Sarıkamış’ta Üşüyen Sevdalar

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Sarıkamış’ta Üşüyen Sevdalar
 
Zekiye neneye kalmıştı yine torunları. Gelini ve oğlu tarlaya gidince evdeki ufak işlere, bir de torunlarına bakardı.
 
Onları etrafına toplar, hikâyeler anlatırdı. Başka nasıl oyalayabilirdi. İyiden iyiye yaşlanmıştı. Dizlerinden zor yürüyordu.
 
Çocuklar da nenelerinin etrafına toplanır hiç bıkmadan aynı öyküleri ve aynı manileri dinlerlerdi.
 
O kadar çok dinlediler ki ezberlerinde yer etti.
 
Yıllar sonra kendileri de çocuklarını aynı öyküler ve manilerle büyüttüler.
 
Büyüyünce Zekiye nenenin acısını da daha iyi anladılar.
 
Zekiye nenenin yâri aklına düştükçe başlardı maniler yakmaya;
 
Kara hergin içinde
Ala şalvar kıçında
Ben Salih’i tanırım
Beş yüz asker içinde.
 
Her maniyi söyleyişinde gözleri buğulanır, dalar giderdi yıllar, yıllar evveline.
 
Sene 1914
 
Anadolu’da seferberlik ilan edilmişti.
 
Analar ne günler için doğurmuştu oğullarını.    Niksar’ın Hüseyin gazi Köyü’nden Emine ananın da 5 erkek evladı vardı. Salih, Mustafa, Mehmet, Bekir ve Ahmet kardeşler…
 
Ahmet hastaydı bu nedenle onu göndermeye gönlü razı değildi.
 
Fakat diğer oğullarını seve seve gönderecekti. Yemen’de şehit düşen bir babanın oğullarıydı.
 
Kardeşlerden Salih’in 4 tane çocuğu vardı ve hepsi daha çok küçüktü. Bir yandan vatanın durumu bir yandan çocuklarını ve güzel Zekiye’sini düşünüyordu. Nasıl bırakıp gidecekti. Düşünmekten uykuları kaçtı. Bu durumu gidip anasına anlattı;
‘’Ana çocuklarım daha çok küçük, Zekiye çok genç. Ne yapsak ki?’’
 
Anası hiddetlenir; ‘’Oğul der, ben seni bu günler için büyüttüm. Gitmezsen sana sütümü helal etmem. Emanetlerin emanetimdir. Sağ olduğum sürece ben bakacağım onlara.’’ Hemen gider içerden birkaç altın getirir. ‘’Al bunu Zekiye’ye bir at al.’’ O zamanlar işini gücünü yapabilmesi için at önemlidir.
 
Salih, annesinin elini öper ve evine gelir. Birkaç gün de evinin ihtiyaçlarını karşılar ve güzel Zekiye’siyle vedalaşır.
 
Zekiye biraz utana sıkıla erine son cümlelerini söyler: ‘’ Olur da sağ gelirsen yüklüyüm ben, döndüğünde bu çocuk nerden deme emi’’ ve gözyaşları içinde Salih’ini yolcular.
    
Salih ve diğer kardeşleri analarının elini öpmeye ve hayır duasını almaya gelirler.
 
Emine ana dualar okuyarak oğullarını koklar, öper ve bir yandan dua okurken bir yandan da ellerini evlatlarının sırtlarında, göğüslerinde, yüzlerinde gezdirir. Duadan bir zırh oluşturmaktır niyeti.
 
Ve döner evlatlarına;
‘’Oğul der, sakın ola sırtınızdan vurulup gelmeyin, işte o zaman size hakkımı helal etmem. Düşmanına sırtını dönen, kaçan benim evladım değildir.’’
 
Dört kardeş Niksar’dan gönüllüler ordusuna katılıp Sarıkamış’ın yolunu tutarlar.
  
Zekiye artık evlatlarına hem analık hem babalık edecektir. Salih’in emanetlerine gözü gibi bakar, büyütür. Namusuna da laf getirmez. Gözü hep yollardadır. Geleceği günü iple çeker.
 
Ay aşıyor harmandan
Entarisi kirmandan
Bu nasıl sevda idi
Kesti beni dermandan
 
Aradan zaman geçer, gidenlerden haber beklenir, yolları gözlenir. Lakin ne gelen var ne de bir haber getiren…
 
Ve bir süre sonra karalamaları gelir. Giden dört kardeş Sarıkamış’ta şehit düşmüştür.
….
 
Zekiye nene yemeninin ucuyla gözyaşlarını siler. Acısı, hasreti hep tazeydi yüreğinde. Döner torunlarının yüzlerini sıvazlar, öper. O yaşlarında bu gözyaşlarına çok anlam veremeseler de yıllar sonra nenelerinin acılarını yüreklerinde hissederler.
 
Yıllar akıp gitmiştir, Salih’in hasreti azalacağına her geçen gün daha büyümüştür içinde.
 
Bu hikâyeyi unutmadan nesilden nesile aktaran, manileri ezberinde tutan torun ise Aliye Hanımdır. Benim de kayınvalidemdir.
 
Entarisi ne aklı
Cebinde bir taraklı
Yaktı yandırdı beni
Salih’in ıraklığı
……
 
Hüzün, hiç bitmedi bu topraklarda. Şehadet şerbetini seve seve içti bu vatanın evlatları. Ağıtlar bayraklaştı şehitler otağında.
 
Ah’a kardık gözyaşlarımızı. Öldük, bir daha öldük her seferinde.  ‘’Yemen’de yandık, Sarıkamış’ta donduk, Çanakkale’de öldük yiğitçe!’’
 
Söz konusu vatansa teferruattı gerisi.
 
Anadolu’da hangi taşı kaldırsanız altından semayı yağmura boğan acılar çıkar, boy verir. Bu topraklar için çok ağır bedeller ödendi, ödüyoruz ve ödemeye de devam edeceğiz.  
 
Vatan; aşktı, sevdamızdı ve en kıymetlimizdi. Bu topraklarda analar, gözlerinden sakındıkları evlatlarını sadece vatan için kınalardı.
 
Bu yüzdendir ezgilerimiz hüzün kokar, hasret kokar. Öykülerimiz yüreğimizi burkar.
 
Her seferinde bağrına taş basmasını bildi analar…
 
Sarıkamış’ta üşüyen sevdalarını bir ömür sıcak tuttular yüreklerinde sevgililer…
 
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma Allah'ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah'ım!
Arif Nihat ASYA’’
 
 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir