MEHMET SAİT YAKUT
Düşman Kim?
Muhtıralar, notalar, ültimatomlar, kriptolar, aleyhte deliller, entrikalar, kumpaslar ve kolpalıklar, çalımlar ve çelmelerle yürüyüşü değişen bu millet düşmanını arıyor.
Tanımadığı, bilmediği ve hatta görse bile bir şeye benzetemeyeceği o alçaklar ordusunu arıyor.
Düşman; memleketi ve asaleti, kültürü ve medeniyeti, dini ve kavmiyeti ne olursa olsun alçak ve namussuzluğun iki heceli ismidir. Çünkü düşman olduğu için yada düşman kabul edildiği için, insan hak ve onuruna ait ne varsa artık kaybetmiştir. Hatta artık insan bile değildir.
Vatanında tarla sürerken dövülüp toprağı elinden alınan, bağı bahçesi yağmalanan, danası düvesi boğazlanan, yerinden ve yurdundan tehcir edilen, kelepçe ve prangalarla başka uzak coğrafya zindanlarına taşınan, dili, şarkısı ve kültürü bıçaklanan ve bütün bunlara karşı “benim günahım nedir?” diye soran herkes düşmandır…
Düşmanlık; yürümeye başladığı noktadan varacağı yere kadar, kendini her türlü riske karşı garanti altına alma istenciyle yerleşik hale gelmiş bir göçebe kültürüdür.
Tabii ve insani her türlü müdahaleye karşı mütemadiyen müheyya ve mütemadiyen tedirgin durmayı varlığının kat’i koşulu sayan bu göçebe kültürü, kendi ırkından gayrı herkesi düşman bilen ve mesafesini ona göre ayarlayan bir sistemin temel disiplini olarak bugüne kadar hüküm sürdü.
Çığ ve heyelandan, kıtlık ve tufandan, hortum ve fırtınadan emin yerlere oba kurmak ve konuşlanma süresince orayı tüketmek bir işgal kültürü, çevrelediği toprakları korumak için ahaliden siperler oluşturarak gelen geçeni tedirgin, kuşkulu, istifhamlı ve korkulu bir anlayışla izlemek de bir siyaset kültürü olarak cibilliyet kazandı.
Primitif yaşam evresinde oymakbaşının işaret ettiği yere tereddütsüz kellesini uzatan, onu “La yüs’el” ve “La yetezelzel” bir makamda taltif ve ta’zime şayan kabul eden, oymakbaşının huzur ve saadeti için otağı başında nöbet tutan bu meccani ve gönüllü güdük ahalinin idareye ilişkin bir hakkı ve dahli olmadığı halde, oymakbaşının yarattığı düşmanlarla mücadele etme gibi bir vazifesi olmuştur. Her zaman.
Göçebelikten işgale, işgalden devletleşmeye doğru tevarüs eden bu korku hükümranlığının modern yönetimin bir refleksi haline gelmesi bu tarihi arka planla değilse neyle açıklanabilir?
Geceleyin bir karaltı, gündüz vakti bir yabancı, hatta hışırtısıyla irkildiği ağaçlar, koşuşturmasıyla sarsıldığı yılkının toynaklarından kopan duman, zararsız da olsa düşmandır.
Ayağı taşa değse çıktığı yola düşman, yolda karnı acıksa yoldaşına düşman, mola verip yattığı hana düşman, hancıya düşman. Her yabancı dış düşman, her yerli iç düşman…
Ve her şeyden önemlisi aklı başına düşman bir millet.
Başını götürdüğü yerle aklını bıraktığı yer arasında gezinen her şeyi ve herkesi kuşku ve ihanet kazanında kaynatmayı varlık bilinci olarak belleyen bu milletin düşman arayışı hiç bitmedi.
Millete karşı millet…
Aynı tarih ve kültürün aslına çeken füruunda da benzer cibilliyetin sisteme ve ilişkilere yansıdığı açıkça görülüyor. Klan içi otorite kavgalarının ve klanlar arası çatışmaların temeline inildiğinde korku ve kuşkunun yarattığı “düşman” kardeşlerin mücadelesine fazlasıyla rastlanır. Harici bir tehdit ve taarruz söz konusu değilse bile dahili bir başkaldırı ihtimalinin yarattığı kuşku hep beslenerek büyümüştür.
Her zaman için düşman aranmış ve mutlaka bulunmuştur.
Dışarıda değilse bile içeride mutlaka bir düşman vardır.
Millet kavramını teolojik ve sosyolojik tanımlardan aşırıp, tek kimlik dayatmacılığının figüranları olarak ele alırsak, sistem üzerinde tabii hak ve iktisap sahibi olduğunu iddia eden seçkin oymakbaşlarının korku ve evhamını anlamak daha da kolay olur.
Otağlarının direkleri çatırdıyor çünkü.
Çadırları devriliyor ve kandilleri rüzgâra açık bir yerde korkuyla titriyor.
Mumyalardan kahramanlar ve lahitlerden ehramlar yaratmaya çalışıyorlar.
Mezarlıklardan ve karanlık sokaklardan ıslık çalarak geçiyorlar.
Bağırıyorlar ve bağırışlarının yankısından ürküyorlar.
Meccani ve ekmeksiz bir sürü ahaliyi, dış düşmanı kovduğu yerlerde iç düşmana karşı topluyor ve dürtüklüyorlar.
Sevinci ve coşkusu, nefreti ve öfkesi toplu dürtüyle harekete geçen bu sitkomcu ekmeksiz ahali, düşmanını bulmanın sevinciyle sokaklara taşıyor.
Kendilerini değil sadece, analarını da alıp geliyorlar.
(Dış düşmanını döktüğü) denizden ve (işgalcisini kovduğu) karadan kendi topraklarını yeniden işgal ediyorlar.
Ne yaptıklarını ve hangi cephede kime karşı savaştıklarını bilmiyorlar.
Çünkü kendilerine izletilen dizi filmlerden geçme bir içgüdüyle sokaklara doluşuyorlar.
Sitkom dizilerini izlerken espriyi anladığı için değil arka plandan gelen kahkahayla gülen ama neye güldüğünü kendisi de anlamayan bu ekmeksiz yüzbinlerin elbette bir kıymeti vardır.
Çünkü onlar adına çıktığı düşman arayışı başarıyla sonuçlandı sitkom yazarı oymakbaşlarının.
Aradılar ve buldular…
Neyi mi?
Nerde aradıkları önemli değil ama buldukları şey önemli..
Boncuk…
Şimdi bu boncukla iç ve dış düşmanların nazarından korunmak için doluşuyorlar meydanlara…
Kavmiyeti ve asaleti ne olursa olsun düşman her zaman kötüdür.
Düşmanını savaşla kovduğu için bayrağını kazanan bir millete karşı, onun bayrağını silah gibi kullanan başka bir milletin savaşı…
Cengâverler oymakbaşlarıyla cephedeki yerini almış durumda.
Sahi düşman kim?
_______________________________________________________
Mehmet Sait Yakut’u Rahmetle ve Özlemle Anıyoruz | Asanatlar