Hatıralar Dolu Başaklar Gibi

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Hatıralar Dolu Başaklar Gibi
 
Yola koyulmanın sırlı dokusuna sardım yüreğimi. Kendimle baş başa kalmanın keyfini çıkarma vakti gelmişti. Mekânın aynılığı iyiden iyiye yormuş ve ruhum bütün kalabalıklarından uzaklaşmak için can atıyordu. Belki sayılı gündü belki kısacıktı ama iyi gelecekti biliyorum.
 
Başımı yasladım cam kenarına ve yol boyu karanlıkta ara ara göz kırpan ışıkların içinden gidip geldim. Sayılı saatlere uzun zaman dilimlerini sığdırma vaktiydi. Özlenen yüzlerle hasret giderilecekti, yürekten yüreğe köprüler kurulacak, gönüller alınacak ve hüzün paylaşılacaktı.
Yalnızlığımın yeri de hazırdı. Ara ara sokulacaktım ve başımı yaslayacaktım omzuna…
Hatıralar dolu başaklar gibi başını kaldıracaktı. Ve ben her hatıranın içinden geçerken ılık damlalar bırakacaktım.
 
Otogara gelmiştik sonunda. Güzel ve coşkulu bir uğurlanıştı bu. Davullar, zurnalar eşliğinde… Otobüsün etrafında müthiş bir kalabalık… Galiba asker uğurlamasıydı. Kalabalığın yüzü gurur vericiydi. Belki yüreklerinde, bir daha görememenin hüznünü taşısalar da bunu saklamayı beceriyorlardı.
 
Otobüse bindim ve koltuğuma geçtim. Hemen cama yapıştım ve iki güzel insanı aradım. Her ne kadar da beklemeyin dediysem de hareket edene kadar ayrılmak istemediler. Dost yürekleri öyle sarıp sarmaladı ki ve öyle güçlü duygularla doluydum ki, başımı kaldırıp yüzlerine bakarken gözyaşlarıma hâkim olamıyordum.  
 
Hiç beklemediğiniz bir anda hayatınıza giren insanlar öyle bir yere oturuyor ki yüreğinizde akrabadan ileri olabiliyor. Bu duygularla ayrılıyorum onlardan. Dünyada hala böyle güzel insanlar var diye de seviniyorum.
 
Allah’ın size dar zamanınızda gönderdiği hediye gibi… Hep böyle olmaz mı ki, öyle şeyler yaşarsınız ki ve olmadık zamanda öyle hayatınız sürprizlerle donanır ki kendiniz de dönüp bu tevafuka hayret edersiniz.
 
Tanışıklığımızın vesilesi şiirlerdi. Şiirden yola çıkarak şairine ulaşır sonra kitaplarından alır bütün öğrencilerine. Ve Allah yollarınızı kesiştirir bir şekilde tanış eder ve öyle bir tanışıklık ki, ağabey olur, can olur, halinize hal, kalbinize dost olur. Aradaki bağ öyle güçlenir ki, ailenizden biri olur.
 
Şiirlerden yola koyularak dostluk makamında gönül köprüleri kurduk. Kendimizi ifadeye gerek yoktu. Anlaşıyorduk şiirlerin gölgesinde ve yalnızlığın kuytu köşelerinde.
 
Otobüsümüz yola koyulmaya başladı. Bu nasıl bir haldir ki, gidişler de gelişler de ağlatıyor. Her seferinde geride bıraktıklarımız var. Hiçbir zaman tam olmayı beceremedik. Hep yarım… Hep eksik…
 
İki güzel insan da geride kaldı, bir daha görüşmek dilekleri ile. Her ne kadar geride kalsalar da yolculuk boyunca eşlik ettiler ve yol arkadaşlarım oldular benim. Sordum, ‘’Bu sevgiyi hak edecek ne yaptım’’ diye
‘’Birbirimizi sevmedikçe cennete giremeyeceğiz.’’ dedi.
Sustum, haklıydı.
 
Gidiyordum başımı cama yaslayıp, ardımda Canözüm’ü bırakarak… Gidiyordum hüzünlü ve endişeli gözlerini yanıma alarak. Gitmezdi o bakışlar gözümün önünden ve her hatırlayışımda, gözyaşlarıma hâkim olamayacaktım. Çok geceler sakladık birbirimizden ve mutluluk oyunlarının içine gömdük acılarımızı. İncinmiş bir yüreğin dua kapılarında sabahladığını gördüm. Aşk ile sarılmıştı hüznüne…
Aşk, parmaklıklar ardında zeytin çekirdeğini mermere sürte sürte, kalbi işlemekti.
Aşk, ihlâsa yaslanan tebessümdü. 
Sırtınızı aşka dayadınız Canözüm, selamete ereceksiniz biliyorum. Ve aşk kazanacak. Ve boyun eğecek zulüm.
Ve alkış tutan güruh, âhlardan kambur taşıyacak ömrünce.
Yaşattığını yaşamadan ölmesin kimse. 
Ölmesin Allah'ım!
 
İç sesimi susturamıyordum. Ne çok konuştum kendimle yol boyu. Karanlık çok koyuydu dışarıda hiçbir şeyi seçemiyordum. Yolcuların çoğu uyudu. Geceye baş kaldıran gözlerim sıcak yatağında isyankâr iken, oturur vaziyette yenilir miydi uykuya?
Ah iç sesim bırak artık peşimi!
 
Güzel günler hayali kurayım biraz da. Düş ülkesine götür beni. Gökyüzüne merdiven dayayıp, yıldız toplayayım. Yıldızlardan taç yapayım sonra. Salıncak kurayım gecenin saçlarından, ay öpsün yanaklarımdan. Masallar içinden periler çıkıp gelsin, ayakkabım düşsün bir yere ve bulan sallasın beni gün ağarana dek. Sonra kaybolayım zaman tünelinde. Bitmesin bu oyun ve gelmeyeyim yüzleşeceğim gerçeklerime.
 
Başımı yasladığım camdan el sallıyor çocukluğum.
 
“Tokat’ta inecek kalmasın’’ dedi muavin. Bir yolculuk daha sona ermişti.
 
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir