MEHMET ALİ BAL
Doğru ve Doğrul Kelimeleri Üzerine
Doğru ve doğrul kelimeleri ve türevleri üzerine yapacağımız bir zihinsel gezinti aslında bazı değerlerimizi yeniden anlamaya götürür bizi. Bu zihni gezi ve çözümlemeyi “Türkçenin” mantığı ve hayal dünyası içerisinde yapacağız. “Doğru ve doğrul” kelimeleri aynı köktendir. Doğrulamak için her şeyden önce doğru olmak elzemdir. Biz doğru olmadan "sıratı müstakim" doğrulamayız. Doğrulduğumuzda da doğru olmalıyız, kaim olmalıyız, yoksa yıkılır gideriz, doğru yolda olmamak yıkılmak demektir. Doğrulmak, doğru olmak demek olduğu gibi yıkılmak yanlış yolda olmak demektir.
“Doğru” kelimesi eski Türkçede “Toguru/togrı” kelimelerinden gelmektedir. “Toguru/togrı” kelimeleri ilk defa yazılı olarak Divan-i Lügat-it Türk’te "Doğrudan, düz" anlamlarında kullanılmıştır. Kelimenin asıl kökü ise “Togur” fiilidir ki “Bir şeyin içinden geçmek" anlamındadır.
Günümüzde TDK Sözlüğünde ise “Doğru” kelimesi “Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı (Sıfat”; “Gerçek, yalan olmayan”; “Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun”; “Gerçek, hakikat (isim)”; “İki nokta arasındaki en kısa çizgi (Matematik)”; “Yanlışsız, eksiksiz bir biçimde (Zarf); “Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca (Zarf); “Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu” gibi anlamlara gelmektedir. Şu halde lafzi olarak “Doğru” kelimesi “Fiziksel olarak iki nokta arasındaki en kısa çizgi” ve mecazi ya da soyut manada ise “Gerçek, hakikat” ve “Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu” demektir. Değerlerimiz, inançlarımız açısından yaklaştığımızda kelimenin ikinci soyut ve mecazi manasını kastetmekteyiz. Bu manayı, fiziksel ya da matematiksel anlamdaki manaları takviye etmektedir.
Kelimenin Arapçadaki eş veya yakın anlamlılarından olan “İstikamet” kelimesi ise “Dik durma, düz gitme, doğruluk” anlamlarına gelmektedir; kökeni ise “Durdu” manasındaki “Kaame” fiilidir. Bu kelimeye Ahmet Vefik Paşa “Yön”; Meninsky ise “Doğruluk, sadakat” manasını vermiştir. Burada kelimelerin farklı lisanlar ve kültürlerde hangi manaları ile algılandıklarını bilmek açısından bu örnekler üzerinde durmaktayız. Doğru kelimesi ile ilişkili diğer Arapça kelimeleri bir arada görmek ufuk açıcı olabilir. Mesela “Doğru olma, doğruluk, iyiniyet, sadakat" sözcüğünden alıntı olan “Sıdk” kelimesi “Doğru” kelimesinin “Soyut veya mecazi” anlamına yakındır. Keza “Tahkik”, “Tashih” (Mesela bu kelime “Sıhhatli oldu, doğru oldu” anlamındaki “Sahha” fiilinden türemiştir) , “Tasdik” kelimeleri de bu çerçevede kelimelerdir. Sadece “Takvim kelimesi soyut olarak “Düzeltme, doğrultma, reform” yanında “Konum belirleme, enlem ve boylam ölçme” anlamlarıyla dikkati çekmektedir.
Latincedeki ilişkili kelimelere de bir göz atmak başka pencere açacaktır. “Expedire” fiili "hazırlamak, doğrultmak, yola koymak" demektir. Çağdaş Batı lisanlarına “Expedition” kelimesini vermiştir. Keza “erigere, erect” fiilleri “Dikmek” ve “Regere, rect-“ fiilleri ise "Doğrultmak" anlamındadır. “Justification” kelimesinin kökeni olan “iustificare” fiili "Adil ve doğru kılma" demektir. Burada yasaya uygunluk manası ön plandadır. Latince “Regula” "Cetvel, Kural, Düzen" kelimesi Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan “Reg” "Doğrultmak, yöneltmek, yönetmek" biçiminden gelmiştir. Fransızca “Corriger” fiili “Correct” "Doğru, düzgün" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince “Corrigere, correct” "Düzeltmek, doğrultmak" fiilinden türetilmiştir. Bu sözcük Latince “Rectus” "Doğru" sözcüğünden con+ önekiyle türetilmiştir. Bu bir yönüyle, Arapça “Tashih” kelimesinin mana çerçevesine benzemektedir. Diğer bir anlam çerçvesi olarak; Latince “Regere, rect- "Doğrultmak, yöneltmek, yönetmek, rehber olmak" anlamında fiillerdir. Aynı şekilde “Rector” yani “Kılavuz, yönetici” ve “Rectificare” yani “Doğrultmak, düzeltmek, tashih etmek” Latince “Regere” fiili ile ilişkilidir. Daha fazla bilgi için, yararlandığımız https://www.etimolojiturkce.com sitesine bakılmasını öneririz.
Gerek Arapça gerekse Latince kavramlarla manasının zenginlik, kapsam ve perspektifleri “Doğru” kelimesinin gerek kendisinin gerekse türevlerinin manalarını daha da tebellür ettirmektedir. Bu kelime “İstikamet, kamet, kıyam, düz gitme, ölçme, kural, sadakat, vb.” anlamlarıyla merkezi bir mana âlemini haiz görünmektedir.
Şimdi kelimenin mana ve tesirlerinin öz âlemine dönersek, “Doğru, doğru olmak, doğrulmak, doğru ve dik durmak” ilk önce ve hakikatte içtedir, enfüstedir, benliktedir. İnsan önce içinde doğru olur, sonra doğrulur, doğru yolda (Sıratı müstakimde) yürür. Ötesi laf ü güzaftır! Bu hususu güç tevehhümü ve şehvetiyle “Dikilme” ile karıştırmamak gerekir. Burada “Doğru” kelimesi asli ve hayati anlam ve işleve sahiptir. Doğru olmayan güç ve kudret hakikatte “Fesada uğramıştır, tagayyüre maruz kalmıştır, çürümüştür”. Bunun aksi yönünde nice “Mert ve civanlar” kırım kırım kırılırlar, zulümler altında inim inim inlerler de hakikatte “Doğruluk heykelleri” olarak “Levh-i Mahfuza” yazılırlar. Doğrusunu Allah (cc) bilir. Bu yüzdendir ki, bilge şairimiz (Ziya Paşa):
“İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah,
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah (cc)” demektedir.
İnsan bazı zorluklar görse de “Sadakatten” yani “Marufu yaşamaktan, mazlum olmasına rağmen şükürden, sabırdan, ümitten” vaz geçmemelidir. Allah (cc) doğruların yardımcısıdır.
Eski Türkçede kelimenin asıl kökü olan “Togur” fiilinin “Bir şeyin içinden geçmek" anlamında oluşu manidardır. Şu noktayı anlıyoruz ki, evvela “Doğru” bizatihi öz benliğin kıymetli değeri, insan varlığının ayrılmaz maneviyatıdır. İnsan doğrulukla insan olur. İkinci husus ise “Doğruluk” “Sabit, durağan, statik” değildir. Kelime kökünün manasının delaletiyle “Daimi bir akış, doğru kalmak, doğru ilerlemek/ veya durmak için doğruluk, sıdk, ölçü, tashih, tasdik, ihlas manalarının içimizde, amel ve ef’alimizde daimi faal ve fail olmalarıdır.
Kıyam ve istikamet kelimeleri de “Kaame” kökünden demiştik. Latincede de “Regere” ve yukarıda zikrettiğimiz kelimelerin anlamları içinde başat olanları “Doğrultmak, yönetmek, kılavuzluk yapmak, ölçü koymak, düzenlemek ve tashih etmektir”. Bu manalar farklıdır ve Roma kodifikasyon kudretiyle uyumludur. İster insanın bizatihi kendini “Kamil kılması ve yönetmesi” isterse orduları, milletleri veya kurumları yönetmesi, doğrultması kudretinin odak ve istinat noktası bir üst paragraftaki kapsamda “Doğru” olmaktır.
Nitekim Hazreti Peygamberimizin (s.a.v.) ilk baştan itibaren bilinen unvanlarından biri “Muhammed-ül Emin” değil midir? Adının doğruluk, sıdk, sadakat, ihlas ile özdeşleşmesi değil midir? Bütün peygamberlerin (as) esas madeni “Doğruluk, sıdk” değil midir? Onlar ki Allah’a (cc) karşı daima dosdoğru bir iman, sadakat, istikamet ve ihlas içinde olmuşlardır. Onlara bağlı olanlar da Peygamberlerini (as) en iyi idrak edenler, iman edenler olmuşlardır.
“Sadık olmak” sadece bağlı olmak demek değildir. “Doğru olan, doğruya inanan, doğru işleyen, doğru söyleyen, bütün bunları da hiç tereddütsüz yapan” demektir. Öyle ki o sadıklar için doğrunun ölçüsü “Emri bil marufun” sınırları ve esasları içindedir. Mesela Hazreti Ebu Bekir (ra) Allah Resulünün (s.a.v.) tebliğine hiç tereddütsüz inandığı için “Sıddık” unvanının sahibidir. Ama bunun yanında Allah’a (cc) imanı, Hazreti Peygamberin (s.a.v.) tebliğ ettiği gibi tam, kâmil ve sahihtir.
Hazreti Peygamberin (s.a.v.) hayatı seniyyeleri süresinde çok az konuştuğunu okuduğumuz Sıddık-i Ekber (ra) Hazreti Peygamberin (s.a.v.) vefatları sonrası yaptığı konuşma Onun aynı zamanda hakikat-şinas kıymetini göstermektedir. (Konuşma şu şekildedir: “Allah Teâlâ, Peygamberine daha aranızda iken vefat haberini vermişti. Sizlerin de (Eceliniz gelince) öleceğinizi haber vermiştir. Resulullah (s.a.v.) vefat etmiştir! Sizlerden de hiç kimse sağ kalmayacaktır. Kim Muhammed’e tapıyor ise bilsin ki, Muhammed (s.a.v.) vefat etmiştir! Kim de Allah’a ibadet ediyorsa, hiç şüphesiz Allah Hayy’dır, ölümsüzdür! Allah Teâlâ: “Muhammed, bir Resul’dür. O’ndan önce de Resuller gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür veya öldürülürse, ökçenizin üzerinde gerisin geriye dönecek misiniz? Kim, böyle iki ökçesi üzerinde ardına dönerse, elbette ki Allah’a hiçbir şeyle zarar vermiş olmaz. Allah, şükür ve sebat edenlere mükâfat verecektir” (Âl-i İmrân, 144) buyurmuştur”. Evet, Sıddık unvanına O (ra) ne kadar da layıktır. Tevhit hakikatini ne güzel ifade etmiştir.
Baştaki ifadelerin bu yazının esasını oluşturduğunu düşünüyoruz. Doğru olmak, doğrulmanın vesilesidir. Doğru olmak esastır, doğrulmak doğruluktan sonra gelir. Doğrulamak için her şeyden önce doğru olmak elzemdir. Biz doğru olmadan "sıratı müstakim" doğrulamayız. Doğrulduğumuzda da doğru olmalıyız, kaim olmalıyız, yoksa yıkılır gideriz, doğru yolda olmamak yıkılmak demektir. Doğrulmak, doğru olmak demek olduğu gibi yıkılmak yanlış yolda olmak demektir. Doğru olmanın objektif ölçüleri olduğu gibi esasta doğru olmak, sarsılmaz iman ve sadakate sahip olmak sübjektiftir, enfüsidir. Kendimizi hesaba çekelim.
“Ey İslam Ümmeti kıyam ediniz” nidası öncelikle “Ey İslam Ümmeti dosdoğru olun. Sıratı müstakime girin. Allah’ın (cc) ipine sımsıkı sarılın. Nefislerinizi terbiye, ruhunuzu tezyin, amellerinizi ıslah edin” sonra da “Zillete başkaldırın” manasındadır. Doğru olmadan doğrulmak İslami bir anlayış olamaz. Nefisleri doğru olmayan, nefislerini doğrultamayan, kendini hayır istikametinde değiştirmeyen bir ümmeti ve kavmi Allah (cc) “Doğrulmak, ayağa kalkmak” manasında değiştirmeyecektir. Hem Kuran’ın hükmü böyledir, hem de müşahede ettiğimiz adetullah böyledir.
Allah’ım bizleri sıratı müstakime hidayet eyle. Bizi iman, amel ve fikirde doğru kıl. Allah’ım bizi doğru kıldığın gibi doğrularla birlikte kıl. Doğrularla amil kıl. Âmin.