Ağrı, Doğubayazıt ve Iğdır’dan Kalanlar

MAHMUT HASGÜL
Ağrı, Doğubayazıt ve Iğdır’dan Kalanlar
 
Uzaktı.
Zamanın telaşını yüklenmiş omuzlarımda mecal yoktu.
Gel, dedi bir dostum. “Gelemem, yorgun ve yoğunum” diyemeyecek kadar yakındı. Toplam 12 saat, otobüste diz ağrıları çekmeye değerdi.
Gitmeliydim.
Ağrı’ydı. Doğubayazıt’tı. İshakpaşa Sarayı’ydı ve Ahmedi Hani idi çağıran.
Perşembe’nin gece ortasında başladı yolculuğum.
Her yolculukta olduğu gibi, otuz senedir değişmeyen bir gelenekle, hayallere dalarak geçtim Tokat topraklarından, Erzincan dağlarından, Erzurum platosundan.


Saat üçte Doğubayazıt sokaklarındaydım. Tek başınaydım. İnsanlar görüyordum, sıcak ve içten. Huzur sokakları özlemiş belli ki. Doyasıya yaşanıyor bu günlerde. Çocuklar dağılıyor okullardan. Çocuklar yüksek sesle gülüyor. Çocuklar cesurca koşuyor huzur caddelerinde.
Mütebessim ihtiyarlar oturmuş çay içiyorlar. Ellerinde kavrulmuş toprak deseni. Yüzlerinde eski acıların izi. Gözlerinde geç gelmiş saadetin tevekkül rehaveti. Kediler dolaşıyor caddede. Kediler, insanlardan daha tedirgin. Karanlık adamlardan korkuyorlar belli ki. Vicdansız mermileri görmüşler, masumların feryadını duymuşlar, patlayan bombalardan nasibini almışlar belli ki. Yakın zamanlarda olup bitmiş her şey. Ya oldu da bitmediyse tedirginliği…

İnsanlar Kürtçe gülebiliyorlar; insanlar Türkçe sevebiliyorlar.
Ne güzel şey karşılıksız sevebilmek her insanı, her canlıyı… Sevgiden daha büyük ne inanç var, ne de kavim. Daha çok sevmek istiyor insan, ilk defa gördüğü çehreleri.


Bulamadık kimseyi hocam, diyor birisi. Ahmedi Hani festivalini sunacak kimse yok memlekette. Kırma bizi, yardım et.
Koskoca festivalin sunumu kalıyor üzerime. Bilmediğim bir memlekette, tanımadığım büyük büyük adamları çıkaracağım sahneye. Korkuyorum.
Bitti nihayet. ‘güzel oldu’ diyorlar. ‘harikaydınız’ diyorlar. Şımarıyorum çocuk gibi. Çok şükür.
 

Ardından İLESAM ve Kültür Bakanlığınca düzenlenen Müze, Şiir ve Müzik programımız başlıyor. Mehmet Nuri Parmaksız dostum, Arzu Subakan Kabukçu arkadaşım, Iğdır ve Ağrı’dan yürekleri gülümseyen şairler ve ardından Hayati İnanç üstadım çıkıyor sahneye. ‘Dedin ki’ diyorum. “…. Bir şiir koyup gittin kalbimin ortasına / dedin ki sen o kalbi imkânsız aşkla sına…”

İshakpaşa Sarayında Kültür Bakanlığı sazendeleri kadim nağmeleri taşıyor çağdaş kulaklarımıza. En çok Saray’ın muhteşem taş desenleri duyuyor eski hatıralarının musikisini.
 
Gece Iğdır’dayız. Bir tarafta ihtişamlı Ağrı Dağı, tepesinden yüz bin yıllık kar kümesi; bir tarafta Akdeniz sıcaklığı… Masallar ülkesinde bir kahraman gibi solukladım Türkçemin serhat rüzgârlarını. Iğdır, yüz yıllık acıların en demli hali. Iğdır, her bir evde yaşanmış Ermeni mezaliminin tortulaşmış öyküler diyarı. Dinleseniz ağlarsınız, okusanız ağlarsınız, görseniz ağlarsınız. Bunca acı kime ne kazandırdı diye düşünseniz anlamazsınız ama yine ağlarsınız.
 
Yol boyunca, İran sınırından ülkeye girip yorgun adımlarla esmer tenli bahtsızlar yürür Batı’ya doğru.
“Arabamıza alamıyoruz hocam, polis çevirse kendimizi kurtaramayız, vicdanımız sızlaya sızlaya geçip gidiyoruz yanlarından. Hele kış günlerinde bir görseniz, yol kenarlarında donuyor bu gencecik insanlar.” diyor şoför.  Mülteci olmanın kahreden öyküleri çoktan birikmiş çekik gözlerine. Gözlerine bakamazsınız. Çaresizlik önce onları öldürür, sonra vicdanlarımızı. Bunca insanı nasıl kaldıracak bu ülke diye düşünürsünüz.
Ah modern zamanların kahpe düzeni. Masumların acılarından menfaat devşiren emperyal canavarlar. Ne istediniz eski mesut masalların coğrafyasından. Değdi mi insanoğlu, insanlıktan çıkmanıza değdi mi?

Gitmeden anlayamıyor insan. Gitmeden sevemiyor. Gitmeden ve bilmeden her bildiğimiz doğru geliyor bize.
Gittikçe daha çok seviyorum ülkemi ve insanımı.
Gittikçe daha çok seviyorum…

 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir