MEHMET ALİ BAL
Mübdi İsm-i Şerifi
“Mübdi” İsm-i Şerifinin anlamı “Maddesiz, örneksiz ve benzersiz yaratan” demektir.
Eğer El-Mübdi isminin anlamını biraz daha açarsak; Mübdi, hiç yoktan ortaya koyan, var eden, yaratandır. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Yaratıkları maddesiz ve örneksiz olarak baştan yaratan olan Allah’ın adıdır.
Bu hiçbir ölçüye, vezne, kalıba, modele uyulmadan yapılan ilk yaratılış modelsizdir, örneksizdir. Bir dönemin felsefecilerinin anladıkları şekilde “Bütünüyle tesadüflere bağlı, karmaşık ve hercümerç içinde bir oluş değildir. Bu yüzden ilk önce bütün evrenin ve canlıların bir ilim, hesap ve benzeri ölçüler ile keyfiyetlerin ince ince gözetilerek yaratıldığını ifade edelim. “Göğü ise, yükseltti ve ölçüyü koydu” (Rahman / 7) ayeti gibi İlahi hükümleri akli ve imani mimarimizin temelleri olarak kabul etmek icap eder. Bu çerçevede Halik İsmiyle beraber Hakim, Bar, Musavvir, Alim gibi isimlerini birlikte tefekkür edelim. “Mübdi” ism-i şerifi bu iman temeli ve yukarıdaki isimlerle birlikte asıl mana ve mahiyetini ifade etmektedir.
Allah (cc) bütün evreni, sayı ile keyfiyet bakımından aklımızın alamayacağı ölçüde varlıkları yüksek bir ölçü, dakik bir mizan ve hassas kanunlarla yaratmıştır. Bu muhteşem yaratma tasarrufunun İlahi mahiyetini ve yüksek hakikatini anlamak için başka yönlerine de bakabiliriz. “Mübdi” ism-i şerifinin tecelli ve manaları bu tefekkür noktasında aklımızı aydınlatmaktadır. Şöyle ki, “Yaratma fiili” “Yaratan ism-i faili” kendini tavsif eden başka isim ve fiillerle anlamının bir yönünü tamamlamaktadır.
İnsani, beşeri ölçüler içinde biliriz ki, bazen çok kudretli insanlar sahip oldukları güç ve imkânlara rağmen ne yapacaklarını bilemezler. Hatta güçleriyle ters orantılı olarak yıkıcı, olumsuz, eksik ve cahilane işler yaparlar. Yine ilmin bir derecesi vardır ki, o aşamadan sonra neyi bileceğini bilemez insan. Bu basit örnek “İlk kalıbın, ilk modelin” ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kudret bir programın üzerinde fail olursa manasını ifade eder. İlim “Benzersiz ve modelsiz ilk kalıbın kanunlarına ve modeline erişirse” başarılı olur. Aynı şekilde, tespit edilen kanunlar devasa kâinatta yeni kanunlara, kalıplara erişebildikçe hayattar kalırlar. İlahi kanunlar “Mübdi” ism-i şerifinin tecelli ve tezahürü olarak “Maddesiz, benzersiz, eşsiz, modelsiz tekvine (Yaratmaya) bir program olurlar.
Bu İlahi kaynak ve tesirler, öncesini ve nihayetini ancak Allah’ın (cc) bilebileceği bir zaman okyanusu içinde devam eder dururlar. Yani ki, “Maddesiz, benzersiz ve modelsiz yaratan Allah (cc) aynı şekilde benzersiz ve modelsiz bir kanunlar, tasavvurlar, tahayyüller, tekvinler üzere tasarrufatı İlahisine devam eder. Varlıkta sinek kanadı kadar bir yer yoktur ki, Allah’ın (cc) İlim, Hikmet ve Kudretinin dışında kalsın. İnsanların bir kısmı İlk yaratılış sonrası devam eden yaratmaları “Oluşum” kelimesiyle karşılarlar. Yani haşa ilk ilk yaratılış benzersizdir, sonra var olan madde ve kanunları kendi aralarında etkileşim içinde yeniden yeni şeyler oluştururlar. Hâlbuki bir yanıltmacadır bu. “Benzersizlik ve maddesiz oluş keyfiyeti” ilk yaratmada olduğu gibi yaratmanın devam ve temadisinde de vardır.
Allah’ın (cc) “Maddesiz, eşsiz ve modelsiz yaratmasına” biraz daha derinden bakarsak aklımızın sınırlarının zorlandığını hissederiz. Evrendeki en küçük varlık ile en büyük varlık (Yani onları ilgilendiren Kevni Kanunların) arasında bir bağ vardır. Yani moleküler biyolojinin en küçük noktadaki süjeleri ile astro-fiziğin devasa küreleri arasında bir bağ mevcuttur. Bu hadsiz genişlik, büyüklük ve sayıdaki her tür varlıkların devamları, çoğalmaları, ölmeleri, yeniden dirilmeleri, başkalaşmalar arasında da İlahi bir hesap ve kanun hükmünü icra etmektedir. İşte bu varlıkların her birinin zamanın en küçük birimindeki her bir tavırlarının her an (Ve külle yevmin hüve fi şen) “Mübdi” ism-i şerifinin tecellisiyle “Maddesiz, benzersiz ve modelsiz yaratıldığını idrak ediyoruz. Çok dikkat çekecek başka bir örnek vermek gerekirse, “Mübdi” ism-i şerifini özellikle sühulet ve kesretle (Kolaylık ve çok sayıda) yaratılan sinekler, mikroplar, balıklar, böcekler, bazı bitki türlerinin her bir ferdinde de mütecelli görürüz. “Sübhanallahi tahayyera fi sun’ihil ukul” söz bu noktada söylenmiş olsa gerektir.
Şöyle ki sanatta en önemli konu, eserin asıl, benzersiz ve modelsiz olmasıdır. Taklit eden değil, taklit edilen olmasıdır. Bu yüzden şaheser tablolar, heykeller, romanlar, vs. az sayıdadırlar. Hâlbuki Allah’ın (cc) yaratmasında görüyoruz ki, en akıl almaz sayıda kolayca yaratılıyor görünenlerin her biri “Benzersiz ve modelsizdir”. Özellikle birbirine benzeyen “Yüzler, gözler, dişler, vs.lerin” her biri tek bir model ve şifresine sahiptirler. Her bir canlı hücresi muazzam bir benzerlik içinde birbirinden farklıdır. Benzerlik sadece şekilde ve dâhili şifrelemede olduğu gibi “Benzersizlik ve modelsizlik” de aynı kriterler içindedir. Bu ancak İlahi sanat ve tasarrufun içinde olabilir. Varlığın kendisinde olan bu misliyet ve misliyet içindeki benzersizlik varlığın tavırlarında ve hareketinde de söz konusudur. Üstat Sezai Karakoç’un deyişiyle “(Gülün çok sayıda açması bize normal geliyorsa da) Gül her açılışında farklı açılır. Güneş her doğuşunda benzersizdir, önceki doğuşlarına benzemez”.
Bizim özellikle tabiatta gördüğümüz suhuletli ve çok yaratılan maddeler veya canlılar veya kanunlar bu açıdan bakıldığında benzersizdir, her biri bir başka modele göredir. Bediüzzaman bu harika olguya bir genişlik de vererek “Kâinatta ve varlıklarda Vahidiyet içinde Ehadiyetin tecellisi” der. Şunu ifade eder ki, evrendeki her varlığın yüzünde, içinde iki mühür ve şifre vardır. Bunlardan biri her bir varlık kendisini Bir olan Allah’ın (cc) yarattığını ifade eder, gösterir, mührünü taşır, bu “Vahidiyetin tecellisi ve mührüdür” der. Aynı zamanda, her bir varlık şekli, mahiyeti, şifresi, sanatı itibariyle sonsuz sayıda olan diğerlerinden farklıdır. Buna da “Ehadiyetin tecellisi ve mührü” der. Bu ince hesaplar, yüksek sanat içinde iç içe yer alan Vahidiyet ve Ehadiyet tecellilerinin mazharı olan her bir varlık aynı zamanda “Mübdi” isminin mazharıdır, ma’kesidir.
“Mübdi” ism-i şerifini “Muid” ismiyle birlikte tefekkür edebiliriz. Yani “Muid”in icadı benzeri ile yapılır (İade vardır). Eğer icat benzerine göre yapılmamışsa, taklit değilse “İbda” denilmektedir. Ancak şunu ifade edelim ki, ibdada olduğu gibi iadede dahi benzersizlik ve maddesizlik vardır.
“Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayan O’dur” (Secde / 7) ayetinde “İlk yaratışın maddesiz, benzersiz ve modelsiz” oluşu icazla bildirilmektedir. Ancak ilk yaratış gibi geri döndürülme de aynı benzersizliktedir. “Dönüşünüz ancak O’nadır. Allah’ın vaadi haktır. Şüphesiz O başlangıçta yaratmayı yapar, sonra iman edip salih ameller işleyenleri adaletle mükâfatlandırmak için onu (Yaratmayı) tekrar eder..” (Yunus / 4). De ki: “Allah’a eş tuttuğunuz ortaklarınızdan (putlarınızdan) halkı ilkin yaratacak, onları öldürdükten sonra yine diriltecek var mı? “ (Susan müşriklere cevaben) de ki: “- Allah, ilkin halkı yaratır; öldürdükten sonra da yine o diriltir. Artık doğru yoldan nasıl çevriliyorsunuz?” (Yunus / 34). Yukarıdaki ayetlerdeki ontolojik anlamda nihai iade (Geri döndürülme) “Maddesiz ve benzersiz” iadedir. İade ve ibda ikisi de keyfiyet bakımından benzersizdir. Sadece İlahi tasarrufların isimlendirilmesi bakımından farklıdırlar. “Vahidiyet ve Ehadiyet” esrarını ihtiva bakımından birbirlerinden ayrılmaktadırlar.
Nitekim iki ismin de Kuranda zikir sayısı aynıdır (11). İki ismin hakikati de iç içe geçmiştir. Bazen de yan yana zikredilmişlerdir. “Çünkü O ilkin var eden, (Sonra dirilterek) döndürecek olandır” (Buruç / 13). “Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur; bu O’na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O’nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir” (Rum / 27). Bu ayetlerin tefsirinde Elmalı Hamdi Yazır merhum “İlk yaratmayı yapanın sonraki yaratmaları da yapacağını” isabetle vurgulamaktadır. Bu tabiat felsefesini benimseyenlerin kurgularına karşı cevaptır. Bir kısım felsefeciler Allah’ı (cc) kabul etmekle beraber, ilk yaratılış sonrası evreni kendi haline bıraktığını, adeta Uluhiyetinin tesir sahası dışında tuttuğunu iddia etmişlerdir. Hâlbuki ilk yaratmayı yapan Zatı Mübdi (cc) yaratılışın her safhasında “Maddesiz, benzersiz yaratmaktadır”. Bu açıdan baktığımızda bizim bir anne ve babadan doğmamız, Hazreti Âdem’in (as) yoktan var edilmesi ve Hazreti İsa’nın (as) babasız yaratılması kadar harikadır, benzersizdir, maddesizdir.
Edebiyatta ve güzel sanatlarda “Benzersiz güzellikte ve mükemmeliyette eser vermeye” “İbda” denmektedir. Eser sahibine “Mübdi” eserine ise “Bedia” ismi verilmektedir. Ancak buradaki “İbda” “İbdayı Mahz ve külli” değildir. “İbdayı nispi ve cüzidir”.
Bu dünyevi mecaz üzerinden bakarsak, yaratmada, tasarlamada, inşada, vb. ilk olarak eserin tahayyülü ve tasavvuru yaratmak kadar mühim bir aşamadır. Allah’ın (cc) büyüklüğünü ve “Mübdi” isminin hakikatini ve manasını şöyle anlıyoruz ki, yaratmasının her anı harikadır, benzersizdir, maddesizdir ve aklımızın alamayacağı ölçüde de sayısız boyutta ve tarifsiz güzelliktedir. Allah’ın (cc) yarattığı âlemlerin her birinin hususiyet ve hakikatleri başka başkadır. Bu âlemlerden birçoğu bizim insan nevi olarak idrakimizin dışındadır. Tahayyül sınırlarımızın ötesindedir. Esasen hayalimizin kendisi de formu da Hazreti Mübdi’nin (cc) bilgisi ve yaratmasındadır. Bu sayısız madde, mana ve bilemeyeceğimiz keyfiyetteki âlemlerin üzerinde Hazreti Vahid ve Ehad’in (cc) “Parlak Sikkesi” bulunmaktadır. Allah (cc) Mübdi isminin cilvelerine en ziyade mazhar kıldığı ve arza halife olarak yarattığı insanı “İbdayı nispiyi” tetkik ile “İbdayı mahz ve Külliyi “ idrake çalışmayı ve emaneti üstlenmeyi, tefekkürü ve idraki müstaid (Yetenekli) mahiyette yaratmıştır.
Mübdi ism-i şerifini idrak çabasıyla Allah’a (cc) yalvarıyorum ki, bizi bireyler ve millet olarak Mübdi isminin hakikatine mazhar kılsın. Bu mazhariyetle aciz varlığımızdan aziz bireyler ve aziz millet yaratsın. Esma-ül Hüsna’nın diğerleri gibi Mübdi isminin de hakikat ve manasını yüklenmekten kaçtığımız zamanlardan beri ilimde, sanatta, davranışta maalesef taklitçi seviyesinde kaldık. Bizi İslam’ın özünü ve aslını yaşamaya muvaffak kılsın. Âmin.
Allah’ın (cc) Mübdi ism-i şerifinin tecelli ve tezahürüyle muttasıf “Benzersiz ve maddesiz güzellikte ve hayır derecesinde bir hayat” duasında bulunuyorum saygıdeğer dostlarım.