Bilinç Ve Sanat

HAYRETTİN TAYLAN
Bilinç Ve Sanat
 
Bedenimizin yapısı, işleyiş mekanizması, tüm temel bilgileri yapısal-dokusal olarak kayıt altında bulunduran hücrelerdir.  Hücrelerdir bedeni metodojik yapıya bağlayan.  İnsan; hücre, zihin,  zekâ, bilinç, bilinçaltı, ruh gibi temel dinamiklerin özeti değil midir?
 
-Arılar da sanatkâr değil mi? İçgüdüsel sanat ile gerçek sanat arasında benzerlikler vardır. İçgüdüsel yeteneğin özünde farklı bir şey var. Verilmiş ile kazanılmışlık biraz farklıdır.
 
-Her canlının özü hücredir.
 
-Peki tek başına hücre bir şey ifade eder mi? İnsan akli olana nasıl ulaşır? İnsan zekânın çiftçisi, kalbin çobanı, algının, bilginin, kaliteli yaşamanın efendisi değil midir?
 
Yegâne cevap olarak karşımıza bilinç gelir… Yani insanı diğer varlıklardan ayırt edeci,   yani özgür iradeye taşıyan, yani nefse,  vicdana,  ruhun canlanmasına götüren odaktır bilinç.
 
“Beyin uzmanlarına göre, bilinç devresinde her şey daha stratejik ve amaçlıdır.
 
(Siegel 1999, s. 263). Yani bilinç, bedenin kalıtsal davranış kalıplarından kurtularak, çevredeki değişim-dönüşümlere daha kolay uyum sağlanması için oluşturulmuştur.”Prof. İsmet Gedik(Hücre Yapısı)
 
İnsanın beyinde olaylar zamanla tanıyıcı-tanımlayıcı devreler yakalar.
 
*İlk insanların ilk işi sanat olmamıştır. Beyin önce yaşamın gereksinimlerine yönlendirmiş. Yaşamanın tanıyıcı,  tanımlayıcı devrelerini yaşamış.  Doyumlardan sonra sanat başlamış.   Farklı bir bilinci var sanatsal algının.  Farklı içtenliği var. Bilincin farklı devrelerinde sistemleşir sanatsal algı.
 
-Kalıtsallığı yönetemez hücreler. Burada devreye bilinç girer. Kalıtsal depomuzda bilinci yönetecek verilerin azlığı bizi arayışa yönlendirir.
 
-Ya da farklı metaforlar bizi sanatsal algıya taşır. Yazmak, çizmek,  şekil vermek, gibi yapılanışların tanıyıcı tarafını ayrı bir bilinç yönetir. 
 
Gözlemler, deneyimlerin sessiz diliyle sanat diline gider gerçek arayış.
 
-Şiir yazmak, resim çizmek, eğlendirme, ya da gönlü çoşulayıcı çabalayışlar insanı bir yere getirir. Burada bilincin üst dili devreye girer.
 
-İnsan her zaman çalışamaz. Hep aynı şeyleri yapamaz. Sorgulayışlar,  can sıkıntıları başlar. Aslında sanatı arama devresi, her şeyin özünü sergileyen arayışlar değil midir? 
 
Kendimizi bilerek, bularak gidiyoruz bu bilinçaltının arayış ve sorgulayış sahnesine. Bazen bu kalem, bazen tuval, bazen söz, bazen ses,  bazen ritüel bir bağ olur bizi farklılığın en  üst seviyesine  götürür.
 
-İlk resim nasıl ve neden çizildi?  Önce iletişim odaklıydı sanat. Sanatsal buluşlar hayati bağlara bağlıydı. Önce yaşamak vardı. Önce sevmek, hayatta kalmak vardı.  Doyumlardır bizi daha iyilere götüren. İnsanın özü nefistir, içsel açlığın doyumudur. İçimizdeki doyumların sonu gelmez, çünkü insan zaafa,  yani hep yeni, farklı şeylere odaklı nefsi bir varlıktır. Nefs, insanın en büyük odağıdır. Bizi yönlendiren, bizi bir yerlere götüren, bizi bir yerlerden koparan bir dünyadır.
 
-Bilinç, bilinçaltı, bilinçdışı, nefsimizin odağında kendine bir düzlem bulur.
 
-İnsanlar resim çizerek anlaşıyorlardı. Şiir insanla beraber vardır. Nidalar, içlenişler,  sözsüz kalışlar şiir değil midir?
 
-Uzun deneyimlerin bilinçle tanımlayıcı,  tanıtıcı devresinden sonra ortaya çıkardığı sanatsal sonuçlar, ya da bilinçle pekiştirilen yaşamın diğer yönleri zamanla hücrelerimiz tarafından “alışkanlık” yani otomatikleşmiş-‘sabitleştirilmiş’ bilinçaltına gider.
 
Prof. İsmet Gedik: “Yaşamımızda sık sık yaptığımız tüm eylemler hücrelerimiz tarafından “alışkanlık” dediğimiz otomatikleşmiş-‘sabitleştirilmiş’ bilinçaltı sistemine alınırlar. “(Hücre Yapısı)
 
*Zaten insan beyni gelen verilerin büyük çoğunluğunu bilinçdışına aktarır. Sanatsal olayların çoğu arayışlar, sorgulayışlar, içsel hesaplayışların bilinçdışı güdülerinden çıkmıştır.
 
-Kimse acıktığı için bir şiir yazmaz. Sanatsal bilincin temelinde doyulmayıcı,  içimizdeki çocuğu doyurucu öğelerden çıkar.
 
-Bir de her insanda olmayan özelliğin adıdır sanatsal algı. Sanatkârın farklı bir bilinç düzeyi ve bilinçaltı sınırı vardır.
 
-Sanatla ilgili beyinlerin hücre yapısı daha çok bilinçaltına odaklıdır. Orada beslenen içsellik yetenek, arayış,  yenileyiş ve sanatın kendi kuramlarıyla gün yüzüne çıkar…
 
-Bulma, sorgulama, arama, bilme, aşma, dirilme, isteme, farklılaşma algısının zihinsel yapının temel dinamiklerinde edindiği depolayış bilinçaltında bir doyuma,  kıvama, isteme, fışkırışa gelmiştir.
 
-Sanatsal yetinin devreye girmesiyle ürünler gün yüzüne çıkar. Her sanatsal yaratı kendi kuramına göre biçimlenir.
 
Şiir’de poetik unsurların duygu, ruh,  sözcüklerle tanışmasında, Tiyatro’da görsel algının bedensel dille aktarılmasında,  Resim’de el becerisinin zihin ve bilinçaltı haritasından bir şekle bürünmesinde olduğu gibi her sanat kendi algısı, olgusu, içsel yetisi ve sanatsal kuramıyla sistemleşir.
 
-Üretimler zamanla hücreler tarafından alt bilince alınıp sistemleştirilir. Yeni bir şey, yeni bir duyunça ortaya çıkar. Şiir,  şairin kulağına fısıldanan ilahi sesin, manalara, sözcüklere, poetik sistemlere aktarılışı değil midir? 
 
-Daha sonra bu ortaya çıkan ürünlerin bilinçaltında sabitleştirme işlemini kimyasal moleküller yapar. Bu moleküllerin otomasyonu bir yerde bitebilir. Çünkü insan sürekli yeni şeyler yaşar, öğrenir,  zihninde depolar. Ve öğrendiklerimizin olgusal haritasını denetleyen bu moleküller, her öğrenme, yenilenme, zihne depolanmada bizi yeniden bilinçle hücrenin otomasyonuna götürür.
 
Aslında her yeni bir şeye hazırdır hücrelerimiz; ancak devrelerin uyumu ya da özümüze dönütler vermek.
 
Kısacası insan öğrenir,  öğrendiğine alışır, alıştığını sabitler. Sabitlediği bir olguya yeni şeyler ekler onunla terbiye eder algısını. Yaşamın özü biraz bu…
 
Her yeni algı, olgu, değişim uzun sürelere götürür. Onların hayatımızda tanımlı, tanıtıcı devresinde geçmesi zaman alır.
 
Sanatsal buluşlar da öyledir. Serbest şiir bize aykırı, farklı gelmiş sonra devrini tümlemiştir.
 
-Akımların, farklı poetik unsurların, sanatsal kuramların çokluğu, değişimi aslında şunu özetliyor. Her insan bilincin bir parçasıdır. Her bilinç kendi dünyasının sisteminde yeni şeyler, yeni algılar, arayışlar,  kendini aşmalara gidebilir.
 
-Her insan bir dünyadır. Her inan kendi iç sisteminin uydusudur. Kendimize ait olanla, olamayan gidiş ve merakın zarfını açıp başka meraklara gidişi yazma mecrasıdır sanat ve bilinçli yaşamak.
 
Bu değişimlere biz zor alışırken, hücrelerimiz on binlerce faktörü aynı anda değerlendirip, birkaç salise içinde sonuca götürür.
 
Bu bizim elimizde değil. Bu Yüce Allah’ın insanın yaratmadaki ustalığıdır. Bunu hiçbir teknoloji çözemez.
 
-Sanat bu bağlamda hücreleri sistemize eden üst bilincin buluşudur.
 
-Yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz, sosyal ve çevresel öğeler insanı bir yere götürür. Kalıtsal verilerimiz oluşur.  İnsana verilmiş yetenek yetmiyor. Demek ki bu kalıtsal depo ve bilinç bizleri yazmaya, yaratıcı şeyler bulmaya götürüyor.
 
-Sanatın merkezinde olmayan üretim vardır. Bu da üst bilincin kalıtsal depolarında kazandıklarımızdır. Yani bilinç ile bilinçaltında kalmış algılar, olgular,  içseller, isteyişler, arayışların özetir sanatsal algının ortaya çıkışı.
 
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir