültür hayatından sorumlu, kültür politikasını yürütme konumunda. Takdir elbette kendisinin. Gönül isterdi ki edebiyat dünyasını neden yakından takip edemediğine dair bir çift söz söylesin. Yine de onun sorulara ilk cevabını kitaba koymayı ihmal etmedik. Nazlı Nihal Özer’e ise ulaşamadık. Ancak onun Ayane’deki söyleşisine yer verdik. Ayane döneminden ismi tamamen kaybolan iki isimden biri de Ömer Ceylân’dır ve onun dergide birbirinden güzel şiirleri yayımlanmıştı.
 
Dünü ve Bugünüyle Ayane Söyleşileri / Türk Edebiyatına Çeyrek Yüzyıllık Bir Bakış adını taşıyan kitabın birinci bölümünde Ali K. Metin ve Necip Tosun’un şairler ve öykücüleri değerlendiren birer yazısı yer alıyor. İkinci bölümde, Ayane’de Arif Dülger, Hicabi Kırlangıç, Mehmet Erdoğan, İbrahim Eryiğit, İsmail Hocaoğlu, Recep Seyhan, Kâmil Yeşil, Ali İhsan Kolcu, Nazlı Nihal Özer, Süleyman Çelik, Mehmet Ay ve Ömer Erdoğan’la yapılan söyleşiler ile bu yazarların (İsmail Hocaoğlu ve Nazlı Nihal Özer hariç) çeyrek yüzyıl sonra aynı sorulara verdiği yeni cevaplar ve öz geçmişleri yer alıyor. Üçüncü bölümde ise dergiyi tanıtmak amacıyla Mehmet Erdoğan’ın daha önce yayımlanmış “Ayane Dergisinin Misyonu” başlıklı bir yazısına yer veriyoruz. Böylece dünü ve bugünüyle Türk edebiyatına çeyrek yüzyıllık bir bakış sunmuş oluyoruz.
 
Son olarak bu kitabın gün ışığına çıkmasına vesile olan Muhsin Mete ağabeye ve katkılarından dolayı Mehmet Erdoğan ağabeyime teşekkür ediyorum.
Okuyucuya ufuk açması ve araştırmacılara kaynaklık etmesi en büyük arzumuzdur.
 
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir