MEHMET ALİ BAL
Hafıd İsm-i Celili
El-Hâfıd İsm-i Celili öz olarak "Dereceleri alçaltan, yukarıdan aşağıya indiren" mecazi yönden “Hor ve hakir kılan” demektir.
Haafıd (Ha-Elif-Fe-Dad) kelimesi “Hafeda / Yahfudu / Hafdan” filinin ism-i failidir. Bu fiil “Bir şeyi elden bırakmak (Elka)”, “Dalı ve saireyi eğip bükmek, aşağıya indirmek”, “Değerini azaltmak”; “El arda” önünde gelirse “Yeri kurulamak” anlamlarına gelmektedir. Haffeda / tahfiidan eş-şey’e min yedihi “Bir şeyi elinden bırakmak, atmak” anlamına gelmektedir (El Mevarid). Bunun yanında, bazı lügatlerde “Atmak, elden bırakmak, bir meyvenin kabuğunu soymak, düşürmek (Se-ka-ta) yani “Sükût ettirmek” anlamları verilmiştir.
Kuran-ı Kerim’de bu manalara yakın bir şekilde geçtiği ayette “(Kimini ateşe) düşürür, (Kimini cennete) yükseltir” (Vakıa / 7). Yani Allah (cc) alçaltıcı ve yükselticidir buyurulmaktadır. Bu ayetin mantıki çerçevesinde de düşünülebileceği gibi Esmâ-ül-Hüsnâ'nın bir kısmı "müzdevice" (Çift) olup, bu gruba giren isimlerin tek başına kullanılması uygun değildir denilmiştir (Prof. Bekir Topaloğlu). El Bâsıt- El Kâbid; El Hâfid- Er Râfi; El Muiz- El Müzill; Ed Dar- En Nâfi gibi birbirlerine zıt kavramlardan oluşan bu çift isimler grubu, sevgi ile korku, lütuf ile kahır açısından incelendiğinde, bunlardan sadece Hâfid, Müzl, Kâbız ve Dâr isimlerinin "korku ve kahır" anlamını yansıttığı göze çarpmaktadır. Bu isimlerin her birinin karşıt anlamlı bir başka isimle birlikte kullanılmış olması “Tevhit akidesinin” tam tarif ve tavsif ettiği eksiksiz, kusursuz İlah tasavvurunu gösterdiği gibi İslam Dininin “İtidal ve adalet” prensiplerini gözetmektedir.
Tahrif edilmiş semavi dinlerde, bazı dinlerin esaslarını eksik almış batıl inançlarda görülen eksik ilah tasavvurlarını hatırlatalım. Bunların yaratıcı tasavvurlarında bazı isim ve sıfatların eksik olduğunu ya da sakat olduğunu görürüz. Mesela kadim İran inançlarında aydınlık ve karanlığın ayrı tanrıları vardır. Daha kadim Mısır, Sümer ve Asurlarda ise çok sayıda tanrı vardır. Bu kesret sapkınlığının eski Yunan tarafından devralınmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu derecede bir bozukluk olmasa da Musevilerin İlah telakkisinde “Gazap”, İsevilerin İlah telakkisinde ise “Sevgi ve merhamet” baskındır. Bu da hükümlerde ve amellerde –Diğer muharref hususlar dışında- ciddi sapmalara yol açmaktadır. Bu eksik ve kusurlu telakkilerin maalesef İslam dünyasında da yaşama alanı bulabildiğini söylemek mümkündür. Bu bazen çağları çalkalayan inanç ve fikir buhranlarında bazen de kadim atalardan gelen batıl inançlardan kaynaklanmaktadır.
İşte Esma-ül Hüsna’da zikrettiğimiz birbirinin zıddı isimlerin tevhit akidesinin binasını tamamladığı anlaşılmaktadır. İslam akidesi berrak ve yalın bir şekilde “Şerri yaratmak şer değildir” der; hatta daha ötesinde “Şerri yaratabilme mutlak kudretinde olmak şer değildir” der. Yaratıcı ile nispi âlemdeki fiilleri, olguları birbirinden ayırır. Bu manada Allah (cc) Aliyy’dir, Aziz’dir, Rafi’dir. Ve bu cümlenin tamamlayıcısı olarak O (cc) dilediğini zelil kılar, dilediğinin de mertebelerini düşürür.
Bu müzdevice isimlerin varlığı ve zikri hususu, İslam’daki itidal, denge ve Ulûhiyet akidesinin tamlığını göstermektedir. Bu pencereden baktığımızda;
“Gelse Cemalinden vefa
Yahut Celalinden cefa
İkisi de cana safa
Kahrın da hoş lütfun da hoş”
diyen Türkmen Dervişi Yunus Emre Allah’tan razı olma mertebesindeki mutmain halini ifade etmesinin ötesinde Tevhit akidesinin en fazla idrak edilemeyen yönünü tebliğ etmektedir. Bu tebliğin ne derece önemli olduğunu anlamak istersek, Türkmen boylarının yeni yerleştikleri Anadolu coğrafyasındaki kadim sapkın inanışları ve içinden geçtikleri Pers coğrafyasındaki “Ahuramazda ve Ehriman” gibi sakat Ulûhiyet telakkilerini hatırlamak yerinde olacaktır. Yunus aslında “Tevhit akidesini” terennüm ve tebliğ etmektedir.
Her ismin farklı çerçevelerde hususi muhatapları vardır. Hâfıd İsm-i Celilinin hususi muhatapları ise mütekebbir asiler, münkirler, facirler, hasitler ve zalimlerdir. Muiz ve Muzill, Basıt ve Kabıd isimlerindeki pozitif ve negatif sarkaç arasındaki İlahi tasarruflardan negatif mahiyette olanlarını düşündüğümüzde Hafıd İsm-i Celilinin tecelli ve tezahürlerinin daha dehşetli ve şiddetli olduğu anlaşılabilir. Bu da tam yukarıda saydığımız, adeta O’nun (cc) “Rida ve izarını” yani “Azamet ve Kibriya’sını” çalmaya teşebbüs edenler için ebedi ve dehşetli tehdit olan bir ism-i celildir. Müfessir Taberi bu hususu vurgulamakta, bu İsm-i Celile “Böbürlenenleri cehenneme düşürme Hakkı benimseyenleri de rahmetine ve cennetine yükseltme” manasını vermektedir.
Diğer Esma-ül Hüsna müfessirleri de “Zorbaları ve zalimleri alçaltan” manasını vermişlerdir. Nitekim Kuran-ı Kerim’de isyan ve tuğyanda bulunan kavimlerin ve ceberut krallarının nasıl helak edildikleri anlatılır. Bunun yanında helake maruz kalmış bazı Firavun, Nemrut, Ebu Lehep gibi prototip münkirler ve mütekebbirler için öylesine ağır ve alçaltıcı ifadeler kullanılır, onlara nasıl düşürücü bir azabın geldiği ve geleceği anlatılır ki, adeta Hâfıd İsm-i Celilinin tecellilerinin kelami mahiyette şahidi olmak bile bizleri ürpertir. Onların “Esfeli safiline” yuvarlandıklarını hissederiz.
Mütekebbir asiler, münkirler, facirler, hasitler ve zalimler için alçaltma derecelerini düşürme sayısız tecellilerle oluşur. Rızık yollarının daralması, sağlığın kaybedilmesi, gençliğin yaşlılığa dönüşü en hafifinden Hâfıd İsm-i Celilinin tecellisidir. Vakıa bu hususlar eşyanın tabiatında var olan hususlardır. Her biri bir sabır ve dua vaktinin girdiğini bize haber verirler. Ancak yukarıda saydığımız prototip münkirler ve diğer kategoriler için bunların her biri onların iddia ettikleri sahte ilahlıklarını, kibirlerini, adeta –Haşa- Allah’ı (cc) mecbur tutarcasına içlerinde sakladıkları beklentilerini tahrip edici unsurlardır. Sonra da her mütekebbire Allah (cc) kendi inkâr ve büyüklenmesi nev’inden bir bela verir alçaltıverir. Firavunun birinin kendi mülkü saydığı Kızıldeniz tarafından yutulması, bir diğerinin ölümün karıncadan olması, Nemrut’u burnundan içeri giren bir sineğin öldürmesi onların ilahlık iddiaları ve mütekebbir tavırları karşısında ne kadar da beliğ bir İlahi tasarruftur:
“Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl”. (Ziya Paşa)
Allah (cc) bizleri Kibriya ve azametini çalmaya kalkışmaktan ve taklitten uzak eylesin. Hâfıd İsm-i Celilinin hususi muhatabı olmaktan korusun. Âmin.
Biraz daha bu kibir ve İlahlık vehmi üzerinde durursak, Şairlerin Sultanını hatırlamak icap eder: “Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana” (NFK) ifadesini keskin zekâsındaki hiciv çerçevesinden çıkartırsak, ilginç bir hal ile karşılaşırız. Hâfıd İsm-i Celilinin tezahürü azaba duçar olacak mütekebbirler için “Sahte Kibriya yücelmeleri” görülür ya da bizatihi o bahtsız mütekebbir ve müstekbir muhataplar daha da kibirlenirler ve tekebbürde bulundukça bulunurlar. Bu öylesine bir zandır ki, İlahi azaba duçar olan prototip münkirler, zalimler, mütekebbirler, müstekbirler ve onların kavimleri basit bir gözün görebileceği kadar açık, yakın ve devasa azap ve helaki görememişlerdir. Son helak anına kadar “İlahlık yanılsaması ve şirk iddiası” yükselerek devam etmiştir. Bu dinler tarihinin en canlı sahnelerindendir.
Batılı bir şairin yalın bir şekilde haykırdığı ölüm hakikatini de bu çerçeveden görmek ne muhteşemdir:
“Ve ölüm geldi, zengin ile yoksulu eşit kıldı”. Zenginlik bir derece vehmidir. Maddi birikim o derece benlikleri kuşatır ki, bir süre sonra o zenginlik bir manevi ve kategorik mertebe haline gelir. Ve bu mertebede olana her şey mubah ve layık görülür. Bu öylesine bir mertebedir ki, saltanat gibi babadan oğula geçen bir asalet iddiasını destekler. Kendi dışında kalan herkesi alt mertebenin mensupları olarak görür. Hazreti Peygambere (sav) Mekkeli müşriklerin itirazları arasındaki nezer hususları hatırlayalım. Onlar Hazreti Peygamberin (sav) etrafında Müslüman olan kölelerin olmasını tahfif ediyorlardı. Hatta bunu hazmedemiyorlardı. Hazreti Peygamberin (sav) o zamana kadarki müşrik derecelendirmelerini sıfırlayarak “Üstünlük ve fazileti” “İmandan ve takvadan” gelen bir değer olarak ilanı onları çıldırtıyordu.
Bütün dereceleri Allah’ın (cc) verdiğini, dilediğinin değerinin yükselttiğini ve dilediğinin değerini alçalttığını kalpleriyle kabul etmek istemiyorlardı. Bu basit ifadelerle anlatmaya çalıştığımız hakikatin kalben kabulü elbette ki çok zordur. O kadar ki, bırakalım servet ve güç sahiplerini, onların bağlıları ve köleleri bile bu hakikati anlayamama zavallılığıyla maluldürler. Sümer kralın mezarında zehir içerek intihar ettikleri anlaşılan, kral mezarına gömülü 70 kişilik maiyeti bu idrak ve inanç mahrumiyetinin kanıtları ve timsalleridirler. İşte Batılı şair “Ve ölüm geldi, zengin ile yoksulu eşit kıldı” diyerek, sahip olduğumuz derecelerin gerçek sahibinin ölümün de sahibi Allah (cc) olduğunu bizlere duyurmaktadır. Bu hükmü başka alanlara da teşmil edebiliriz. Ölüm geldiğinde zengin ile yoksul gibi asil ile köle, kral ile tebaası, güçlü ile zayıf eşitlenir. Mademki ölümle bütün dereceler eşitleniyor, şu halde hayatta da bütün dereceleri eşit görmek, sadece bu derecelerin sahibini tespih etmek gerekir.
Ölümden sonra “İman, takva ve amel” Allah (cc) nezdindeki hakiki derecelerimizi gösterir. Bunun dışında servetlerimiz, dünyevi anlamda mevhum itibari güçlerimiz, kudretimiz, evlatlarımızın çokluğu mutlak derecemizi göstermez. Allah (cc) dilediğinde bu dereceleri alçaltır veya yükseltir. Hazreti Hâfıd (cc) dışında hiçbir gücün yapmış olduğu derecelendirmeler geçerli değildir. Bu hakikati, Allah (cc) dereceleri düşürdüğünde, servetleri ateşin odunu kül etmesi gibi erittiğinde ve yok ettiğinde, mütekebbir ve müstekbir kudretleri alçalttığında herkes anlamaktadır. Allah bize iman yoluyla bu hakikate gözlerimizle görmüş ve vaki olmuş gibi önceden inanmayı nasip etsin. Zira iman mahiyeti asliyesi itibarıyla gayba imandır. Eğer gayba iman olursa gözümüzün önünde olan olayları basiret melekesiyle görebiliriz.
Dinin diğer hakikatleri gibi Hâfıd İsm-i Celilinin hakikati de artık itiraz mümkün olmayacak şekilde kıyamet günü tamamlanacaktır. İşte gün “Bazı insanlar alçaltılacak bazı insanlar da yükseltilecektir. Bazı yüzler kararacak bazı yüzler de bembeyaz olacaktır”. O gün hiçbir dünyevi yanıltma ve yanılsama mümkün olmayacaktır. O gün vücub-u hakikat günüdür. Hâfıd İsm-i Celilinin perdesi mutlak tecellisine şahit olunacaktır.
Ey mertebeleri alçaltan Allah’ım bizi lütfettiğin iman mertebesinden aşağıya düşürme. Mümin olma şerefimizi alçaltma. Özellikle de bizi diğer mevhum ve nispi derecelendirenlerin verdikleri kıymet hükümlerine boyun eğdirme, inandırma ve o doğrultuda yaşatma. Bizi ölüm gelmeden ve kıyamet kopmadan önce Hâfıd İsm-i Celilinin hakikatini müdrik olarak yaşat. Âmin.