MUSTAFA ORAL
Ağla!
Ağlayınca Daha Güzel Oluyorsun…
Hüzün insanı üzen hâl olarak bilinse de gerçekte besler. Rabbimiz sevdiklerini kendine yâr ve yardımcı yapmak için kalbini dünyadan soğutacak sıkıntılar verir. Dalgalar misali ruhunda med cezirler yaşatır. Ruhu bazen geri çekilir, bazen kabına sığmaz taşar. Geri çekilmeyen taşmaz, boşalmayan dolmaz. Bir destidir ruh boşalmadıkça dolmaz. Bir destidir ruh, dert çekilmedikçe durulmaz. Dert kardır; gün gelir hüzün tadında testide erir.
Hüzün Peygamberlere, en çok da sevilen kullara yakışır. Yusuf (as) hüzün peygamberiydi. Kardeşleri kuyuya, Züleyha’sı zindana atmıştı. Üç kuruşa köle pazarında satılmıştı. Kendini satan(!) kardeşlerini, Züleyha’sını, dostlarını hoş görmüştü.
Bilirim, şimdilerde Yusuf’unu kaybetmiş bir Yakup (as), kardeşlerinin ve sevdiklerinin vefasızlığına uğramış bir Yusuf ağlar içinde. Bil ki, Mısır’ın sultanlığına giden yol kuyudan, köle pazarından, nihayet zindandan geçer. Yusuf zindanı medreseye çevirmişti. Bil ki her insanın içinde bir Yusuf yatar ve her zindanın yolu saraya çıkar. O gün yakındır. Sen geleceksin diye saray erkânı harıl harıl çalışıyor. Kardeşlerin ve Züleyha’n özür dilemek için divanda bekliyor.
Boykot yıllarında Hz. Hatice (r.a.) olaydım
Boykot yılları destide geçen zor yıllardı. Desti çatladı. Ruh çekildi. At kişnemez, dil söylemez, kalp hissetmez oldu. Yokluk, kıtlık, dışlanma arttıkça arttı. Efendimizin (sav) evlatları İbrahim (r.a.) ve Abdullah (r.a.) ‘buraya kadarmış’ deyip ahirete göç etti. Birileriyse “Muhammed’in soyu kesildi” diye sevinç çığlıkları atıyordu. Vefat etmiş çocuklar üzerinden savaş naraları atıyordu. Dağların kaldıramayacağı yüklerdi. Mekke yıkılsa yeriydi. Ama o (sav) sabretti. Karşılığında kevser verildi. “Doğrusu sana kin besleyendir soyu kesik olan!” denildi.
Boykot yılları bitmiş, biraz rahatlamışlardı. Bu defa da amcası Ebu Talib’in vefatıyla sarsıldı. Üç gün sonra daha şiddetlisini yaşayacaktı. Hayatını kendisine adamış sevdiceği Hatice’si (ra) vefat edecekti. Evlat ve amcanın yanına eş acısı da eklenmişti. Buna yürek dayanır mı? Bittim, denilecek yerde Rabbi ‘yettim’ demiş, gönlüne inşirah vermişti. “Göğsüne genişlik ve ferahlık vermedik mi?” diyerek teselli etmişti. Bir yıl sonra da mi’raca yükseltmişti.
Belki sen de boykot yıllarını hatırlatan hâller yaşıyorsun. Evladına ekmek, sevdiğine çiçek alamadığın için üzülüyorsun. Dünya topyekûn boykot ediyor seni. Bil ki boykot yaşanmasa Kevser ve İnşirah süreleri nazil olmaz, mi’raca çıkılmazdı. Bu günler o günlerdir. Sabret. Kevser verilecek, gönlün inşiraha erecek, mi’raca yükseleceksin.
Sevr’de Hz. Ebubekir (ra) olaydım
O (sav) “Allah’tan başka dost seçecek olsaydım Ebu Bekir’i seçerdim” derdi. O her daim yanındaydı. Hicret günü gizlendikleri Sevr Mağarası medrese-i yusufiye olmuştu. Kalplerini birbirine yaslamışlardı. Kalbini dostunun kalbine akıtmıştı. Beraber yürümüşlerdi o dikenli, taşlı hicret yollarında. Beraber ağlamışlardı insanlığın kanayan yaralarına.
Mekke’de iman ve hicret için söz almıştı. Hz. Ebubekir (ra) icabet etmiş, cennetle müjdelenmişti. Hicret sözüne vefa etmeyenler Bedir’de kâfir saflarında vefat etmişlerdi. Belki sen de yurdundan sürülmüş Peygamber (sav) hüzünleri içresin. Acılar içinde Sevr’ine çekilmişsin. Hz. Ebubekir (r.a.) gibi halil (dost), Hz. Hatice (r.a.) gibi habib (sevgili) hasreti çekmektesin. Hicrete niyet edince yâr, yardımcı, dost, yoldaş olarak Hz. Ebubekir (r.a.) verilmişti. Sığınılacak mağara, gidilecek yol olmuşlardı birbirlerine. Değil mi ki yoldaş yoldur. Değil mi ki kalpten kalbe yol vardır. Her yol yoldaş, her hicret Ebu Bekir taşır içinde. Allah, yolunda gidenleri yarı yolda bırakmaz. Hüzünlenme, Allah seninle.
Vahşi dünyada bir yahşi olaydım
Vahşi, Hz. Hamza’yı (s.a.) şehit etmiş, Hind kalbini dişlemişti. Gün gelmiş, devran değişmiş, Mekke fethedilmişti. O (s.a.v.) kendine yakışanı yapmış, ikisini de affetmişti. Vahşi’ye (r.a.) “gözümden uzak dur. Amcam hatırıma gelir de kalbini kırmaktan korkarım” demişti. Şimdi Vahşi (r.a.) nerelere gitsin, hâlini kime arz etsin…
Aylarca uzaktan uzağa hüzünle seyretmişti güneşi (sav). Yalancı peygamberi aynı mızrakla öldürünceye kadar feraha erememişti. Belki senin de içinde bir Hamza ağlıyor, yaralarından kanlar damlıyor. Şükret ki mazlumsun. Ya zalim olsaydın… Ya Hamza’yı şehit eden, kalbini dişleyen sen olsaydın! Sana da “gözümden uzak dur” denilseydi. O zaman dünya saltanatı verilse değer miydi?
Senin Ravza’n neresi?
Kalb ile kabir kardeştir. Kalbi temiz olanın kabri de temizdir. Hz. Mustafa (sav) hüzünlü hâlleriyle kendini temizlediği için önce müminlerin gönlüne, sonra da Ravza-i Mutahhara’ya (temiz yer) defnedildi. Zamanın Bediisi de sürgünde, hapiste hüzünlerle yıkanarak arındı. Önce Barla Sıddıklarının kalbine, sonra Barla Kabristanına defnedildi. Şimdi dört yanı dertlerle çevrili ada olduğunu sanıyorsun. Kalbinin bir yanı Ravza, bir yanı Barla olmuş; kevser sularıyla yıkanıyorsun, hâlâ ayılmıyorsun.
Bir eş’i olmadığı için; eşi, benzeri yok
Üstad sultan olmadı, zindanlarda yaşadı. Bir işi, eşi olmadı, yalnız yaşadı. Olmayınca da oluyor demek ki. Belki de “eşi (hanımı)” olmadığı için “eşi, benzeri” yok. Sultan olmadığı için zulmetmemiştir belki. Sen daha kıymetli misin ki ona verilmeyen şeyleri istiyorsun? Ebubekir’i, Hatice’si olan daha ne ister… Barla sakini işin, eşin, dostun olsun. Daha ne istiyorsun…
Barla’nın Piri Denizli Hapsine konuldu. Hz. Ali’ler (r.a.), Hafız Aliler arkadaşı oldu. Hapse girdiğinin ilk günü Hasan Atıf “Dokuz ay on gün kalacağız” diyerek müjdeyi verdi. Bil ki sıkıntı doğum habercisidir. Her zahmetin bir meyvesi vardır. Hafız Ali’nin ruhunda Meyve Risalesi dünyaya geldi. Meyve Risalesini meyve verdikten sonra vefat etti. Denizli toprağına ekildi. Binlerce sümbül verdi. Dünyanın dört bir yanından kokusu duyulur. Tanzanya’da nazlı nazlı çağıldar, Moğolistan’da tatlı tatlı eser. Sıkıntılar bir karanfil, bir Meyve Risalesi taşır içinde. Üzülme, gün gelecek kalbinde Meyve Risaleleri telif edilecek, karanfiller sümbül verecek.
Üstad yazdığını yaşayan, yaşamadığını yazmayan bir insandı. On hastalığı vardı. Istırap çekmese Hastalar Risalesini yazamayacaktı. Dertlere sabretmen hasta gönüllere şifa oluyor. Hâlini gören sana dua ediyor. Rahmeti celb ediyorsun. Kalbin şifa dağıtıyor, biliyor musun?
Kastamonu’ya sürüldüğünde Münacat Risalesini yazdı. M. Feyzi gibi zikir arkadaşları buldu. Belki sen de içinde bir sürgün yaşıyorsun. Farkında değilsin; Hazreti Pir senin kalbinde münacat yazıyor, Feyzi gibi masumlar okuyor. Kalbin Kâbe’ye, ruhun Ravza’ya, her yanın Barla’ya dönmüş haberin yok… Hatırlıyor musun o şarkıyı? “Haberin… Haberin var mı? / Terk etmedi sevdan beni…” Terk etmedi Rabbin seni…
İdam sehpalarından demir parmaklıklara
Barla Dervişi 31 Mart Hadisesinde darbecilikle suçlandı. Suçlanmasaydı Divan-ı Harbi Örfi’yi yazabilir miydi? Mazlumların sesi olabilir miydi? O olmasaydı “zalimler için yaşasın cehennem” diye kim haykırabilirdi? Belki sen de yapmadığın şeyler yüzünden suçlanıyorsun. Dost darbeleri alıyorsun. Düne kadar Barla Dervişini anlayamıyordun. “Neyin kafasını yaşıyor?” diyordun. Şimdi anladın mı Kambur Kalbli…
Barla’nın Piri 1935 yılında Eskişehir Hapsinin pis ve boğucu ortamında esma-i hüsna (30. Lem’a) kitabını yazmıştı. Orda olmasaydı Kuddüs ismini yazamayacaktı. Zindandakileri ve yüreği zindana dönmüşleri arındıramayacaktı. Bu gün temizlik günüdür. Zindanda görüş günüdür. Barla’nın Piri ile görüşme günüdür.
1947 yılında Afyon hapsinin soğuk duvarlarında El Hüccetüz-Zehra kitabını yazmış, gönülleri ısıtmıştı. O soğuk günleri yaşamasa nasıl ısıtabilirdi soğuk kalpleri? O kitaplarıyla bir ateş yakmış. Isıtıyor, ışıtıyor. Bu gün ısınma, bu gün aydınlanma günüdür.
Hüzünlenme gayrı…
Yaşadıkların bir kâbustu. Allah’tan başkasını kalbine soktun. Allah gayyurdur, kıskançtır. Kendinden başkasının sevilmesini istemez. Seversen sevdiklerini elinden alır. Yetmez, bir de düşman eder. Gayri meşru muhabbetin cezasını çekersin. Allah seni yâr seçmiş. Sevdiklerine sevdirmiş, yerdiklerine yerdirmiş. Hüzünlenme artık. O yâr olduktan sonra bütün dünya ağyâr (düşman) olsa ne yazar?
İhtiyarlık Allah’a ‘yârlık”tır. Barla’nın Piri eşsiz, yârsız, evlatsız yaşadı. Eve geldiğinde sofrasını seren hanımı, tatlı tatlı ayaklarına dolaşan çocukları olmadı. “İnsanlığa hizmet” sevgilisi, eşi, dostu, evladı oldu. Yalnızlık içinde ihtiyarlığın sıkıntılarını yaşadı. Yaşamasaydı yazabilir miydi İhtiyarlar Risalesini? Onunla milyonların “yârı” oldu, Rabbine yâr etti. Sen bu sabır içindeki şükür hallerinde kimlere yâr oluyorsun biliyor musun?
Hayatı sürgün, hapis, işkencelerle geçti. Dünya lezzeti namına bir şey bilmedi. İhtiyar, hasta, garip, fakir olduğu halde hüzünlenmedi. Rabbinden ümidini kesmedi. Kendini yalnız hissetmedi; hatta yalnızlığı seçti. Onca zulme rağmen şikâyet etmedi. Kalblere şifa olacak Risaleler telif etti.
Gönlü zindana dönmüşlerin arkadaşı Yusuflar, Ebubekirler, Zamanın Bediileridir. Onlar hapse düştükten sonra gönüllere düştüler. Gönüller sultanı oldular. Belki sen de zindanlar içre yaşıyorsun. Zindanda olsam ancak bu kadar olurdu, diyorsun. Unutma, zahmette rahmet vardır.
Seni anlatabilmek, seni ağlatabilmek
Aşk sevdiğinin kalbine düşmektir. Tohumu toprağa koyarsın devasa ağaç olur. Bir damla suyu ana rahmine koyarsın kocaman insan olur. Güzel bir insanı kalbine koyarsın divane âşık olursun. Evet, vefasızlığa uğradın, belki her şeyini kaybettin ama Yusuf, Ebubekir, Zamanın Bediisi misali dostlar kazandın. Yetmez mi? Değil mi ki dost istersen Allah, yâran istersen Kur’an, mal istersen kanaat yeter.
Artık her şey geride kaldı. Hayata yeniden başlama zamanı. Her musibetin meyvesi, her hüznün semeresi vardır. Şimdi zahmetleri rahmete çevirme zamanı. Ağlama, demeyeceğim sana! Gözyaşı rahmettir. Ağla. Ağlayınca daha güzel oluyorsun Rabbinin katında. Daha çok seviliyorsun meleklerin ve melekmisal insanların yanında. Derin acılar dilsizdir. Ağla, sesini duyan, gözyaşını silen birileri var hâlâ.