NECATİ SARICA
Mahallemin İnsanları 6 |ÖYKÜ|
Salaman baba, günahları yüzüne vurgun, denizler taşarsa diye her an ceplerinden bir ada vapuru çıkaracakmış edasıyla arşınladığı Paris sokaklarında o zamanlar daha emekli olmamış konsolos Fuat beyle tevafukken tanışmışlardı. Fuat Bey, Paris görevinden dönmeden ölen ve Paris'in uzak bir köyünün tepesine gömdüğü ve kuyu İsimli köpeğini gezdirirken Salaman babanın köpeği sevmek istemesi üzerine laflaşırken tanışmışlar ve ayrıca hemşeri olduklarını anlayınca “Ankara'nın bacaları uzun olur geceleri” türküsünü mırıldanarak kahveyle başlayıp Paris gecelerine akarak dostluklarını kavileştirmişlerdir.
İlk rastlaştıklarında Salaman baba “pardon siz konsolos musunuz”, Fuat Bey, Türkçe bir şaşkınlıkla “nereden bildiniz”, “köpeğiniz konsolos köpeği gibi yürüyor da” demesi üzerine gülüşmelerle tanışmışlardı. Köpeğin yavruyken düştüğü bir çukurdan itfaiyeciler tarafından çıkarılışına şahit olan Fuat Beyin köpeğin durumuna acıyarak sahiplenmesi ayrı bir bahis iken Kuyu’nun Salaman babanın cebinden çıkarıp teklif ettiği salam parçasına tav olarak anlık bir hevesle o da yeni başlayan sıcak dostluğa karışıvermişti…
Yıllar sonrasına dostluğun devamı bu mahalleye nasip kalmış. Fuat Bey hala eski cantiliğinde saçlar beyazlamış ancak neredeyse hiç dökülmemiş, sakallar kirli sakaldan biraz daha uzamışlığıyla cantiliğine yeni bir hava vermiş. Fuat beyi Kafe Do'nun önünde kuytulukta sanki hala Paris'te bir kafede oturur gibi tek başına otururken görür görmez tanımış ve yanına gidip “siz o musunuz” dediğinde gülümseyerek “nasıl unuturum Paris gecelerini” deyip sarılı vermişti.
“Anlat bakalım Salaman baba neler geldi neler geçti hayatında: bana hayat hikâyeni anlat” dediklerinde, savaşın ahlaki muadili nedir diye sorduğum, bir parça gurur için vurduğum vurduğum vurduğum, vurgusuyla söylediğim sözlerin rikkatiyle, şark ve garp yanıyor gibiydi.
Bir kaç saniyelik gövdesinden koparıp zamanı, aklımın zelzelesinde bir düzen tutkusuyla, koşan atları sayarken uyumak için, yanıldığım yerlere doğru giderken yanımda taşıdığım günahları ve sözün israfındaki haramlığın, ki kümaküm ki küma künne, selamın sabahın hasretinde kaldığım, Ali'nin emsilesinde en güzeline kelamın, bir çocuğun yürüyüşüne bile kalmayan sevincin, esintisi bile olmadan, belki yeniden çiçeklenir diye beklediğim bir hayatın, bir zaman dekorundaki başlangıç sahnesine delirdiklerim, hayat hep yeniden başlıyor, yeniden bir tecrübesini bir diğerine göre anlayabildiğim…
A B'dir o halde C nedir. Özetleyelim; yukarı ve aşağı ile aşağı ve yukarı arasında en yakın noktasına konuşlandığımız C midir? Gelişi güzel, gidişi güzel bir hali olsaydı yaşamanın, bir selama bir de sabahı olsaydı, tükendiğimiz yerlere doğru giderken yanımızda taşıyacağımız, kelimeler enstrüman ve arkadaş, anlamlı dört cümleyi bile arka arkaya kuramayanların dünyasından peki beni kim kurtaracak.
Daha az önemli bir figür olabilmeyi geleneğin ana çizgilerinden daha çok kültürler arası geçişlerime borçluyum, kimi zaman Doğu’sunda kimi zaman da Batı'sında duruşum daha iyi bir kavrayışa varmak için samimiyetsiz ve korkakça olacağını düşündüğüm yollara sapmadan yürüdüğüm yollar hep zihnimdeki sisleri dağıtmak için. Bunca kayıp ve yalnızlıktan sonra umutsuzluğa itilirmiş insan. Karanlık dürtüler, cangıl. Biz yoksulduk yoksunluk yoktu şimdilerde ise daha çok yoksunluklar var. İndirgenemez olgularla karşı karşıya, akıl yürütemiyoruz. İnsanın kendini yüzüstü bırakması… Bırakın mutlak determiniteyi istatistiksel determinizme karşı dahi ne kadar özgür olabiliriz ki. Seçimlerimiz olmadan başladığımız hayatı ne kadar daha sırtımızda taşıyabiliriz ki. Nereye kadar. Nesnel gerçeklik kimin zihnindedir. Hayat dediğimiz şey bir hipotez ya da mitten ötede tam olarak "ne" olabilir ki.
Açık uçlu bu sorunun bin bir tutarsız cevabından başka ne kaldı ki elimizde. Bir Ateist olarak Camus’un Veba isimli romanında yaşadığı yüzleşme. Mutlak ve insani olan ne kadar yakınlaşabilir. Düşünmek eylemi kutsal olana bir çağrı mıdır. “Düşünmek korkunçtur“ diyen şaire ne demeli. Acı yitimine uğramak için cüzzam hayali kuran şair "A piriori" varsayımlardan hakikate bir kanat vurabilir mi. Kanadını toprağa bırakanlar mıdır hakikate yakın olanlar. Gökte pırpır eden kuşlar mıdır. Din olgusu insani algıların tarihsel olarak kümelenmiş yapısı mıdır.
Metafizik, aksilenemez ve doğrulanamaz olan. Bağlamından koparılmış insanın modern macerası nereye kadar. Benim bu sorgusuzluğuma ve sualsizliğime yetiştik çünkü biz. Ne zaman gelecek olduğuna hep hazırlandığımız, kimi zaman ise kaçmak ya da unutmak için sığınabilecek her şeye sığındığımız. Çöl renginde karlar bile yağdı. Düşünemiyorum artık, avunamıyorum hiç kendimle. Bir öpücük olarak kalsaydım yanağında annemin. Düşmeseydim bu cangıla. Karanfiller hep senin telaşın deseydim anneme. Ah anne sevdirdiğin kendini hiç sormadan… Yaralı ışıklarına ulaşsam diye koşarken ardından, yükselen bir ses uğultusuyla düşüyor kelimelerin dillerimden. Düş parantezleri içinde bir kadın… Dudaklarında kırmızı bir ruj yakarmaya başlayınca, aklıma bir anlık misafirliği kanar ve göçer olmuştum, ben her gece sisleri içinde yürürken babamın öfkesiyle, aynı kaptan 2 yemek pişirmek yoksullara göre bir şey değilmiş. Dedemin bakkal dükkânından konuşmak bu vakitlerde… Kiraz ağaçlarından başka neye inandığımın ne önemi vardı ki.
-Salaman baba çok uzattın ama ne başlayacağın yeri ne de duracağın yeri biliyorsun dur bir dinlen böyle giderse içinde boğulacaksın. Hem sen kendine neler yaptın böyle şimdi seni kim anlayacak. Senin felsefe dediğin sorular bence yaşanması gereken şu hayatın oldukça dışında. Biraz sessiz ol, çok gürültü yapıyorsun, içinde aklını biraz durdur.
-Bak Fuat Bey; akıl yürütmek Tanrı'nın zihnidir demiş gnostik bir felsefeci.
-Tamam, anladık adam felsefe yapmış, yapmış da ne olmuş yapmamış da ne olmuş. Bak dostum sen artık içindekinden her neyse vaz geçmelisin, kurtulmalısın kendinden, hem hala anlamadın mı aşk ile bela yan yanadır. Bu aşk meşk işleri şairlerin işi, onlara bırak, sen hayatını yaşa. Neydi o Paris gecelerindeki neşelerin. Şimdi sen ne oldun böyle, gel seninle aşk için bir veri hazırlama merkezi kuralım ve oluşturacağımız kodeksin üstüne bir kaç kadeh yuvarlayıp neşemizi bulalım. Mesela sen git şu ilerdeki masada oturan kevaşeye; "pardon aşk hakkında ne düşünüyorsunuz, size âşık olma istencim gelişiyor da". Sonra yiyeceğin tokatlarla şu solgun benzine biraz kan gelir. Koşma artık, zihnini uçuşturmaktan vazgeç durul biraz dinlen, kendini dinlemekten vazgeç, topla artık aklını başına.
-Yıllarca aklımı başımdan uzaklaştırmak için uğraştım, aklım yanar gibi oldukça kendimi boşluklara savurdum, sordum bir cevap bulamadım.