Kahve, Kitap ve Bazı Can Sıkıcı Şeyler

İSMAİL GİRAY
Kahve, Kitap ve Bazı Can Sıkıcı Şeyler | ÖYKÜ |
 
Soğuk bir kış sabahı, kentin kalabalık meydanlarından birinde, arkadaşımı bekliyorum… Hava kapalı; sisli, buz gibi… Tam bir kış esareti hâkim sokaklara. Öylesine iç karartıcı ve öylesine dayanılmaz.
 
Köşe başındaki simitçi, nefesiyle ellerini ısıtmaya çalışıyor; boyacı çocuk, boynunda sandığıyla karın düşmeyeceği bir yer arıyor; durakta otobüs bekleyen yolcular, oldukları yerde hareket ederek ısınmaya çalışıyor; -ilk olarak buz tutmuş camları temizlenmek üzere- dükkânlar, yeni yeni açılıyor ve “sabah ayazı, cellât gibi kesiyor adamı!”*
 
Bir müddet, üzerine bastığım yarı buzlu kaldırım üzerine yapışmışım gibi, olduğum yerde sabit kalarak, sabahın soğuğuna mecburi bir tahammül göstererek, koşuşturan insanlara bakakaldım; herkesin bir “acele”si vardı…
 
Nereye girsem/gitsem diye bakındım biraz etrafıma ve bir an önce kendimi sıcak bir yere atabilmek için, az ötemdeki “fast food” zırvalıklarıyla markalaşan bir kafeye doğru yürüdüm…
 
İçeri girdim, fakat saat 10’da gelin diye kibarca kovdular beni! Self servis aldırmazlığını adet edinmiş bu insanlardan nezaket beklemenin manasız olduğunu hatırıma getirerek, müphem bir “peki” ile çıktım dışarı.
 
Soğuktu… Kolumdaki camı buğulanmış saat, 10’a 20 dakika var gösterse de benim soğuğa karşı dayanıklılık dakikalarım tükenmişti çoktan.
 
Erken gelmiştim…
 
Çaresiz, biraz daha ötemdeki, kahvelerin cılkını çıkarmakta mahir bir kafeye doğru istemeye istemeye ilerledim…
 
İçerisi, Amerikan kovboy filmlerindeki “kahvehaneler" gibi dizayn edilmişti… Mekânın, insan üzerinde yoğun bir tesir bıraktığına inananlardanım. Bundan olsa gerek; bilinçsiz bir şekilde, gözden kaçmaya çalışan bir suçlu edasıyla, geçip arka taraflarda bir yerlere oturdum…
 
Küçücük bir tabure üstündeyim ve dizlerim masaya temas etmek zorunda. Ne çarpık uyum!
 
“Garson Bey”den bir kahve rica ettim; "kalk kendin al" dedi. (Self Servis!) Buna da peki! Kalktım ve fahiş bir ücret karşılığında kahvemi aldım. Büyükçe bir bardak tutuşturdular elime ve bir de upuzun pipet… Pipet?
 
Soğuk, beynimi uyuşturmuş olmalıydı ki müşterilerin mekânı doldurduğunu biraz sonra fark edebilmiştim…
 
Belli bir zümreyi temsil ettiği anlaşılan elit tipler gelip kahvelerini yudumlamaya başlamışlardı. Günün Pazar olup olmamasının hiç bir anlam ifade etmediği, yüksek maaşlı memuriyetlerden emekli ihtiyarlar ve sabahları kahve içmeden kendine gelemeyenler, biraz olsun gidermişti mekânın garabetini!
 
Derken kıyafeti, makyajı, şapkası, şapkası altından uçları gözüken mor saçları ve kalın çerçeveli gözlüğüyle kendine entelektüel bir görünüm kattığını zanneden bir kızcağız, gelip, neredeyse benim masamla birleşik olan tam önümdeki masaya; hareketlerini rahatlıkla görebileceğim bir profille oturdu!  
 
Bardağını masaya bıraktı… Çantasından oldukça kalın bir kitap çıkardı ve siyah ojeli parmaklarıyla sayfaları ağır ağır çevirmeye başladı. Ama öyle sert davranıyordu ki kitaba, yaklaşık 15, 20 sayfalık bir kısmı, masa üzerinde düz hale getirebilmek için öyle abanıyordu ki; az uzaktan gören biri, neredeyse masada çok kırışık bir elbise olduğuna ve hanımefendinin düzeltmek için ütü niyetine kullandığı elleriyle masaya şiddetle yüklendiğine kanaat getirebilirdi…
 
Nihayet, kitap, dokunulmadan iki tarafa açılabilir vaziyete geldi…
 
Entelektüel kızımız, o esnada, çantasından, önündeki kitap ebadında bir telefon çıkardı; hiç vakit kaybetmeden kamerayı açtı, ekran netliğini ayarladı, kahve ve kitabı tam kadraja soktu ve deklanşöre bastı! Ardından Twitter mıydı, İnstangram mıydı neydi oraya attı.
 
Sonra, on dakika falan, derin düşüncelere dalmış vaziyette; kitabın, kahvenin, gözlüğün ve son zamanların entelektüel kombinini tamamlayan iri telefonun kendisine kattığını düşündüğü sözde sanatsal gizemle, girdiğimden beri benim beynimi tırmalayan yabancı müzikler eşliğinde kitabını okudu…
 
Bir müddet sonra, tekrar telefonunu eline aldı…
 
Ben ise, bu esnada, hanımefendinin daha sonra ne yapacağını hiç merak etmeden, kitap da, kahve de, mekânlardaki estetik de, popülizm uğruna böyle perişan edildi diye söylenerek, sabah sabah ruhumu daraltan o mekândan çıktım…
 
Entelektüel kızımızın ne yapacağını merak etmedim! Çünkü biliyordum; onun, kendisi gibi entelektüel arkadaşları, fotoğrafın altına "ay canım bu kitabı mı okuyorsun", "çok iyi seçim”,  "kahve ile de iyi gider",  "kahve kitap…" cinsinden bol emojili yorumlar yapmıştır; O da "evet ya, her sabah yaparım bunu" ya da “kahve ve kitap en sevdiğim ikili…” düzeninde bir takım samimiyetsiz cevaplar vermiştir.
 
Kitap kalındı; her gün 15, 20 sayfasını çevirse; sosyal medyada, bir sene boyunca, tam teşekküllü entelektüel olurdu!
 
Benimse canım daha da sıkılmıştı; arkadaşım gelmemiş, hava da iyice soğumuştu!
 
*Bekir Nihat Semahat, İbrahim Sadri
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir