Ah Bu Hayat Beni Hiç İyi Saklamıyor

NECATİ SARICA
Ah Bu Hayat Beni Hiç İyi Saklamıyor
 
Saklanmak için iyi bir yer
gülümse ve karış hayata
kör odalarından çakıl taşları gibi kelimelerle
açılan her boşluğuma da sığınsak ne çare
açlığımızla çağırıyor bizi hayat
gözyaşlarımız bir biçimli masaya damlarken
hep bir bahşişin peşinde koşuyor garsonlar
gövdesine dokun
siteminle dokun hayatın her akşamında
saçılan dallarını kırıp attığımız ağaçlar
ter kokusuyla konuşan insanlar arasında
onlar ki bizi niçin arıyorlar
yoksa kaçılması mı gerek garsonlar henüz gelmeden
kenar mahallelerine kar yağarken
kimine göre kızları kandırmak gerek
kimilerine göre nişanlanmak
bir tarih gibi günün birinde
dizkapakları mı güzel bu kızların
yoksa yürüyüşler
zil ve şal sesleriyle
ve yolumuzu
ve ruhları hülyalı
ışığa ve şiire koşan bakışları
fettan ve uçarken koşan serçe kuşları
dediğim
benim de bir hayalim karyolaya çivilenmiş gibiydi
üç beş yediye sayana kadar geçip giden günlerim
çayhanelere düşmüş yorgun bir ezan sesiyle minarelerin
taştan bir tapınağın avlusunda hayata karıştıkları
şizofrenler ve güvercin kuşları sohbetinden
tütün bahçelerinde başlarken ayinlerim
gül yapraklarına sardığım sigaralardan
ispanyollara ve bütün bu dünyaya küstüm dediğim
gözlerimde bir hayat
birisinde yusuf’un kahverengisi
birisinde mavisiydim
gözleriyle bisiklet süren çocukların
velospet demeyi hiç bilmedikleri
benim ise diz çöküp yaralandığım
annem ise kaşlarımı keserken hayat işte bu kadardı
yüzümün aydınlığına
saçlarıma yağlar sürerken
hıçkırıklı bir keman sesiydim
piyon taşlarıyla sıra sıra dizilmiş başlarken
tahta atlardan sıkılan kahramanlarım
vitrinlere bakmak için şimdi daha hafifim
memur bakışlarım başucuma toplansın diye
bu iş benim yapabileceğim bir iş olmaktan çıkmış
çoktan örtbas edebilir miyim diye saçlarımı
saçlarımı tarasam ve karışsam mı hayata
yoksa bir şair yine üç beş yediyi mi sayıyor diyecekler
desinler
iskarpini kırmızı ve gülümsemiş şimdi hayata
ve melekler de sessizliğini koruyor
çünkü onlar da yaratılıyor söz değil
ancak onlar hiç aramıyorlar söz değil
biz arıyoruz hayatı
sadece biz nişanlanıyoruz kızların ayak topuklarında
bizim evlerimizde cesedimiz var
başucunda konuştuğumuz
hepsi oldu ve yaşandı bunlar
ve ruhların kulaklara üflendiği hep yalan
sadece ve sadece dudakları var
kırmızı ruj lekeli
nefes alıp verdiğimiz
feneri falan da yok bu dünyanın
avaneleri ve bizim gibi avareleri var
tuttu fırlattı bizi dediğimiz yerlere doğru
ne de güzel tuttu bizi diyeceğimiz yerlere doğru
iplerle indirecekleri toprağı seçmek ne kadar zor olsa da
çatı katından inmeyi
çivilendiğim karyoladan
imza günlerinde şairlerin gömülmesini beklerken
yoksa biz bir imzamız kadar mı yaşıyoruz
yakıştıramadığımız
yedi yıl ya da kırk yıl olsa da yaşadığımız
geçecek bu günleri
vals adımlarıyla bir adım daha sırrımı taşırken uzağa
yolumuz bitti diyene kadar yaşadığımız
seyyahı olsak da gezsek şu alemini
neyine ki yarar
kral olsak rüya resimleri solana kadar
örtüsünü kaldırıp atsak şu küfürlerin
manayı kelimenin kalbine indiren şükürler olsak
söz ağacından bir kaç dal kırılsak
çiçeğiyle yorulsak çilenin
saçılmış dallarını kırıp attığımız ağaçlar altında
mesela bir iğde ağacının bağış vakitlerinde
ben de kurtulayım diye koşanların ardından
baksak gülümseyip ikiye bölsek ikiyi
saklanacak iyi bir yer bilsek
naz ve isyan içinde duyarken sesimi
yakarsam bir minare olur mu hıçkırıklı bir keman sesini
duyan olur mu
olur mu yoksa saklanacağım iyi bir yer
mesela iğde ağaçlarına Musa ağaçları desem
asasız bir Musa’ya ve sesine yıldızların
soluk bir günde hıçkırdıkça her şeyin birbirine benzediği
ve ilk çığlığımı sırtını okşayarak attığımın
sesim de olsa
kızları da kandırırken söylendiklerim gibi
imkânsız da olsa
bir İsa’yım diye yürüdüğüm yollarda
şeytanımı gırtlağında kesiklerle bıraktığım
taraçalardan düşürdüğüm ölü kuşların ermiş kanatlarıyla
ve lisan ne kadar da hafi idi
şeytanımın söyledikleri gırtlağından akan kanın rengiyleydi
bilmem sahte havarileri de kızlar sevmiş miydi
hayata karıştıklarıyla bir gülümseyiş
kızların baldırları sertleşmiş topuklardan akıyor kanı
ve siz nerelerdesiniz diye sorduğum şeftali çiçekleri
ah o küçük kırmızı ruj lekeleri
ve siz nerelerdesiniz diye sorduğum
benliğimi çayhanelerinde düşürdüğüm yorgun bir ezan sesiyle
ılık bir yağmurun yağışı
yarabbişükür sıcaklığında yağan bir yağmur altında
dualı ilahili seslerimize karışmış
aynalara dokunuyorsunuz bir öpücük
yaralı bir rüyada kimleri öptüğünüz
ve çöl
ve asma bahçeleri sizin hiç görmediğiniz
ve kimim ki ben
bunları size söylediklerimle
gülümseyip karıştığımız hayat bizi neresinde saklasın sizinle
bir bilseniz gözyaşlarım bir biçimli masanın başında kaldı
seherinde her vaktinin bir kül telaşı
betonlar üstünde gözyaşlarım kaldı
gülümseyip karıştıklarım hayatın son penceresinde
ah bir bilseniz kimleri ağladığımı sözlerimde
ah bu hayat hiç de iyi saklamıyor beni kalbinde
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir