Hal Beyânı

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Hal Beyânı
 
Hayat devam ediyor bir şekilde, öyle veya böyle akıp gidiyor zaman. Yaş almanın sayısındaki artış mıdır bilemiyorum, anılar bölümünde uzun kalıyorum. Kıymetini sonradan biliriz ya her şeyin, ömrümüz de anılar bölümüne düşünce daha bir güzel görünüyor gözümüze.
 
İyi olma ümidini saklı tutma çabamız hiç bitmiyor.  Hayata sıkı sıkı tutunmamızın sebebi, içimizde habire çırpınmaya devam eden bu ümit kuşudur belki de.
 
Dönüp ardımıza baktığımızda gelenin gideni arattığı da aşikâr…
 
İyileşmeden ziyade daha çok dibe çekiş başlamış. Uzun zamandır iyi olamamışız. Belki iyi olma yaşlarını çoktan geçirdik. Belki de umarsızlık, iyilik deli çağa ve çocukluğa hastı, ne dersiniz?
 
Ross Daly ne kadar da duygularıma hitap ediyor bu sabah. Koltuğumu pencereden yana çevirdim, pc dizlerimin üzerinde, ezgi de karmaşıklığıma yol bulma telaşında. 

Penceremden, ilk kendi çiçeklerime ve de cam kenarına dizdiğim Adıyaman Nemrut'tan aldığım heykelciklerime takılıyorum. Çiçeklerim yok ettiğimiz güzelliklere inat direniyor. Heykelciklerimiz ise alıp bir Nemrut daha yaptırıyor sabah sabah. Uykusuz gözlerimi anılar sokağında dolaştırırken, “iyi ki var” dediklerimizi bir daha hatıra getiriyor. Epey kalıyorum Nemrut'un zirvesinde. Çehremi bir lahza mutluluk okşuyor.
 
Daha uzaklara gidiyor gözlerim. İnşaatların arasında yer yer kalan kar parçalarına… Karla karanın zıtlığı kadrajıma giriyor. Dünya da zıtlıklarla donanmamış mıydı? İyiler kötüler, doğrular yanlışlar, susanlar bağıranlar, fakirler zenginler…
 
Hafif bir sis bulutu şehrin üzerinde.  Şehir de suskunları oynuyor, dört duvar arasındaki çığlıklardan bihaber. 
Kimsenin kimseye pek bir faydası yok. Kimisi kendi cennetinde sefa içinde, kimisi de cehenneminde ağrı eşiğine bir yenisini ekliyor.

Bir çığlık keyfimizi kaçıracak kadar yüksek olunca; “Allah yardımcı olsun” sığınağı ne de iyi geliyor. Oldukça masrafsız…

“Herkes gülüp geçiyordu
Bendeki telaş niye?”
 
Zaman devridaimden ibaretti. Sadece yüzler tazeleniyordu.
Bizden öncekilerde "bizim zamanımızda" demişlerdi. Ve hâlâ "bizim zamanımız" diye bir şey var.
Ve hâlâ aynı öfke, aynı vahşet dolanır aramızda.
Ve ağrılarımız bütün zamanları kapsar cinsten.
 
Aynı ezgilere ağlarız farklı dillerde. Dilsiz ezgilerin hüznü aşikâr olur. Anlaşılması için yürek mesafesi yeterli.
Belki de düzen bunu gerektiriyordu. Duyguları can yanasıya yaşamayı…
 
İnsan, dilini bir de yüreğini dile getirmek için kullansa… Ne çok emanet cümleler devşiriyor zamana.
Düzene uyan cinsten…
 
Sadece birer figüran olduğumuz dünyada artistlik taslamak da neyin nesi?
Aklımız ve kalbimiz el ele verip binlerce put üretiyor her seferinde. Ve biz “hâşâ" diyen dilimizin kalple bağlantısını koparalı çok olmuşken, “desinlerin” içine gömüyoruz başımızı.
 
Herkes bizi çok iyi bilir. İnanmak ne güzel bu yalana. Etrafımıza rol keserken, karanlığında zincirlediğin vicdanın sabahlara dek havlayıp durur. Gömsen de başını yastığa, uyku hak getire…
Ve tabi ki zincirlediğini sandığın vicdan hâlâ kapında duruyorsa…
 
Uzun bir sessizlik ve arkasından gelen sağanak belirsizlik… Netliğin puslu camları arkasından seyreden insan siluetleri… Zamanın hızla akışına inat uzun kalışlar için didinip duruyorlar. Ve kalışların geçiciliğini bilip daimiliğine inanarak devam ettirilen bir yaşam şekli…
 
Öyle çok planlar kuruyoruz ki, işin içinden çıkabilmek için her türlü yol mubah gözükmeye başlıyor. 
Ben'i es geçip başkasının eksiğiyle vakit geçirmenin cazibesi nasıl da sarıp sarmalıyor. 
Dil iştaha geliyor, göz en güzel sunumunu yapıyor. Servis baştan çıkarıcı. 
Baş başayız şimdi, ben; ben'i baştan çıkarmanın keşkelerine yağmur bırakıyor.
Keşkeler su aldıkça şişiyor yüreğimiz.
Ahh şükür ki keşkeyi kurutan "tevbe" var.
 
Loıs Bourges'ın ‘’Anlar’’ şiirinden dizeler düşüyor havsalama
’Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM…’’

Kalemle dost olalı yalnızlık kalbimde yekpare atışlar yapıyor. O'na aktıkça dışıma susuyorum. Ve öğrendikçe eksikliğim büyüyor, acizlik kuyusuna daha derin dalıyorum. 

Hüzün, kalemimi fethettiği günden beri kelimelerden mutluluk devşiremiyorum. Çehremizi anlık yoklayıp geçiyor gülüşler.
 
Gülüşleri yanaklarında donanları düşündükçe…
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir