MERVE CAN
Paradoks
Ne tarafa dönsem, beni çekip sıyıracak bir kurtuluş için dilensem nafile. Belirsizlikler, kaygılar, korkular. Ne isteyip istemediğime, neden isteyip istemediğime, kendi seçimim olup olmadığına, hangi yoldan gitmem gerektiğine karar veremiyorum. Hem, gitmem gereken yola ben mi karar veriyorum sanki? Ucu bucağı görünmeyen sayısız yollar, ayırt edilemeyecek derecede birbirine girmiş. Her şey bulanık bir camın ardından görünürcesine belirsiz. Meseleleri ölçüp tartmak, olabildiğine olgun davranmak, farklı pencerelerden bakmak yetmiyor artık. Tüm sorular, cevaplar muamma denizine dökülmüş. İçlerinden bir tanesi huzurun kapısı olsa, göz kırpsa hiç durmaz atlar, yapışırım tokmağına. Bitiveririm yanında. En azından yolumu çizmiş olurum, sonum hazin de bitse mutlu olurum.
Ama gücümün kalmadığını hissediyorum. Artık hücrelerimin yorulduğunu duyumsuyorum. Bir kez daha tökezlesem asla kalkamayacağım, biliyorum. Kafamdaki susmak bilmeyen bu sesler, ne kadar kalabalık, hepsi benim mi? Hayır, birçoğu benim değil. Yarısından fazlası, sinirlerimi alt üst eden, bir şeyden anlamayan insanların beynime sokmak istediği fikirler, dayatmalar, kurallar, baskılar… Peki ya şakaklarıma sokulan bu amansız ağrı? O benim. O çok uzun süredir benim… Beynim ne kadar onlara karşı çıksa da bu çatışmaya artık bedenim güç yetiremiyor.
Yorucu, zihnimin içinde, zamandan mekandan bir habercesine yaşamak. Yıpratıcı. Bir nebze olsun içinde bulunduğum anda niye bulunamıyorum? Başımdaki ağrıların, gözlerimdeki yangının sorumlusu kim? Buna sebep olan meşum dünyanın beyhude sorunları mı? Belki de sorun; bunu dert edinen bendedir. İnsanın beyni yorulur mu? İşte benimki yoruluyor. Hızla akıp giden, ardı arkası kesilmeyen düşüncelerin, bana bu işkenceyi yapmalarına değip değmeyekleri hakkında hiçbir fikrim yok. Onu düşünmeye hiç vaktim olmadı. Düşüneceğim konuları ben mi seçiyorum peki? Hiç sanmam!
Yüzsüzce gelip çörekleniyorlar zihnime. Onları reddetmeyi denedim mi hiç? Böyle bir imkanım var mı? Belki de vardır. Yemeklerden tat alamamanın, konsantrasyon bozukluğunun, kimi zaman yola bakmadan öylece atılıvermenin, içi boş gülümsemelerin, sık sık dalıp gitmelerin sorumlusu bu arsız düşünceler. Hakları var mı, bence yok? Olmamalı. Kısacık hayatımın tadını çıkarmaktan mahrum etmeye, hayattan koparmaya neyin, kimin hakkı olabilir ki?
Bu keskin ıstırap yüzünden insan oturduğu hatta yattığı yerde yoruluyor. Saatlerce koşup nefes nefese kalmış kadar bitkin düşüyor insan. Ama beden yorulduğunda insan uzanır, belki uyur, çay kahve içer ve kendine gelir. Düşünmekten yorulunca ne yapmalı? En kötüsü de ‘dur’ denemiyorsa nedir çaresi?
Her medet umduğum kapı yüzüme çarpılıyor. Her umutla yöneldiğim pencereden karanlığın dışında bir şey alabildiğim yok. Bir sağa bir sola tepinip duruyorum kafamın içinde. Bu curcuna dışarı sükutun dışında hiçbir şey yansıtmıyor. Kafamın içi ve dünya arasında tek taraflı kalın bir cam var. Zihnimden dünya görünüyor, hatta fazlasıyla görünüyor ama dünya zihnimi, onun barındırdıklarını görmek istemiyor. Bu deforme olmuş zihindekiler bir çığ gibi dökülse birilerine, anlayacak var mıdır? Kimsenin anlamayacak olması daha da kamçılayıcı mıdır? Çıkış yolunu bulana dek, kafamın dehlizlerinde beni eskiten bu savaşın devam edeceğine şüphe yok. Şimdiye dek o yol bulunamadıysa bundan sonra nasıl bulunur? Ya da acaba böyle bir çıkış yolu var mıdır?
İçimdeki şeytan diyor ki; geril iyice ve demirlerin üstünden atlayarak kendini boşluğa bırak. O yarım saniye havada asılı kalmanın zevkiyle belki dur durak bilmeyen misafirler de ellerini eteklerini çekerler zihnimden. Ardından tüm veremli düşünceler, bir işe yaramayan buhranlar, bir çıkışı olmayan hapisler aksın asfaltın soğuk, sert, ıslak zeminine. Aksın, en yakın logar kapağına sızsın. Onlar da kurtulsunlar küçücük yere sığışmaya çalışmaktan, ben de kurtulayım bunca ağırlığı taşımaktan.