MEHMET ALİ BAL
Şekur İsm-i Şerifi
Şekur İsm-i Şerifi “Teşekkür eden; az şükredene dahi çok nimet veren; rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan; az amele çok sevap veren; çok şükredilmeye layık olan, kendi rızası için şükredilen, şükür edilen işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muamelesi yapan” manalarını içermektedir. Allah’ın (cc) esması içinde kullarına tenezzülat-ı İlahiye türünden bahşedilmiş büyük nimetlerden biridir. Bu yönden bizatihi kendisi dahi şükrü iktiza eder. Bu mana çerçevesinde; “Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin” (Bakara/ 152) buyrulmuştur. Bu ne büyük bir lütuftur anlayana!
Büyük dünyevi makam sahiplerine selam vermeniz bile onlar tarafından yadırganır, yanlarına yaklaşmanız bile engellenirken; Allah (cc) kullarına “Anın beni anayım sizi. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin” buyurmaktadır. Yanlarında olmak istediğiniz insanlara teşekkür ederken oldukça uzun cümlelerle teşekkür edersiniz ki birlikteliğin süresi uzasın. Allah (cc) bunu bizatihi kendisi emretmekte, hatta sadece beni anın, sadece bana şükredin buyurmaktadır.
“Şükr” kelimesinin Arapça “Şükran, Sena ve Hamd” kelimeleriyle (Lisan-ül Arab, El- Maani) karşılandığını görüyoruz ki, bu da kelimenin hayat bulmasının ne derece zengin meyveler verdiğini bize göstermektedir. Bunlardan birincisi verilen nimetlere şükür ile o nimetleri daha sonra da o nimetlerin sahibini idrak etmektir. Bu da insanlar arasındaki münasebetlerde dahi büyük değer taşıyan “İyiliğin kıymetini bilme, sahibine vefa gösterme” gibi hususları kapsar. Bir hadisi şerifte buna da işaret vardır: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmez”.
Allah’a (cc) yapılan şükür ve teşekkürler o derece kapsamlıdırlar ki, insan dünyevi planda da teşekkürü, vefayı, nezaketi bir hayat tarzı haline getirir. Diğer yandan bu mübarek sözlerin Allah (cc) tarafından ilham ile de muttasıf olduğunu düşünürsek, Allah (cc) büyük bir tenezzül lütfuyla kulları arasında da teşekkürün yayılması nimetini müstahsen kılmıştır. Keşke bugünkü sosyal hayatımız içinde, İslam dünyasında şükür ve teşekkür tıpkı selam gibi yaygınlaşsa! İnsanımız ve bizler birer nezaket ve teşekkür abidesi olsak birbirimize karşı…
Diğer yandan İslam uleması şükrün kullardan Allah’a (cc) yönelik olanın “Marifet ve ibadet ile olacağını” ifade etmişlerdir. Ser’i-es Sakati “Şükür senden üste Allah’a itaat, senin benzerine övgü (İltifat), senden altta olana da lütuf ve ihsandır”. Dev Arapça Sözlük Lisan-ül Arab’da “Allah’a Şükür için, Allah’a ibadet ve itaat iledir, Allah’ın üzerine yapmakla yükümlü kıldıklarını eda etmektir” denilmektedir.
Nitekim Hazreti Peygamberimiz (s.a.v.) “Bana üç şey sevdirildi” derken “Gözümün nuru ise namazda kılındı” buyurmaktadır. Buradaki namaz için kullanılan kelimelerin ne derece yakın ve muhabbeti iktiza ettiğine dikkat edelim.
Şükür kelimesinin “Sena” manası üzerinde durmak gerekir. Zira insanlar arasındaki teşekkürün manası teşekkür ile sınırlıdır. Ancak, Allah’a (cc) yapılan şükrün mahiyetinde sena etme de vardır. Şükür kelimeleri içinde verilen nimetlerin sayılması, her bir nimetin de Allah’ın (cc) bir lütfuyla irtibatlandırılması Nimet Verenin (cc) kudreti, keremi, bağışlayıcılığı, merhameti ve daha pek çok isminin ve sıfatının sayılması ve sena edilmesi demektir. Şu halde Rezzak İsminin tecellilerinden olan rızık zincirinin vahidiyeti göstermesi gibi şükür de tevhit hakikatine erişmek için şirin ve hususi bir yoldur, vasıtadır. Ancak, çok zor şartlarda gidilen yollar kadar emindir, şirindir ama şatafattan uzaktır. Şımarıklıktan uzaktır. Bütün kudret ve hâkimiyeti Allah’a (cc) hasretmek, tevhit kalesinde kalmak, verilen en küçük nimete bile çoğaltılmasına vesile şükür kelimeleriyle mukabele etmektir.
Hamd kelimesi ise daha sonra da üzerinde duracağımız gibi, şükür manasını taşıyan ve sena mahiyeti olan bütün kelimelerin ve manaların bir bayrak altında toplanmasıdır. Ancak, bayrağı altında toplanan bütün kelimelerden üstün olan yönü, “Hamd” nimetler verilmeden önce veya sonra nimetlerden bağımsız olarak, sırf saf ibadet maksadıyla Yüce Yaratıcıya (cc) hamd ü senalar etmektir. Şükrün yüksek mahiyeti Hamd burcundadır bu yüzden.
Akidemizin imamelerinden biridir hamd kelimesi. Abdurrahman Ceziri’nin Mevlana’ya muhalefetle söylediği gibi kâinattaki yıldızlar, ağaçlar, canlılar, vs. birer hamd kelimesidirler. Yıldızların dönüşü, rüzgârın esmesi, yaprakların hışırtısı, çimenlerin yayılan kokusu hamd iledir. Eşyanın iştiyakı, insanın kemal arzusu hamd merkezlidir. En cami hamd kelimesini söylemek asli maksattır çünkü. Peygamberimizin (s.a.v.) ümmetine de “Hammadun” yani “Çok hamd-ü sena eden” denilmektedir. Bu ne büyük bir şeref ve ne ulvi bir vasıftır. Şükür nimet verenin verdiklerine şükürdür; hamd ise nimet verenin zatını ve tasarruflarına hamd ü senalar etmektir.
Şükür meselesinde zirveleri tutan peygamberler Kuran’da İlahi övgü ile zikredilirler: “Ey Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın torunları… Muhakkak ki O, çok şükreden bir kul idi (İsra/ 3) Hazreti İbrahim de çok şükreden peygamberlerden idi “İbrahim gerçekten Hakka yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi. Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah O’nu seçmiş ve doğru yola iletmişti (Nahl/120-121). Tufanın dalgaları arasında kendi ailesini bile gemiye bindirmek için ikna etmek zorunda kalan bir Ulul Azm Peygamber ile ateşe atılan bir başka büyük peygamberin çağlar ötesine ve Kuran’ın nazil olduğu bütün âlemlere yayılan övgü sedalarıdır bunlar.
Şüphesiz çokça şükreden sadece Rabbine şükreden Peygamberlerin yol göstericiliğinin tescilidir bu ayetler. Ayetlerde şükür meselesinin hemen tevhit hakikatiyle irtibatlandırılması şayan-ı dikkattir. “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıklardan temiz olanlarından yiyin. Eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin” (Bakara/ 172). Anlaşılıyor ki, çok çokça şükretmesiyle övülen peygamberler aynı zamanda ibadet, tespih ve istiğfarda da çok ileridedirler. Hatta bir hadis-i şerifte Hazreti İbrahim’in (as) tespih etmesinden hayranlık duyan melekler anlatılmaktadır. “Şüphesiz İbrahim çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi” (Tevbe/114).
Kuran’daki bu övgüleri çağlar sonra kavmine ve diğer kavimlere tebliğ eden Hazreti Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) “Efela eküne abden şekura?” gayesinin ifadesi ne kadar da ubudiyet, tevazu, resul kardeşlerinin vasıflarına saygı bezelidir. Hazreti Peygamberimiz (s.a.v.) geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Kendisine “Ey Allah’ın resulü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel günahlarını Allah (cc) bağışladığı halde, niçin bu kadar yoruluyorsunuz” dedim (Hz. Aişe (ra) kendisine belki de Fetih Suresinin başlangıçtaki ayetlerini hatırlatıyor. O ayetlerdeki İlahi hediye ile peygamberi idraki anlamak istiyor. Muhaddisinin ifadesine göre son derece zeki bir validemiz). O da bana “Ya Aişe, Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” Buyurdu (Buhari). Burada sözün derunu sahibine (s.a.v.) ait olmakla birlikte, Hazreti Peygamber (s.a.v) marifetullah neticesi hâsıl olan şükran hislerinin ve hakikatinin ne derece tadılmasının güzel olduğunu altın değerinde bir cümlecik ile beyan buyurmaktadırlar. Zaten kendileri de (s.a.v.) “Cevami-ül Kelim’dirler”.
Nitekim sık yaptıkları duada şükrü talep etmektedirler: “Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve güzel bir şekilde ibadet etmek konusunda bana yardım et” . (Hadis-i Şerif) Bu duada şükür zikir ve güzel bir şekilde ibadetin bir arada talep edilmesi şükrün yeri konusunda bize yol göstermektedir. Diğer yandan şükür kendi başına bir ibadet, tespih ve teşekkür değildir elbette. Bir irfan, ilim, kıvam ve duruştur.
“Ey Davud ailesi! Şükür üzere amel edin! Kullarımdan şükredenler ne kadar da azdır” (Sebe/13) hükmünde anlıyoruz ki, Allah (cc) Hazreti Davud’un ailesi ve kavmi içinde şükür kıvamını taşıyanların az olduğunu buyurmaktadır. Ayetlerin zaman ötesi ima ve hükümlerini de düşünürsek bu şükür azlığı meselesinin sadece Hazreti Davut kavmine münhasır kalmadığını anlamak makuldür. Şükür etmemek niçin çok zemmedilir. Zira şükür eksikliği aynı zamanda Allah’ın (cc) verdiği nimetleri görmemeyi, bu da Nimet Veren Bir Allah’ı (cc) görmemeyi netice verebilir de ondan! Hatta şükür etmeyen kavimler eğer gafil değiller ise en başta tevhidi kabulde sıkıntıları olan kavimlerdir. Bunlardan birçokları da şirke meyledip, isyankâr kavimler cümlesinden gazaba uğramışlardır.
Şükür tevhidi besleyen kaynaklardan biridir. Diğer birçok zikir, istiğfar ve amel şükür kapısından zahmetsizce tevhit yoluna girerler. Şükürsüzlüğe geline, şirk yoluna girişin ilk semptomlarından biridir. İnsanoğlu verilen nimetlere şükretmeyerek, adeta onların kendi hakkı olduğunu zannederek, bu zan sebebiyle de eşyayı ve nimetleri Yaratanı unutarak ilk başta girilmesi zor olan şirk yoluna giriverir.
Kime verilen nimetlere şükretmek nasip edilmişse, fazlası da verilecek demektir. Çünkü Allah (cc) Kuran’da: “Şükrederseniz size nimetimi artırırım” (İbrahim/ 7) buyurmaktadır. Varlıktan da yokluktan da çıkabilmenin şartlarından biridir şükretmeyi bilmek. Bazı insanlar vardır ki varlık ile sınava tabi tutulmuşlardır. Varlık gözlerini kör, kulaklarını sağır ve kalplerini kaskatı etmiştir. Zenginliğin bir örtü haline gelmesiyle Allah’a giden yolların ve hakikatlerin üzeri kapanmıştır.
Bazı insanlar da vardır ki, yokluk nedeniyle şükürsüzlük ve inadın esiri olmuşlardır. Hâlbuki büyük insanların en önemli özellikleri yoklukta da şükür etmeleridir. Yokluktaki sıkıntılardan da şükre medar olacak yönleri idrak edebilmeleridir. Nice sıkıntılı zamanlar vardır ki, varlık zamanlarından manevi anlamda çok daha bereketli ve insanlık ve iman sınavımız açısından kolay zamanlardır. Şükür manevi nimetlerin ve fetihlerin gelmesine davettir. Yaşadığımız hayatın içinde dikkatimizi çekmeyecek kadar yaygın ve olağan ama temel nimetlerin de fark edilmesine vesiledir.
“Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve güzel bir şekilde ibadet etmek konusunda bana yardım et”. Âmin…