MEHMET ALİ BAL
Müntekim İsm-i Celili
“Müntekim İsm-i Celili” öz olarak “Zalimlerin cezasını veren, intikam alan” demektir. Genel olarak “Zalimlerin ve suçluların mutlaka (İşlediklerinin) cezalarının karşılığını veren, intikam alan; günahkârlardan dilediklerine ceza veren, adaletiyle hükmederek hak ettikleri cezayı veren; dilediğine ceza vermede şiddetli davranan; intikam almada aziz olan; mutlak intikam sahibi olan; aciz ve mazlumların alamadıkları intikamı, onların yerine zalimlerden alan” manalarına gelmektedir.
İntikam kelimesinin çağrıştırdığı en esaslı manalardan biri de “Cezalandırılacak suçluların ve zalimlerin kategorik olarak –Haşa- Allah’a (cc) başkaldırma, O’nun hudutlarına karşı meydana okuyacak şekilde davranan taği ve baği zalimler olduğudur”. İntikam manası “İnatçı ve kibirli zalimler, haddi aşanlar, günahı daha ziyade isyan kastıyla işleyenler ve tahaddide bulunanlara (Meydan okuyanlara) verilecek cezaları” içermektedir. Diğer yandan kelimenin lügatlerdeki karşılığı bize değişik yolları da göstericidir. Mesela “El Maani”de Müntekim “Hakkını birinden alan” demektir. Kibriya, azamet, hudutlar, mazlumlar, emirler ve yasaklar hepsi Allah’ın (cc) hakkı ve hukuku değil midir?
Lügatlerde “İntekame” fiili “Cezalandırmak, intikam almak, karşılık vermek, aynısını yapmak, zararın tazminini tesis etmek, maruz kalınan bir zararı telafi etmek, bir saldırıdan doğan zararının saldıranın cezalandırılarak karşılanması” gibi anlamlara gelmektedir. Klasik sözlüklerde, kelimenin kökeninde “Nun- Kaf-Mim” “Nekamu” vardır: Ayıplamak, hoş karşılamamak, kerih görmek anlamında olup “Nimetin” zıddıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, “İntikam” yukarıda saydığımız baği, zalim ve azamet/ ve kibriyaya tahaddide (Meydan okumada) bulunanlara karşı şiddetli, mutlak, adil ve hikmetli İlahi tasarruflardandır. O (cc) sadece kendi hak ve hukukunu korumada dilediğine ceza vermede şiddetli davranan değil, aynı zamanda acizlerin ve zayıfların alamadıkları intikamı, onların yerine zalimlerden, baği ve taği zorbalardan alandır.
Allah’ın (cc) “Müntekim İsm-i Celilinin” tecellileri çok ayetlerde tecelli ve tezahürlerin şiddetiyle uygun bir şekilde ihtişamla buyrulmaktadır. “Biz de ayetlerimizi yalanladıkları ve onlara kulak asmayıp gafil bulundukları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk” (Araf / 136). Bu ayetin önceki iki ayetine baktığımızda, “(Onların) üzerlerine o azap çökünce: – ‘Ey Musa! Bizim için, sana verdiği peygamberlik ahdi hürmetine, (Rabbine) dua et. Eğer bizden bu azabı kaldırırsan, yemin olsun ki, sana muhakkak iman edeceğiz ve İsrailoğullarının da elbette seninle beraber göndereceğiz’ dediler. Biz verdikleri sözü yerine getirebilecekleri bir süre için musibeti üzerlerinden kaldırınca da, sözlerinden hemen dönüveriyorlardı.” (Araf / 134, 135). Burada, İntikamın nedenlerinin kökenleri önceki iki ayette açıklıkla anlatılmaktadır.
“Müntekim” isminin tecellisine maruz kalanların en baştaki özelliği “Allah’ın (cc) ayetlerini inkâr etmeleridir”. Bu inkâr, normalde bilmemekten kaynaklanan bir tutum değildir. Hatta objektif olarak baktığımızda “İnkâr” kelimesinin daha derinlikli ifadesine ihtiyacımız vardır. O da şudur ki, bildiği halde kendi bildiğini dahi gizleyip düşmanlık veya başka herhangi bir olumsuz maksatla yok saymaktır inkâr etmek. Bu kısmen meydan okuma kısmen de şirk ya da iddia kokan bir anlamdır. Bu yüzden tehdidi İlahi çok şiddetlidir: “Allah Teâlâ Kuran’ı, önündeki kitapları da tasdik edici olarak hak ile sana indirdi. Daha önce de insanlara hidayet için Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti. Bir de hakkı bâtıldan ayıran kitaplar indirdi. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler (var ya), muhakkak onlara şiddetli bir azap vardır. Allah Aziz’dir, intikam sahibidir” (Ali İmran/ 3,4).
Az önce ifade ettiğimiz manayı bir kere daha burada vurgulamakta yarar vardır. Birinci ayette Allah’ın (cc) “Kuran’ı, önündeki kitapları da tasdik edici olarak hak ile indirdiğini” ve “daha önce de insanlara hidayet için Tevrat’ı ve İncil’i indirmiş olduğunu” buyurmasındaki bir mana da şu olsa gerektir ki, bu kitapların müntesiplerinden âlim olanlar bu kitapların Kuran’ı ve Hazreti Peygamberi (s.a.v.) tasdik ettiklerini biliyorlardı. İşaretlerini anlıyorlardı.
Nitekim Hazreti Hatice'nin (r.a.) kuzeni olan Nasturi rahibi Varaka b. Nevfel ki aynı zamanda Mekke'nin rahibi ve vaiziydi. Tevrat ve İncil'i biliyordu ve bunları Arapçaya tercüme etmişti. Peygamber Efendimize (s.a.v.) ilk vahiy geldiğinde O’nu dinlemiş, O’na inenin vahiy olduğunu anlamış, sonra da “Kendisinin beklenen peygamber olduğunu, geleceğinin Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as) tarafından müjdelendiğini, kendisine gelen meleğin önceki peygamberlere de gelen Cebrâil (as) olduğunu söylemiştir”. Hatta ““Kavmin seni Mekke’den çıkaracakları zaman keşke sağ olsam da sana yardım etsem!” temennisinde bulunmuştur. Yani ki, bunu dilemiş o zamanda ama ölmüş olacağını da bilmiştir.
Ancak o zamanın önceki semavi dinlere mensup âlimlerin hepsi de bahtiyar değildiler kuşkusuz. Şüphesiz biliyorlardı hakikati ama inkâr ve ketmetme yolunu tercih etmişlerdir. Bundan dolayı da diğer bilgi sahibi müşrikler gibi onlar da “Allah’ın ayetlerini inkâr ettiklerinden dolayı azapla tehdit edilmişler ve Aziz olan Allah’ın “Müntekim İsm-i Celilinin” tecellisine maruz kalacakları buyrulmuştur.
Kuran-ı Kerim’de Allah’ın (cc) Kadir, Aziz, Kahhar, vb. isimlerinin tecellileri bazen geçmiş çağlarda yaşanmış tufanlara, musibetlere, vb. atfedilirken bazen de kozmik anlamda zamanın sonunda vaki olacak “Büyük Gündeki” tecellilere atfedilir. Bütün bunlar elbette ki bütün zamanlar ve âlemler üstünde bu esmanın sahibi mutlakı Allah’ı (cc) tavsif etmektedir. Allah (cc) kendini Kuran diliyle böylece anlatmaktadır. “Çok büyük bir şiddet ve satvetle (Kendilerini) çarpacağımız gün muhakkak ki biz (onlardan) intikam alıcılarız” (Duhan / 16). Nitekim Allah’ın (cc) intikamı belirli bir kişiyle ve zamanla ya da sınırlı bir kudretle sınırlanmış değildir. Allah’ın (cc) Müntekim İsm-i Celilinin tecellileri tüm zaman ve mekânlarda yalanlayanları ve inkâr edenleri kapsamaktadır. Allah (cc) Kibriyası muvacehesinde mutlak Müntekim’dir, intikamı ise mutlak kapsayıcılıktadır. Ayetlerini yalanlayan ve Resullerine (a.s.) küstahça davranarak inanmayanlara karşı Müntekim’dir.
Allah’ın (cc) Müntekim İsm-i Celili “Tevvab, Afüvv, Rauf, Aziz isimleri arasında gelmiştir. Zira O’nun cezalandırması insanların ve diğer yaratılmışların yaşadıkları türden psikolojik, saldırganlık, vb. nakıs mahiyetlerden farklıdır. O (cc) mutlak Kudret, Hikmet ve Rahmet sahibi olduğu için O’nun (cc) intikamı “Kozmik adaletin tesisi”, bütün yaratılmışlarına (Zalim ve mazlum; Gadir ve Mağdur, vs.” taalluku ve bildiğimiz ve bilemediğimiz çok sayı ve mahiyette münezzeh hakikatlerin tahakkuku gibi mutlak ve münezzeh manalar içindir. Bu hakikat ve tezahürlerin mutlak seviyeden nispi seviyelere kadar yansımaları vardır.
Mesela nispi seviyede intikam ile “Azgın, suçlu, zalim, baği kişiden intikam alınarak onun ismiyle müsemma zulümlerinden duyduğu lezzetler acıya döndürülür”. Yine nispi seviyede “Zulüm, isyan, azgınlık veya suçtan zarar gören kişilerde adaletin tahakkukundan dolayı Müntekim isminin tecellilerini görmekten dolayı bir ferahlık, mutmain olma duygusu hâsıl olur”. Bu nispi seviyeler bile insan aklı ve hissiyatı için bazen uzak görünebilir. Bu yüzden sabır ile tahammül ve iman ile tevekkül her zaman kolay olmamaktadır. Hazreti Peygamberin (s.a.v.) tabiriyle “Acele edilmektedir”.
Yukarıda Ali İmran 4. Ayette görüldüğü gibi bu İsm-i Celil Kuran’da “Aziz” ismi ile birlikte gelmiştir. “Azizüntikaam” yani “İntikam sahibi Aziz”. İzzet ise “Tevhidi Uluhiyetin” ayrılmaz bir cüz-ü hakikatidir. Her bir ism-i şeriflerine taalluku olduğu gibi bizatihi ve münferiden de mevcuttur. Vakıa bütün esmayı tefekkür ederken, maddi ve manevi âlemdeki görülebilir, hissedilebilir tecellilerini sayarız. Ancak asıl olan –Doğrusunu Allah (cc) bilir- Esmanın Ulûhiyet ve tevhit hakikatinin bir cüzü oluşlarıdır. Yani akıl ve kalplerdeki Ulûhiyet Akidesinin (Tevhit) cüz-ü manayı mukaddeseleridir. Nispi tecelli ve tezahürler çıplak (Mücerret) mana ve hakikati anlamayanlar içindir. Bu böyledir. Zira cehalet, hele hele isyan ve azgınlık ve zulüm arttıkça taalluk eden esmanın tecellileri de çok şiddetli olmaktadır. Bu hususu özellikle Müntekim İsm-i Celilinin çağlar boyunca tecellilerindeki şiddeti, kapsayıcılığı, tehditkâr mahiyeti itibarıyla görmek mümkündür. Bu nasıl bir şiddettir ki, asırlar öncesinden azgınlıkları sebebiyle lavların kapladığı taşlaşmış azgın, baği ve facir zalimlerin hallerini bugün bile görürüz.
Hazreti Peygamberimiz (s.a.v.) böylesi azaba ve intikamı İlahiyeye maruz kalmış kavimlerin yurtlarından geçerken Allah’a sığınmayı tavsiye etmiştir. Meşhur hadisedir, hadis kitaplarında ve siyerde anlatılır: “Allah Resulü (s.a.v.), ashabıyla Tebük'e geldiğinde (Tebük Seferi); onları, helak edilen Semud kavminin evleri yanındaki Hicr'e götürmüştür. Orada, insanlar, Semud Kavminin su içmiş olduğu kuyulardan içmişler, onlardan hamur yapmışlar ve kazanlarına onlardan su doldurmuşlardı. Allah Resulü onlara “Kazanları dökmelerini ve hamurlarını yememelerini emretmiştir” Ashabı da öyle yapmışlardır. Sonra Allah Resulü, onları oradan kaldırıp Salih'in Devesi'nin su içmiş olduğu kuyunun yanında konaklatmış ve azap olunmuş kavimlerin yurduna girmelerini yasaklamıştır: "Şu azap edilenlerin yanına, ancak ağlayarak giriniz. Onların başına gelenlerin bir benzerinin sizin başınıza gelmemesi için, eğer ağlayarak girmemişseniz, oralara girmeyiniz" buyurmuştur.
Zira azap ve intikamı İlahiye’nin indiği yurt ve mekânlarda o şiddetli tecelliler caridir, mevcuttur. Helak edilen kavimlerin izleri de keza mevcuttur. Doğrusunu Allah (cc) bilir. Aziz Müntakim isimlerini tevhit akidemizin ayrılmaz bir cüzü olarak tefekkür ettiğimizde, asırlar içinde semavi dinlerin ve peygamberlerinin tebliğ ettikleri Tek İlah ve Mukaddes Din hakikatlerinin hem bozulmamış hem de zaman içinde bozulmuş şekillerini idrak edebiliriz. Mesela tevhit akidesi bozulduğu asırlar ve milletler içinde “Müntekim İsm-i Celili” Allah hakikatinin kapsayıcılığı içinde idrak edilememiştir. Hâlbuki kendine isyan edenleri hem hukukuna hem de kullarına gadredenleri cezalandıramayacak bir İlahın mutlak muktedir ve aziz olabilmesi mümkün müdür? Elbette ki değildir.
Bazı asırlar ve milletler içinde ise Müntekim İsmi de diğer isimler gibi tek bir ilah düşüncesinden ayrılarak şirk ve putperestlik mantığında çok tanrılara atfedilmiştir. Eski Sümer’in, Mısır’ın, Hititlerin, Perslerin, Yunanlıların tanrı ve tanrıçalarını hatırlayalım. Bütün bunlar ilk peygamberden itibaren tebliğ edilen bir ve mutlak olan Allah (cc) inancının ve düşüncesinin zaman içinde muktedir krallar ve naipleri ve onlara bağlı din adamları tarafından bozulmuş şeklinden başka ne olabilir? Hatta bütün kâinat üzerinde hâkim olan Esma-ül İlahiye’nin adeta dünyevi kralların hükmedebileceği mevhum ya da yarı beşer tanrı ve tanrıçalara dönüştürülmesinden başka nedir? Velhasıl “Ehriman”ı reddediyoruz. Müntakim İsm-i Celili gibi Esma-ül Hüsna’yı tevhit hakikati merkezinde kabul ve iman ediyoruz.
Ey Aziz, Rauf, Tevvab, Afüvv, Kadir, Kahhar ve Müntakim olan Allah’ım! Aklımızın, hissiyatımızın ve kudretimizin idrak edemediği, üstesinden gelemediği büyük herc ü merc içindeki İslam Dünyasına izzet ver… Merhamet et, tevbe ve nedametleri kabul et, kusurları affet… Zalimlere kudretinle muamele et, azgınlık ve bağilik ve fücurda kibriyana küstahlık boyutuna gelenleri kahreyle… İslam’ın mukaddeslerine ve münezzeh tevhit hakikatlerine, Müslümanlığın âlemlerine, mübarek hanelerine, ırz ve namuslarına tasallut edenleri Müntakim İsm-i Celilinin tecellileriyle kahr u perişan et! Âmin.