İSMAİL GİRAY
Masal Değil Ezelden Beri Böyle Bu Sevda
“Geçmedi üşümem / Ben bir aşkın kar yağışından geliyorum” demişti Şükrü Erbaş… Nasıl bir aşktı ki bu üşümesi geçmemiş, nasıl bir aşktı ki bu; kar yağışı halen devam ediyor… Neydi şairi bunca üşüten, titremesini geçirmeyen, parmak uçlarını ansızın yoklayan ayaz neydi?
Uzunca bir yolculuğa çıkalım şimdi. Ama çıkmadan Rahmetli Arif Nihat Asya’nın şu dizelerini de yanımıza azık olarak alalım: “Masal değil onu benden yarattığın Mevla / İçimde koptuğu yer sızlamaktadır hala.” Alalım zira gidişimiz gibi dönüşümüz de o dizelerle mümkün… Yol ilerledikçe birkaç dize daha yükleyeceğiz heybemize. Ve devam edelim, Arif Nihat’ın dizeleri üstüne…
“Masal değil onu benden yarattığın Mevla” diyor Şair… Bir yaratılan var burada ve o yaratılan, öyle bir yaratılışla yaratılmış ki, Şair; bu masal değil diye belirtmek zorunda kalıyor. Demek ki öylesine masalsı bir güzellik var ortada… Fakat ikinci dizeye geçtiğimizde; -tabiri caizse- “İçimde koptuğu yer sızlamaktadır hala” serzenişiyle karşılaşıyoruz. Mevla, masalsı bir yaratılış bahşediyor ve o yarattığını, yaratıldığından koparıyor. Hem öyle bir koparıyor ki kopardığı yer sızlamakta hala… İlahi nizama itiraz olmaz! O halde muazzam bir hikmet aramalı burada.
Arayalım!
Çok saat üstünde düşünülse yine de kavranamayacak kadar güzel imgelenmiş bir hikmet pırıltısı var burada. Ama kavrandığında, idrak edildiğinde, iman edenin imanını tazeleyeceği, imansızın vicdanında, varlıktan şerareler koparacağı muhteşem bir hakikat var burada. Öyle ki, bir edebiyatçımızdan, bu dizeleri okuyan inançsız birinin, belli müddet düşündükten sonra, “ben artık inanıyorum” demiş olduğunu duyduğumda, ben de yeni baştan iman etmiştim, yaratanın aşkla bezeyip sunduğu kudretine…
Uzatmadan… “Masal değil onu benden yarattığın Mevla / İçimde koptuğu yer sızlamaktadır hala.” dizeleri şu hadiseyi anlatır:
Allah, Azrail’in getirdiği bir avuç topraktan, Hazreti Âdem’i yarattı. Daha sonra, da Hazreti Âdem’in sol kaburga kemiğinden Hazreti Havva’yı yarattı. Yani, Allah, İlk İnsan'ın vücudundan kopardığı bir parça ile yarattı Hazreti Havva’yı. Hazreti Havva ki kadınlık âleminin yolağzı, kadınlığın başlangıcı… Kadınlık ki, erkeğin sol yanından bir parçanın koparılmasıyla başlayan kervan…
İşte büyük şair Asya, bu muhteşem hadiseyi telmih sanatıyla şiirine aktarıyor ve bir nevi aşkına sesleniyor: Benim sana olan aşkım, ta ezelden başladı, ilk insandan kopan parça benim parçamdı, sızlayan yanım sensin benim… Kalubeladan başladı sana yolculuğum, sen öylesine bana aitsin, koparılan yerimsin sen benim… Ama şair de biliyor muhakkak; o sızlayan yer, hep sızlayacak, koparılan parça, yerine bir daha gelmeyecek çünkü yaratan öyle murad etti.
İşte Şükrü Erbaş’ın geçmeyen üşümesi bundandı. Sezai Karakoç’un; “Aşk ki ebedi tanışıklıktır / Doğmadan önce başlamışlıktır” demesi bundandı. Abdurrahim Karakoç’a; “Sormuşlar ezelde aşk var mı diye / Ben Kalpten vuruldum doğmadan önce / İster azap deyin ister hediye / Meçhule sürüldüm doğmadan önce” dizelerini söyleten bu koparılıştı. Sevginin büyüklüğü sanat doğururdu ya, işte Arif Nihat Asya, bütün bu anlattıklarımızı iki dizeye sığdıracak kadar sanatkârlaşmıştı acısından. “Sevdası büyük olanın imtihanı da büyük olur” fehvasınca; O, koparılışın sızısını hissetmişti aşkından.
Evet; “Masal değil onu benden yarattığın Mevla” ve her daim; “İçimde koptuğu yer sızlamaktadır hala!”