ABDULKADİR BOSTAN
Güvercinlik
ilkin,
içimde bir duvar yıkılınca başladı her şey
ayraçlar sayfaları özgür bıraktığı gündü
kalbim, başka bir kalp izine büründüğü dündü
ve çiçekler, yağmurların ellerinden öpüyordu / anne diye
ne görsem aşılmaz bir mevsimdi,
ne hissetsem savaştaydı, babamın gözlerinde
bütün yüzlerin unutulduğu o telaş yığını perdelerin
ve evlerin göz hizasında begonya gülüşleri öterdi
bu bilinmez bir ayindi
biz; aynı ayette, aynı manaya yakalanıp
-sanki aynı secdede kavuşacaktık…
ilkin, bir pencereyi sevmekle başladı her şey
utangaç boynumuzdan yuvarlanırken demir ter bilyeler
bir yangına telaşlıydık
bütün şehirlerin
ve bütün şairlerin kapısı göğe açılırdı
-içimize bir kavuşmak yanaşırdı ki,
sanki aynı âmin’de, ellerimizi yüzümüze sürecektik…
ilkin
bir ses ile başladı her şey
aklınızı eğmediğiniz secdede
alnınızın ne işi var / dedi, alnı olmayan adam
-alnı olanlar ise, onu hiç duymadı
biz ise çocukluk oynuyorduk
dünya denen taş değirmenin avlusunda…
sevilmezken başladı her şey
ve birde, güvercinlikte büyüyen çocukluğuma
babam Kevser okurken
manası aklımda kıyam dururdu
sanki bir devin omzunda, göğe dokunurdu kalbim
çünkü kalbim ve babam en uzak iki mesafeydik
şehir kuklacıları, iğde gülüşlü çocuklar güldürürdü
ve hep birlikte,
düşümüzde okşanan pamuk karası saçlarımıza tutunurduk
sonra, tek bilek olup, yapay manzaralar
ana koku bir kucakta mavi sürgünler
bazen de; babama da, babasının anlattığı
cennet kapılarına benzeyen imanımızın portresini çizerdik
gümüş tabakalı gecenin duvarlarına
ve aynı hayal halkalarından sarkarak
kıvrılıp uyurduk, aynı güvercinlikte
kıvrılıp uyur gibi, iki güvercin kalbi, içimizde…