önce otobüs gününde gelmeyecek
telefon uzun uzun çalacak orda
benimse burda göğsüme bastıracak birşeyim olmayacak
yavaş yavaş azalacak sesin artacak hayatın gürültüsü
ve ben ela gözlerin kırgın türküsüne başlayacağım
derken her yanda bir devlet ölüsü
konuşsan gök kızarır caddelerde kan çıkar
kalkar artık acının üstündeki örtüsü
ve birbirine girer yeryüzünde çarşılar
şarlatanlar şeytanlar
insan sürüsü
unuturum ardınsıra bıraktığın nehirlerde kendimi
aşk kendini çıldırtarak giriverir koynuma
ölümse durmaz tazeler hünerini
ben o zaman kanayan bir itiraf yerine
yakarım ruhumu gizleyen mendilimi
çıldırmaz artık sevdiğine gizli kalmış aşıklar
sonra şehre dolar birden tüm gözyaşların
çocuklar bayram eder çingeneler el çırpar
var mıydı acı sahiden danseder miydi yolculuklarda
ben kafam yerine ağır dünyalar taşıyarak
yüzyılları ağartacak kadar gezmiştim orda
bendeydi artık insanların o en karanlık yanı
hıçkırsam gök çatırdayacak sanırdım
bilmezdim ölümlerin ölümlerden farkını
kıyametten az önce mevsimlerden güz
yorgun asfaltlar akıyordu omuzlarımızdan
çok önce karlara gömülen ayaklarımıza
şaşkın eşkiyalardı artık şehirlerde ömrümüz
şehirlerde evimizi arıyoruz önündeki karları
çatırdar mı dersin artık dünyanın derme çatma aşkları
duymaz mı bir daha rüzgarı kalbim
aldılar elimizden dağları da
kekliğim kekliğim
oysa biz boynu bükük yasakların sahibiydik sevdiğim
deliydik ama atlar yok artık çoğalacak bu yaramız dünyada
bir merak yayılacak dünyaya karşı sevişmemizden
akacak akacak acıdan yaratılan o insan ırmakları
deniz gibi ter ve hüzün köpüğü dalgalarda
ey aşkın sonsuz doğurganlığı ey cehennem
dinmiyor başlayan hiç bir yağmur rüyada
sevdiğim dayanılmaz cennetim benim
takvimler solacak tarihsiz buluşacağız
ama çiçeklerimiz olmayacak yine de ne menekşe ne gelincik ne fulya
heybemde gençliğim ve keder demetleri
taze bir yara olarak bırakılacağız dünyaya
kekliğim kekliğim