İSA KARATEPE
Şüphe ve Kin Temrin ile Diken
Kendi benliğine sığmayan ve izbe yollarda örselenmiş kimliğini ararken, çökmüştü bir baykuş sesiyle bedeni boş duvar önüne.
Artık düşünceleri fire veriyordu karanlığın hummalı ellerinde.
Maddeler arası şartsız mevsimler anaforuydu başında dönen ve hangi anı hangi mevsimi yaşadığının betimlemesinde durmuştu saatler.
Baktığının ve gördüğünün ayrımsamasında kurulmuştu sanki tüm mahkemeler.
İçinde sarhoş yalımında kalmış bir kundak! Sesini duyamadığı mağdur çocuk gibi. Yargılanıp yargılanıp kavramadan asılıyordu anıları.
Şokunu yaşadığı umutsuzluğun tam ortasından boğazına geçişiydi dost ilmeği, hep aynı değişmeyen o darağacında damlıyordu kızıllar üstüne buruk öyküsü.
Geride hiçbir şey görmemenin zenginliğinde hükümsüzdü krizler. Seslense de gelemeyecekti artık içinde yiten öksüzler.
Firfiri yaşanmışlık açıyordu solgun bedeninde; girdaplar sorgulamadan alıyordu ruhunu her iyileştiğinde, sonra atıyordu onu iri elleriyle kadavra gibi kimliksizliğine.
Artık narkozdan kurtulamamanın verdiği iradesizlikle, kısa anları yakalayıp, tekrar derin boşluğun acımasız ellerine veriyordu kendini istemeden.
Alışılmışlığın ucube karanlığında çare, seyyah bulut gibi tükenmiş, ciğerlerinden ruhuna vuran sınırda, paranoyak fareler gibi kemiriyordu şeytanlar benliğini.
Artık nakaratlaşıyordu içinde ölü sevicileri, ölümler.
Sonra kalktı aniden, irkildi bir an diz çöktüğü duvar önünden. Başını yoklayan geçici karanlığın ve şakağındaki ince çizginin buhranıyla kaldı birkaç dakika öylece.
Sonra geçti dedi, geçti, kendini telkin ederek.
Kâbus bitmişti artık, şimdi gerçekleri başlıyordu acıların, deneyimin de.
Doğan güneşle başlayan, günbatımıyla biten kâbuslar.
Sonra düşündü hangisi daha acımasızdı…
Gece üç beş kâbusu mu, yoksa yaşadıkça artan realiteler mi?
İçinde yerleşik kuşkular mı, kin mi? Duldasız hayatı temrin ile diken mi?
Boşa koysa, doluya koysa. Alır mı? Taşar mı?
Şüphe ve Kin Temrin ile Diken…