Efsanenin Gıybeti

AYŞE ŞENER
Efsanenin Gıybeti
 
-21.  yy’dır ve insan hala aşka kurban edilmektedir-
 
Yalnızlığın icatlarını gördük. Yalnızlığın ihtiyaçlı hallerini ve acziyetin güçlülük gösterilerini…
İnsan aslında tek olarak yaratılmış, sonra ikiye bölünmüş. Bu iki parça öylesine karmaşık, öylesine karmaşık bir izdihamın içine atılmış ki bulabilene aşk olsun. Sadece aşk olunca bulunup geliniyormuş… Fakat o aşk bir türlü “olmuyormuş”…
 
İşin en ilginç yanı da; “Kün!” ilahi emrine en çok isyan eden şeyin aşk kaftanını giyip tahta oturan kalp olmasıymış. Olduğu gibi görünmeyen. “Ye kaftanım ye” diyen ve içi boş, yaşanmamış, nadiren yaşanmış olsa da kavramın kutsallık gölgesinde semiren, yan gelip yatan bir kralmış. Sessiz olunmalıymış. Kalbin koca kulakları varmış. Kutsallığına dokunana çok fena dokunuyormuş hem! Kutsallığın abartılı ve hayali âleminden, yaşama indirgenmeye karşı o kadar korkak bir kralmış ki… Onu yaşamaya cesaret edene en büyük zulmü yapması bundanmış. Çünkü yaşanıp bittiğinde o abartısı sönüveriyor,  bütün foyası çıkıyormuş ortaya. Yüklenen anlamlar bir eşek yükü gibi yıkılıveriyormuş el âlem sokağına.
 
Hamd ü senalar küfürle yer değişiyormuş. Ağdalı abartılar fos diye sönüveriyormuş. Efsanesi komik bulunuyormuş. Hakkında yazılan kitaplar raf görmüyormuş, henüz onun ne mana olduğunu bilmeyenlerin safiyeti de olmasa. Şiirler vallahi ondan bahsetmiyoruz biz, biz ilahi aşka delalet etmekteyiz, diye yemin billah kaçışıyorlarmış onu görünce. Şarkıların da ya makamında sorun varmış. Ya da sözlerinde kafiye eksikmiş.  
 
Bir cesaretle ona, Tanrı diliyle “Ol!” demeye kalkışanı dediğine diyeceğine pişman ediyormuş. O “Kün!” dedikçe, kem küm ettiriyormuş. O engin kavramsal çizgisinin sicim (ki gelmiş geçmiş mağdurların gözyaşlarıyla ıslanıp düşmüş eski kirpiklerden örmedir) ipine takılıp düşenin üstüne kapaklanıyormuş şeytan uçurtması. Şeyhtan gibi bi’ şeymiş. Büyük hoca. Her şeyi biliyor. Fakat lütfedip anlatmıyor. Ta ki bir kahraman onu cezbedip tahtından edene, sokağın ortasında, harman meydanında, eşrafın önü sıra burnunu sürtene kadar! “Hadi ben buradayım! Sen neredesin?” Diyene kadar…
 
Anlık bir cennet için bir ömür kıyameti layık buluyormuş kandırdığı zavallılara… Hesapsız kitapsız bir şeymiş.
 
Sonra mı?
Aşk ile insan yenişiyorlar işte. Onun krallığına ayıp olmasın diye yeniliyor insan nicesi. Çok nadir, tek tük zaferini alan oluyor eline, beline. Diline alana aldırmamayı herkes öğreniyor zamanla. Ölmeden evvel öğrenmemiş olan kalmıyor işte… Söze geliyor aşk. Öze bir türlü gelmiyor. Aşkı geçen, aşkta kalıyor. Çok ayan beyan bir muamma.
 
Aşk kazandıkça insan kaybediyor. Yaşasın kavramlar! Gebersin insan. Nankör şey. Ekmeğe bile ters bakıyor aşktan yüz buldukça aptal. Sonra nan’ı görmeye başlıyor, gözleri açılıyor aşktan kurtuldukça… Bu defa başka türlü kölelik. Bir havalı ki sorma… Fakat toprak işte sonuçta.
 
Bu aslında boşa koydum dolmadı. Doluya koydum almadı masalı. Kalbimiz; önümüzdeki küpümüz. Ne öyleyiz. Ne böyle.
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir