LEYLA SILA YILMAZ
Garip Bir Aşk Hikâyesi I |ÖYKÜ|
Kapısı "zat en" açık bir oda, sarı bir ışık yanıyor, içerisi sigara dumanıyla dolmuş, bir türkü çalıyor radyoda "Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna, can ağrısı tesir etti koluma, yaradanım merhamet et kuluna, yazık oldu yazık şu genç ömrüme, bilmem şu feleğin bana cevri ne…". Sandalyelerin, sehpaların, masanın üstü kitap, evrak, kravat ve fularlarla dolu solgun bir lamba ışığı altında. Sağ köşede duvara dönük bir yardımcı bilgisayarda bir şeyler yazıyor, yanındaki yazıcının üzeri evraklarla dolu ve memnuniyetsiz bir yüz ifadesi var. Tam karşıda kapıya dönük büyük bir masa, masada ağzına kadar izmarit dolu mermer bir küllük, boş içecek kutuları; masanın başında bir adam, bir elinde evrak diğerinde kalem. Üstünde bir gömlek, bir ceket. İşte onu ilk gördüğüm an.
Adımımı ilk içeri attığımda birkaç duyguyu aynı anda yaşıyorum: hüzün, şaşkınlık, korku… Bu oda, bu adam daha önce gördüklerime hiç benzemiyor. Bir ağırlık çöküyor üstüme kalp ağrısı gibi. Adam hem güçlü hem yorgun, sanırım güçlü olmaktan yorulmuş. Bu yorgunluk hiç de evrak okumanın verdiği bir yorgunluk gibi değil, birden heyecanlanıyorum anlam veremedikçe, "Merhaba, evrak getirmiştim." diyorum. Aslında evrakı orada bulunan görevliye vermem gerektiğini bile bile adama yöneliyorum. Ne kapının üstünde bir isim var ne masada bir isimlik. Bir isimsizlikle beliriyor odanın içinde. Görevli elimdeki evrakları almak için çoktan bana dönmüş fakat ben onun gözlerini görmek istediğimden yardımcıyı görmemezlikten gelip ona doğru ilerliyorum.
Kapıdan masaya kadar sanki binlerce mesafe, şu adam bir kaldırsın başını, bir göreyim yüzünde gözlerini. Adam kaldırıyor, başını saçları sanki perçem perçem dökülüvermiş alnına. "Evrakları arkadaşa verebilirsiniz." deyip indiriyor başını yine solgun karanlığına. Sadece bir bakışlık ömrüm kalmış gibi bir anlık göz değmesi. Göz göze gelmişiz ve sanki dünya tükenmiş ömrümüzde. Bir iki saniye bakıyor bana. Odada kaldığım süre sanki zamansız. Bir anlık konuşmalarla çıkıveriyorum odadan. Bu nasıl adam böyle diyorum bir gariplik var. Feleğin bu adama cevri ne.
Gel zaman git zaman sürekli koridorlarda, asansörde görüyorum bu adamı. Bir gün odasına gittiğimde "aa güzel kız gel hoş geldin" diyor. Ben miyim? Güzel miyim? Gerçekten böyle bir şey söyledi mi? Yoksa ben böyle söylemesini çok istediğim için mi? Nasıl hoşuma gitti beni hatırlıyor oluşu.
Bir gün koridorda karşı karşıya… Sanki bir kader gereğini yapmak istiyor her şeyin. Karşı karşıyayız ve konuşuyoruz işte; "Güzel kız nasılsın iyi misin?" diyor neşeli bir ses tonuyla ancak yüzünde yine de bir hüzün dolusu. Nasılım? İyi miyim? Her şeyin farkında mıyım? Yoksa hiçbir şey benim elimde olmadan bir yerlere doğru akıp giden bir şeyler mi? İyiyim desem siz nasılsınız desem konuşsak hiç susmasak zaman hiçbir şeyle bölünmese aniden akıp gitse böyle. İyiyim efendim siz nasılsınız? "Ben de iyi olmaya çalışıyorum işte hayattan izin alabilirsem, sen ne kadar da küçük bir şeysin böyle, sanki güzelliğin taş bebek kâkülünden süzülüvermiş gibi'' . Hiç de küçük değilim aslında, acaba kendi yorgunluğunu mu vurgulamak istiyor?
Bu karşılaşmadan neredeyse bir hafta on gün sonra odasına gitmek için işler uydurup bahaneler buluyorum. Odadaki koltuklar neredeyse hep dolu acaba bir gün diğerleri gibi ben de bu koltuklardan birinde oturup zahmet olmazsa ben de bir çay alabilirim demek kısmet olacak mı? Oda hep dolu ya dosyalar ya güzel kadınlar. Adam sanki bir karlı dağ ben de bu yaşıma rağmen bir serçe kuşu, karşısında ancak hep kendimi küçük hissediyorum, daha genç. Bir gün oda bomboş. Adam yok, sanki oda yok, koltuklar yok, masa yok, korkuyorum, yardımcı görevli hastalandığını söylüyor. Sanki çok derinden bir sızı. Ya gelmezse! Her ne kadar bir yakınlığımız olmasa da derin mi desem bir garip adam işte ama yokluğu beni üzüyor.
Bir zaman sonra bileği ve boynunda destek çubuklarıyla masasının başında oturur buluyorum. Bu arada odaya kaç kere göz attığımı hatırlamıyorum o kadar çok ki gidiş gelişlerim. Garip bir merak işte. Belki meraktan da ötesi anlayamıyorum. Çalışmaya çalışıyor, canının yandığı çok belli. Yardımcısı izne çıkmış odada yalnız, o odada onunla yalnız olmak çok tuhaf duygularla… Getirdiğim evrakları elimden alıp imzalamaya başladı. Ben bu anı fırsat bilip biraz onu izledim, biraz masanın üzerindeki kitapları. Hala türkü çalıyor. Sahi ne çok türkü dinliyor bu adam. Garip bir de imzası var.
Evrakları imzalarken benimle havadan sudan konuşmaya başlıyor. Tam olarak ne dediğinin farkında bile değilim. Sanki bir kuyunun içinden çekiliyor gibi, yere tutunmasa ayaklarım sanki düşecekmişim gibi. Sanki adam her şeyin farkında. Muzip mi desem hüzün mü desem bir garip gülümseme. "Korkma" diyor "Korkma düşmezsin. Hem düşersen de tutan olur herhalde." Şaka mı gerçek mi zihnimi mi okuyor anlamadım. O zamanlar adım küçük kız. Küçük kız diye sesleniyor bana. Ne hoş.
Birkaç gün sonra koridorda karşılaşma, ah beni yakan bu koridor boyu karşılaşma. Ama çok uzaktan fark etmiştim zaten sanki bir film sahnesinde yürürmüş gibi adım atışlarından. Hemen başımı önüme eğiyorum, yine karşımda. Birden bire ismim değişmiş "ne o yere bakan yürek yakan kaldırsana başını" yine birkaç anlık bakışlar.. Elimdeki evrakları fark ediyor. "ne o yine bana mı getiriyorsun bunca işi, hala anlayamadın mı ne kadar yorgunum, sen sadece gelsen ama hiç iş getirmesen ne güzel olurdu sen de daha bir güzel olurdun böylece."
Yine bir gün asansöre doğru gidiyor yavaş yavaş. Neden bilmem ondan önce gidip kaçarcasına asansöre binmek istiyorum. Hemen kapılar kapasın beni görmesin. Neden kaçmaya çalışıyorum bilmiyorum ama sorgulamadan yapıyorum bunu. Bu sırada o gelip yanımdaki özel asansörü beklemeye başlıyor. Ben ona sırtımı dönmüş olmama rağmen "aa küçük kız sen de mi buradasın? o asansör geç geliyor, gel sen benimle çık" diyor. Hemen bir şaka yapmak geliyor içimden. Demek benimle çıkmak istiyorsunuz ha? Ben de uzun zamandır bu teklifi bekliyordum. Birden utanıveriyorum ya zihnimi okursa. Çok heyecanlıyım daracık bir yerde baş başa kalacağım için. Biniyoruz asansöre…
İnsan yüceltmek.. aşkın abartısını yazar fark etmeden anlatmış. Sadece anlayana